Tatil sonrası bütün okuyucularıma Merhaba! Muharrem Ayı içinde bulunduğumuz bu günlerin manevi iklimi içinde sizlerle İslâm'ın çok can yakıcı bir problemi olan Sünni ve Şii ayrımını birkaç yazıda paylaşmak istedim.

Tatil sonrası bütün okuyucularıma Merhaba! Muharrem Ayı içinde bulunduğumuz bu günlerin manevi iklimi içinde sizlerle İslâm’ın çok can yakıcı bir problemi olan Sünni ve Şii ayrımını birkaç yazıda paylaşmak istedim. Ancak öncelikle herkesin Hicrî Yılbaşını tebrik eder ve Muharrem ibadetlerinizin kabulünü Allah’tan niyaz ederim. Bizim Türk Milleti olarak hepimizin ortak noktalarından biri olan Ehl-i Beyt sevgisi gereğince Hz. Hüseyin Efendimizi rahmetle yâd eder, ona dost olanlara dost, düşman olanlara da düşman olduğumu beyan ederim.

***

Bugünkü yazımda İslam Dünyası’ndaki itikadi ve ameli temel ayrışma olan Sünnî – Şiî ayrımının ne derece dini temel ve ıstılahlara dayandığını, bu ayrımın arkasında esas olarak iktisadi ve siyasi çatışmaların olup olmadığı konusunda görüşlerimi paylaşacağım. Sonraki yazılarımda Ehl-i Sünnet olarak adlandırılan topluluğun tarihi gelişimini ele almak isterim. Bunu Şiî İslamcılığı hakkında görüşlerimi paylaşacağım yazım takip edecektir.

İslâm Dünyası’na kuş bakışı baktığımızda, bu ülkelerde ağırlıklı olarak fakirlik, geri kalmışlık terör ve iç savaş olduğunu görürüz. Terör ve iç savaşın olmadığı ülkelerde çoğunlukla despot tek adam rejimleri bulunmaktadır. Türkiye, İran ve kısmen Cezayir, Tunus ve Malezya’da kurumsal bir devlet teşkilatı ve millet oluşumu bulunurken geri kalan ülkelerde bir millet şuuru ve devlet kurumsallaşmasından bahsedilemez. Bu ülkelerin aşiret, tarikat ve mezhep temelli topluluklara ayrıldığı ve devlet rejimlerinin de bu gruplardan birinin hâkim olduğu oligarşiler olduğu görülmektedir. (Oligarşi bir azınlık grubun bütün bir devlet mekanizmasına hâkim olduğu yönetim biçimidir, DMD.)

İslam dünyasının birlikte ortak hareket edebilmesinin önündeki en büyük engel, her şeyden önce, İslam Devletlerinin kendi milletleşmelerini tamamlayamamaları ve halklarıyla bütünleşik yönetimler kuramamaları gösterilebilir. İkinci etken olarak ise tarihten gelen mezhep ayrışmaları sayılabilir. Üçüncü etken ise İslam ülkelerinin çoğunun uzun yıllar Batı sömürgesi olması ve halâ daha iktisadi ve siyasi olarak emperyalizmin kumandasında olmaları söylenebilir.

Bu yazıda ikinci etkeni tartışacağım: İslâm dünyasında mezhep ayrımları… Görüşümü hemen belirteyim: İslâm tarihindeki mezhep ayrımları esas olarak itikadi farklılıklardan çok siyasi, kültürel ve iktisadi ayrımlara dayanır. Farklı mezhepler içinde farklı yorumların bile birbirini en büyük düşman olarak görmelerinin sebebi de düşünsel ve inançsal farklılıklardan çok siyasi ve iktisadi farklılıklardır.

Şİİ VE SÜNNİ AYRIMININ TEMEL NOKTALARI

İslam Dünyası Sünnî ve Şiî olarak ikiye bölünmüştür. Şiîliğin Sünnîlikten temel ayrım noktası Hazret-i Ali Efendimiz’in Peygamber Efendimizden sonra gelen ilk Halife (Müslümanların siyasi lideri) olması gerektiği ve aynı zamanda ilk İmam (Müslümanların dini ve ruhani lideri) olduğu inancıdır. Bunun dayanağı olarak Sahabelerin bazılarının Hazret-i Ali Efendimizin Gadir Hum olayında Peygamber Efendimiz tarafından Halife olarak ilan edilmesi gösterilir. Ancak Şiîlere göre, Sakife’de Hazret-i Ebû Bekr Halife ilan edilerek Peygamberimizin emrine karşı gelinmiştir. Ehl-i Sünnet’e göre ise Peygamber Efendimiz kendisinden sonra gelecek lideri tayin etmemiştir ve Sakife’de önde gelen sahabeler tarafından Halifeliği kabul edilen Hazret-i Ebû Bekr’in ilk halife olduğu kabul edilir. Bazı Sünnî din adamlarınca, Dört Halife’nin sıralamasının aynı zamanda onların faziletlerinin de sıralaması olduğu iddia edilir. Hazret-i Ali’nin halifeliğine taraftar olan Müslümanlar bu olaydan sonra Şiâ-yı Ali, yani Ali taraftarları adını almıştır. Şiilere göre Hazret-i Ebû Bekr ve Hazret-i Ömer halifeliği Hazret-i Ali ve onun ailesinden gasp etmişlerdir. Üçüncü Halife Hazret-i Osman ise bazı Şiîlere göre Müslüman bile sayılamaz! Genel olarak bütün Şiîler Hazret-i Osman’a karşı düşmanlık beslerler. Bunun sebebi ailesi olan Emevîlerdir.

Şiîliğin bugünkü travmatik yapılanmasına sebep olan ikinci etken Hazret-i Ali Efendimizin hilafeti ve ondan sonraki dönemde yaşanan üzücü olaylardır. Müslümanların çoğunluğunun lânetle andığı mel’un Yezid’in Hazret-i Hüseyin Efendimizi şehit ettiği Kerbelâ Hadisesi ve onun öncesinde Emevi Sultanı Muaviye’nin kirli siyaseti ve ayak oyunları burada başrolü üstlenir. Daha önce tamamen siyasi bir duruş (Hazret-i Ali’nin hilâfetine taraftar olmak) şeklinde tezahür eden Şiîlik bu olaydan sonra Hazret-i Ali ve soyunun (Ehl-i Beyt) günahsız ve yanılmaz oldukları ile birlikte hem dünyevî hem de manevî liderler olarak tanınmasını bir inanç kuralı haline getiren bir Mezhebe dönüşmüştür. İsnâ Aşere olarak bilinen, Ehl-i Beyt İmamları olarak da tanınan Hazret-i Ali ve soyundan gelen On İki İmam Şiî İnancına göre hem devlet başkanlığının ve dini / ruhani önderliğin doğal ve gerçek sahipleridir. Onlar günahsız ve yanılmaz olup söyledikleri de Kur’an hükmü ölçüsünde geçerlidir. Zaman içerisinde On İki İmam sonrasında On İki İmam adına söz söyleyecek olan bir din adamları sınıfı oluşmuştur.

Sünnîlik ise bütün sahabeleri birbirine eşit görmektedir ve Peygamberin sahabelerine lânet etmeyi, onları dinden çıkmakla suçlamayı yasaklamaktadır. Hazret-i Ali Efendimiz ve evlâdına yapılan zulüm onaylanmasa da, başta Kerbelâ olmak üzere bu elim hadiseler çok dillendirilmemelidir. Sahabelerin arasındaki siyasi mücadelelerin de mümkün olduğunca üstü örtülmeye çalışılmıştır. Sünnîliğe göre Peygamberler dışında günahsız ve masum insan yoktur, bunlar Sahabe olsa bile. Dolayısıyla Allah ve Peygamber adına konuşacak, sözü Allah sözü addedilen bir zümre de bulunmaz.

Şiilik zaman içinde birçok fırkaya ayrılmıştır. Bunlar arasında Hazret-i Ali Efendimize (hâşâ) uluhiyyet addeden, reenkarnasyonu kabul eden sapkın fırkalar da bulunmakla birlikte bugün itibarıyla üç ana kola ayrılmış bulunmaktadır. Bu ayrım da, nihayetinde, kutsal kabul edilen Ehl-i Beyt İmamlarının sayısıncadır: On İki İmamcı Câferîler, Yedi İmamcı İsmailîler ve Beş İmamcı Zeydîler…

MEZHEPSEL FARKLILIKLARIN SEBEBİ DİNÎ DEĞİL DÜNYEVÎDİR!

Bir sosyal bilimci olarak baktığımda, tarihte geçen katı gerçekler bana dinî ve inançsal kabul edilen farklılıkların ardında ciddi siyasi, kültürel ve iktisadi sebeplerin olduğunu söylemektedir. Her şeyden önce Şiilik meselesinin ilk çıktığı nokta Hazret-i Ali’nin halife olup olmamasıdır. Düşünün, bugün İstanbul Maltepe ilçesi Girne Mahallesi kadar bile kalabalık olmayan Medine Şehri’nde iki büyük ailenin (Haşimiler ve Emevîler) İslam öncesinden gelen siyasi rekabeti, Peygamberin ölümünden sonra ortaya çıkan iktidar kavgası bugün yüz milyonlarca Müslümanın birbirine düşmanlığının başlangıcı olmuştur. Daha sonrasında Emevi saltanatı sırasında uygulanan Araplara karşı Emevî ailesinin üstünlüğünü, Arap olmayanlara karşı da Arapların üstünlüğünü dayatan, baskıcı ve gaddar Emevî rejimine olan tepki Şiîliği Arap olmayan Müslümanlar arasında, daha çok da İranlılar arasında yaygınlaştırmıştır. Bu ortamda Şiî inancı Emevî İmparatorluğu içinde bir toplumsal muhalif kesimin kimliği olarak gelişmiştir. Dolayısıyla Şiîlik, hâkim siyasi düzene (Emevî ve sonra da Abbasi saltanatı) isyan eden ve onu kabul etmeyen, kendi toplumsal ve siyasi hiyerarşisini din adamları etrafında (önce Ehl-i Beyt imamları ve sonra da mollalar) inşa eden, Suriye, Filistin ve İran’ın İslam öncesi inançlarını belli derecelerde İslâm inancı içine dahil eden, hattâ belli ölçüde terörist eylemlere bile düşünsel temel teşkil eden (Hasan Sabbah’ın Haşhaşileri) bir yapıya dönüşmüştür. Yani özet olarak diyebileceğimiz şudur ki, Peygamberin ölümünden sonra ortaya çıkan iktidar ve güç paylaşımı savaşlarında kaybeden kesimler kendi varlıklarını sürdürebilmek ve kimliklerini korumak için Şiîliği bir çatı olarak kabul etmişlerdir. Hristiyan ilahiyatında ortaya çıkan itikadi farklılıklara dayanan mezhep oluşumlarından farklı olarak Şiîlik neredeyse tamamen siyasi etkenlerle ortaya çıkmış ve yayılmıştır.

Öte yandan proto-sünnî diyebileceğimiz kesimler, devlet otoritesini kabul eden, devlete isyan etmeyip kurulu düzenden yana olan kesimlerdir. Bunların arasında itikadi ve ameli açıdan farklılıklar bulunmaktaydı. Ancak bunların Ehl-i Sünnet çatısı altında birleşmesi ise çok sonraları, Selçuklular devrinde bir devlet projesi (yine siyasi gerekçe, DMD) olarak gerçekleşmiştir. Bu konuyu ise bir sonraki yazıda ele alalım.