Demokrasi konusunda hazımsızlıktan bir türlü kurtulamayan cenah, ne yazık ki bizi şaşırtmadı ve mızıkçılık yapmaya başladı.
16 Nisan halk oylamasının yankıları devam ediyor. İlk akşam CHP’nin “kontrollünde” başlayan şâibe iddiaları önceden çalışılmış bir pozisyon olarak medyaya sunuldu. Demokrasi konusunda hazımsızlıktan bir türlü kurtulamayan cenah, ne yazık ki bizi şaşırtmadı ve mızıkçılık yapmaya başladı. Dünya gözüyle bu kesimin demokrasiye ve halkın irâdesine râzı olduğunu bir kez olsun görebilecek miyiz acaba?!
Türkiye’deki siyâsî literatürde “şâibe” olarak bilinen mızıkçılığa dünden hazır olanlar, bir zamanlar kapısını aşındırdıkları Anayasa Mahkemesi’nden kalan alışkanlıkla bu sefer Yüksek Seçim Kurulu’nun yolunu tuttular. Yüksek Seçim Kurulu’nun itirâzı reddetme karârının bu cenâhı tatmin etmesi mümkün değil elbet. Zira bürokratik iktidarlarına ters gelen hiçbir şeyi kabul etmeleri söz konusu değil. Bremen Mızıkacıları’nın Türkiye versiyonu olan tencere-tava korosu da mızıkçılık oyununda kendisinden bekleneni yerine getirmeye çalıştı. Sırada AYM ve AİHM varmış. İnsan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “topunuz gelin” sözünü hatırlıyor!
Mahallenin mızıkçı çocukları bunları yaparken, Evetçi cephenin parti teşkilatları, sezon finali yapan dizi oyuncuları gibi tâtil hevesine kapıldılar. “Çok çalıştık, evin yolunu unuttuk” deyip tâtil yapmak istemek elbette saygıyla karşılanır. Ama büyük şehirler ve Üsküdar, Eyüp gibi ilçelerdeki sonuçlar işin rengini değiştiriyor. Özellikle AK Parti’nin bâzı il ve ilçe teşkilatlarının “yorulacak kadar” çalışmalarının yeterli olduğunu söylemek zor. Demek ki, karşı taraf daha çok yorulmuş. Ama onlar, o mahkeme benim bu mahkeme senin dolaşacak ve tencere-tava çalacak kadar enerjikler.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın âdeta bir lokomotif gibi çekip götürdüğü referandum kampanyası bitince her şey bitmiş olmadı. Aksine referandum sonucuna göre çok büyük bir engel aşılmış olsa da, çok daha fazla şeyin daha yeni başladığından şüphe yok. Artık mücâdele edilecek cephe sayısı arttı ve cepheler büyüdü. Türkiye artık daha büyük sularda seyrediyor. Dalgalar daha büyük, fırtınalar daha sert olacak. Değişen on sekiz madde ile daha faal hâle gelen Yasama organının önünde uzun ve referandum sürecinden daha yorucu bir süreç var. Enerjimizin bitmesi bir tarafa, vites yükseltmek gerek.
2019’da halkın önüne gelecek olan iki sandıktan önce, başta seçim kanunu ve partiler kanunu olmak üzere değiştirilmesi gereken maddeler var. Bu süreçte iş, milletin irâdesinin yansıdığı Meclis’e düşse de, Meclis’in istikrarlı çalışması için hâkimiyetin kayıtsız şartsız sâhibi olan millete de çok iş düşmektedir. Futbol tâbiriyle bir gol atıp üstüne yatmak, önümüzdeki sürecin kabul edemeyeceği bir umursamazlıktır. Partisine geri dönecek olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, yeni sistemin geleneğini oluşturacak uzlaşmacı hamleler yaparken, onu seçilmiş ilk cumhurbaşkanı yapan bizlerin “yorulduk” deme lüksümüz yok. Mâzereti olan kenara geçilip dinlensin. Ama yorulanları beklemeye vaktimiz yok.
Bunu biz istedik ve kabul ettik. Bu aşamada hem yorgun olmak, hem de ortama tâtil havasını getirmek, her şeyden önce devletin devamlılık ilkesine ve devlet töremize uymaz.
İktidârın câzibesine kapılıp bu yola çıkmış olanlar, belki farkında olmayabilir. Ancak bu yolda dinlenmek ve durmak demek, düşmek demektir. Yapılan duble yollar, otoyollar, köprüler, havaalanları kimseyi kandırmasın. Bu yol yorucudur ve dikenlidir; ayağını sevenlere hatırlatmakta yarar var.