YÜKSEK YÜKSEK TEPELERE EV KURMASINLAR

Alican DEĞER 01 Eyl 2016

Alican DEĞER
Tüm Yazıları
Coğrafya ve iklimin, insanların ve toplumların karakterini şekillendirmede çok etkili olduğunu düşünüyorum, biliyorum.

Coğrafya ve iklimin, insanların ve toplumların karakterini şekillendirmede çok etkili olduğunu düşünüyorum, biliyorum. İklim ve coğrafya sertleştikçe insanlar sertleşiyor. Paylaşılacak kaynak azaldıkça kavga çıkıyor. Biraz acımasız olacak ama tarih boyunca savaşlar bir tür nüfus kontrolü gibi kullanılmış. Kaynak azaldıkça kavga çıkmış, kavgada ölenler yüzünden kaynaklar yeter hale gelmiş. İşte hikaye bu. Şöyle bir düşünün: Türkiye’nin ortasından başlayıp İran-Afganistan’a ulaşan, taa Kuzey Afrika’dan Atlantik’e kadar genişleyen coğrafyanın zorluğunu göz önüne getirin. Her yer ya dağlık yada çöl. Hangi aklı başında insan burada yaşamak ister? Yemyeşil çayırlar, verimli düz ovalar dururken. Bütün bu coğrafyada bir iki yer düzlük ve tarım yapılabilir gibi. Mezopotamya ve Mısır deltası gibi. Zaten buralar da uygarlığın başladığı yerler.

Osmanlı bunu fark etmemiş mi sanıyorsunuz? O yüzden Bursa’dan çıkıp doğuya yönelmemiş. Tam tersine Balkanlar’ın münbit topraklarını ele geçirmiş. Son derece haklı. Anca batıdaki genişlemesi doğal sınırına vardığında doğuya yönelmiş. Ticaret yollarının kontrolü, İran tehlikesi falan diyerek. Batı Trakya’nın fethi ne zamandır biliyor musunuz? 1363 yılı. Yani İstanbul’un fethinden neredeyse 100 yıl önce. Ya mesala Malatya ne zaman fethedilmiştir? 1515’de. Mısır 1517’de. Yani Batı Trakya’dan yüzelli yıl önce. Osmanlı’nın ne düşündüğü açıkça ortada.

Buralar öylesine sarp topraklar ki, tarım yapsan yapılmaz, yol yapsan ya dağ çıkar karşına ya çöl. İklimi sert mi sert. Dağda donarsın, çölde pişersin. Avrupalı’nın işi kolay. Dümdüz ova, yanından akan bir nehir. Kur şehrini. Ohh. Tarım kolay, ulaşım kolay. İster kolayca altını kaz metro yap, ister üstünü ek. Bizde bisiklete dahi binemezsin. En büyük şehrimiz bile 7 tepeli diye anılır. Halbuki dünyanın en büyük metropolleri hep düzlük alanlardadır. Sizce hangi coğrafyada yaşayan toplumlar daha gelişmiş olur? Bu toprakları seviyorum. Çünkü ben de, siz de bu coğrafyanın ürünüyüz. Ama bu sevginin rasyonel bir sebebi yok. Burada doğmamış olsak, doğduğumuz yeri seveceğimiz muhakkak. Buraların düzlük yerlerde gelişen Batı uygarlığından bir temel bir farkı var. Buralar gerçekten heyecan verici. Öyle “Vahşi Batı” gibi değil. Burası çift kişilikli topraklar. Bulunan azıcık düz toprak parçalarında, uygarlığın kurulduğu, tarımın başladığı, yazının bulunduğu, paranın icat edildiği yerler. Olumsuz özelliklerini zaten saymayayım. Benden iyi biliyorsunuz. Buna karşılık garip bir tutku oluşturuyor. Buralar akıl ile sevilemez. Ama duygu var ya o duygu işte o başka birşey.

Uçan Hollandalı

Avrupa’yı anlatmama gerek yok. Bilim, teknoloji, sanat, insan hakları vs. Hepsi çok güzel şeyler. Keşke bizde de olsa.  Benim eleştireceğim hımbıllıkları. Kendilerince bir düzen tutturmuşlar. Bozulsun istemiyorlar. Belki kendilerince haklılar. Ama bunu yaparken de yüzlerine taktıkları maskeyi hiç sevmiyorum. Yerinde oturuyor. Çevresinde olan bitenle ilgili gram çaba sarf etmiyor. Sonra “Lak lak” o öyle olmalı, şu şöyle olmalı. Sıkıysa gel sen yap. Kolay mıymış görelim. Sen Yunanistan’dan Almanya’ya kadar 40 sınır geçen mültecileri durdurama, sonra Türkiye’ye durdur de. Ne güzel. Aslında bu işlerin ilk belirtisi Bosna idi. Avrupalılar bahçelerinin ortasındaki bir katliamı uzun süre görmemezlikten geldiler. Umursamadılar. Hatta ellerine yüzlerine bulaştırdılar. Barışgücü askeri olarak görev yapan Hollandalılar, binlerce Boşnak’ı Sırp çetelere teslim etti. Zavallı insanlar katledildi. Gerekçeleri ise daha komik, “Savunamazdık.” Ulan denemedin bile. Tamam bir tane bile Hollandalı asker ölmedi. Ya binlerce Boşnak’a ne oldu? Avrupalı artık savaş istemiyor. Bu açık. Çünkü bıkmışlar. Ama ticaret yapmak istiyorlar, iş gücünü sömürmek, etki alanını arttırmak falan. Bunlar maalesef oturduğunuz yerden olmuyor. Avrupa günümüzde etkisiz elemandır. Hele sıcak çatışma konularında. Olsa da olur, olmasa da. O yüzden darbe sonrası gelseler ne olur, gelmeseler ne olur? Kafayı takmayalım o kadar. Buradan Hollanda Dışişleri Bakanı’nın gelişine geçmek istiyorum. Sahi bu adam niye geldi? Darbe karşıtı destek için ise geç kaldı? Biz hallettik. Başka şeyler için ise çok erken. Bizim zaten bir sürü derdimiz var. Savaştayız yahu farkında değil misiniz? 

Bir köle kaç para?

Kölelik hakkında bir sürü  şey okuduk. Onlarca film-dizi izledik. Çok, çok, çok kötü birşey. Savunulacak hiç bir yanı yok. “Batı uygarlığı”nın temeli, savaşlar, istilalar, sömürgeleştirme ve kölelik. Bu tartışılacak bir konu değil. Zaten kendileri de iyi biliyor. Şimdi size bir soru? Köleliğin ağa babasını uygulayan Amerika’da bir kölenin fiyatı neydi sizce? Hesaplamışlar. Bugünün fiyatlarıyla 50 bin dolar. Bir köle bugünün parasıyla 50 bin dolara alınıp satılırmış. İnsanın parayla alınıp satılmasını değil, ekonominin nasıl dönüştüğünü anlatacağım size. O zamanlar kölelik yanlıları, kölelerin gerçekten çok pahalı olduğu için öyle kolaylıkla öldürülemeyeceğini söylerlermiş.

Köle önemli bir iş gücüymüş. Ama en önemli sorun bir kölenin tüketim yapamaması. Sanayinin ürettiklerini alamaması. Üstelik kölenin barınma ve yiyecek alacak durumu bile yok. Sahibi karşılamak zorunda. Rasyonel batı zekası bunun çözümünü hemen bulmuş.  İç savaş falan bahane. Çıkış sebebi kölelik değil zaten. Köleliğin kaldırılması onun yan ürünü. İyiki de kaldırılmış. Batılı sizce bu işi nasıl çözmüş? Bu insanları belki “Özgürleştirmiş” ama daha beter bir köleliğin içine sokmuş. Kapitalizmin. Gelin hesap edelim, ayda 100 dolara çalışan bir işçi sizce kaç ay kölelik yapıyor olur. Tam 41 yıl. Sonrası 6666 diye gidiyor. Bu arada hiç para da harcamaması gerekiyor. Yemeğe, barınağa, eğitime...

Ayda 200 dolar kazansa tam 20 yıl köle demek bu. İşte batının bulduğu çözüm bu. Kölelik hem başka isim altında devam ediyor, hem de bundan kar sağlıyorlar. Üstelik bunu sınır ötesinde bile gerçekleştirebiliyorlar. Bir Alman’ın Çinli köleleri var. Bir İngiliz’in Hintli köleleri olduğu gibi. Bu kadar demokrasi aşığı iseler, kömünist tek parti diktatörlüğündeki Çin ile ne diye iş yapıyorlar? Bakmayın mülteciler konusunda bu kadar bağırındıklarına. İnanın, Avrupa’da o ünlü üzüm bağlarında çalışanlar, tuvalet temizleyenler, otobüs sürenler, yük taşıyanların hiç biri ne Fransız, ne Alman, ne de İngiliz. Çağdaş köleler çalışıyor sadece. Hele Amerikalılar ordularını bile kölemenlerden oluşturacak neredeyse. O hep öykündükleri Helenistik dönemi yeniden kurmuşlar. Bir vatandaşa karşılık 6 köle. Oy verme hakkı yok, talep etme hakkı yok. Sen otur felsefe yap.