​VİLNUS ÖNCESİ ABD/NATO/BATI'NIN UKRAYNA GÜNDEMİ

Prof. Dr. Vişne KORKMAZ
Tüm Yazıları
Ukrayna karşı saldırısı, hatırlarsanız, sessiz başlasa da neredeyse davul-zurna çalarak geldi.

NATO’nun 11-12 Temmuz’da Vilnus’ta toplanacak liderler zirvesi gündeme hâkim olmaya devam ediyor. Bu kadar heyecan yaratılmasının temel sebebi elbette süregiden Ukrayna-Rusya Savaşı ve savaşın doğal olarak getirdiği belirsizlikler. Yoksa Vilnus’ta ne ortaya çıkacağının temel çerçevesi yani NATO caydırıcılığının nasıl çerçeveleneceği Kırım’ın ilhakından sonraki süreçte yapılan kritik NATO zirvelerinde çizilmişti. Elimizde geçen sene Madrid Zirvesi’nde kabul edilen NATO’nun yeni Stratejik Kavram Belgesi de var. Dolayısıyla aslında Vilnus’a doğru elimizde kılavuz, önümüzde yok, hedef belli yola çıkılıyor. Ancak Ukrayna Savaşında karşı saldırının başlaması ve sahada Rus savunması karşısında zorlanması Vilnus’ta Ukrayna odaklı tartışmaları hararetli hale getirdi.

Ukrayna karşı saldırısı statükoyu bozamadı

Ukrayna karşı saldırısı, hatırlarsanız, sessiz başlasa da neredeyse davul-zurna çalarak geldi. Bu davul-zurna döneminde karşı saldırıdan ne beklenebileceği üzerine de fazlasıyla beyin jimnastiği yapıldı. Tartışmalar içerisinde odak noktası savaşın düğümlendiği statüko noktasının nasıl bozulacağıydı. Zira statüko, Ukrayna savaşı bağlamında yıpratma harbinin devam etmesi anlamına geliyor. Bu iki-hatta üç taraflı (Rusya-Ukrayna ve Batı) maliyetlerin kapışması demek- ki Savaşın başından beri bu konuda esas avantajın ABD’lerinde olduğu söylendi durdu. Washington’un Ukrayna savaşından kar elde ettiği hemen hemen herkesçe kabul gören bir argüman. Ama Washington’un da uzun dönemde statükonun istenmeyen şekilde bozulma riskini en aza indirerek krizi yönetmek gibi bir zorunluğu var. Bu da ABD’nin bu gün desteklediği hattı yani Ukrayna’yı amacını değiştirmeden (Rusya’nın sınırlanması-ki Moskova halihazırda oldukça sınırlandı) terk edebilme ihtimalini akıllara getiriyor.  

Bu gerçeklerin ışığında karşı saldırı başlamadan önce iyimser ve kötümser beklentiler dillendirilmişti. En iyimser beklenti de dahi Ukrayna güçlerinin tüm Rus savunmasını yarması, Rus silahlı kuvvetlerinin tüm unsurlarını kontrol altında tutukları tüm alanlardan kopartıp geri püskürtmeleri ihtimali üzerinde durulmuyordu. İyimser senaryo, temelde iyi donatılmış Ukrayna ordusunun, Rusya’nın kaybedeceği algısını uyandıracak sarsıcı saldırılarla şok hissi yaratması, bu şok hissinin de Rus karar alıcıları paralize etmesiydi. Elit içerisinde bir bölünme olması ve bu iç karışıklığın Rusya’yı yıpratma harbinin kenarına (Ukrayna Savaşını kaybedeceğini düşündüğü bir noktaya) sürüklemesi de umuluyordu. Bugün geldiğimiz noktada Ukrayna karşı saldırısı karşısında Rus savunmasının elinde tuttuğu savunmanın avantajı şok edici olaylara rağmen (Nova Kakhovka hadisesi, Prigozin hadisesi vb) değişmedi. Dolayısıyla Ukrayna karşı saldırısının iyimser senaryo üzerinden sahadaki statükoyu sarsabileceği yönündeki umutlar azaldı. Bu konuda Zelensky’den bile temkinli açıklamalar ve anlaşılır nedenlerle destek talebi geliyor. 

Kötümser senaryo 

Eğer iyimser senaryo gerçekleşmez ise Ukrayna’nın içine düştüğü yıpratma harbine ne kadar dayanabileceği soru işareti. Savaş motivasyonunun sürmesi adına Ukrayna direnişinin ne kadar kan kaybettiğini bilmiyoruz ama Ukrayna yönetimi ve karar vericileri Ukrayna’nın yeniden inşası konusunda gelen vaatler ve silah yardımı üzerinden oyalandıkları hissine rahatlıkla kapılabilirler. Özellikle silah yardımları konusunda ikircikli tutum devam ederken. Hiç kimse Rusya’ya karşı doğrudan kullanılabilecek ya da bu tür bir bulanık saldırıya karışacak silah sistemlerini veren el olmak istemiyor. Öte yandan silah yardımları ve uluslararası diplomatik destek (AB üyeliği, NATO üyeliği gibi vaatler de dahil) yıpratma harbinin yıpranma, daha da kötüsü yok-olma harbine dönüşmemesi için kritik önemde. Bu noktada, dillendirilen kötümser senaryo da akıllara geliyor. Buna göre karşı saldırı karşısında Rus savunması yeterince ve güçlü bir şekilde dayanır ve bu arada savaşın başından itibaren süregiden talihsizliklerin (komuta koordinasyon zafiyeti, istihbarat zafiyeti, lojistik sıkıntılar vb) üstesinden gelebilirlerse Ukrayna direnişinin iyice zayıfladığı bir anda ilerlemeyi ve kaybı kazanca çevirmeyi başarabilir, ya da tam bu an sırasında/hemen öncesinde Washington ve Moskova sınırlı bir anlaşmaya varabilirler. Daha o noktada değiliz ve Batı ile Washington yönetimi Ukrayna’ya destek beyan edip kötümser senaryonun gerçek olmadığına Kiev’i ikna etmeye çalışıyor. Biden Yönetiminin misket bombası gibi kimi NATO ülkelerinin yasakladığı mühimmattı Ukrayna’ya gönderme kararı ikna seviyesinin nereye düştüğünü göstermesi bakımından ilginç.

Biden’ın CNN mesajları

Vilnus öncesi Zelensky’nin çeşitli Avrupa-Atlantik başkentlerine yaptığı ziyaretler ve duydukları bu ikna sürecinin sınırlarını Ukrayna’ya göstermekte. Zelensky de savaş sona ermeden, bir barış anlaşması ortaya çıkmadan NATO üyeliği ile ilgili bir kararın Ukrayna lehine gelmesini beklemediğini söyledi. Nitekim, bir-iki gün önce Biden CNN’e verdiği röportajda Ukrayna’nın NATO üyeliği için hazır olmadığını da ifade etmekten çekinmedi. NATO üyelerinin Rusya ile doğrudan karşı karşıya kalmaması adına rasyonel bir tercih bu elbette, üstelik Rusya’nın Kırım’ın ilhakıyla ya da daha önce Gürcistan müdahalesi ile başarmak istediği amacın da başarıldığını gösteriyor. Toprak bütünlüğünü sağlayamamış bir aktörü NATO üyesi olarak görmemiz çok zor. Ancak Biden’ın röportajından yayınlanan iki dakikalık kısa videoyu izlediğimizde ABD başkanının bundan öte bir şeyler söylediğini görüyoruz. Biden, Ukrayna’ya verilecek güvenceler konusunda bile isteye iki katmanlı bir muğlaklık yaratıyor. 

İlk muğlaklık NATO üyeliği sorusuyla ilgili. Demin de ifade ettik, toprak bütünlüğünü sağlayamamış, Rusya ile savaşan bir ülkenin NATO üyesi olması beklenen bir tercih değil, ama Biden röportajı burada kesmiyor ve savaş öncesi Cenevre’de Rusya’nın ABD’den Ukrayna’nın NATO üyesi olmayacağı garantisini kendisinden istediklerini ve bunu vermediğini söylüyor. NATO’nun açık kapı politikası nedeniyle böyle bir garanti tabi verilemez. Ayrıca bazı NATO üyelerinin Ukrayna’nın ve Gürcistan’ın NATO üyeliğini desteklediğini biliyoruz (son Zelensky- Erdoğan zirvesinde Ankara’nın Ukrayna’nın NATO üyeliğini hakkettiğini söylemesi örneğin Ankara’nın tavrında bir kırılma değil, Türkiye NATO’nun açık kapı politikasını hep desteklediği malum). Ama şimdi Biden’ın üstelik Ukrayna Savaşı’nın geliyorum dediği Cenevre’de yaşanan bu anekdotu anlatması ve gelecekte Ukrayna’nın İttifak’a katılabileceği sinyali vermesi tesadüf olmasa gerek. Peki gelecek ne zaman gelecek, işte orası meçhul. Çünkü Ukrayna’nın olası üyeliği için sadece savaşın bitmesi, barış anlaşmasının imzalanması ve sınırlarının ne olduğu/olacağı sorusunun cevap bulması yeterli olmuyor ABD için; Ukrayna’nın demokratikleşme konusunda yol alması da gerekiyor. Biden’ın mesajından Ukrayna için İsveç ve Finlandiya’ya açılan yol gibi bir yolun açılmayacağı mesajını alabiliriz ve kapıların kapanmadığı mesajını da. Kiev ve Moskova, bu iki mesajın üzerinden çıkan belirsizliğin ne anlam ifade ettiğini düşüne dursun Biden, Ukrayna’ya verilebilecek güvenceler için de bir şeyler yumurtladı.

İsrail modeli güvenceler ne demek?

Güvenlik garantileri meselesi, NATO üyeliği olmaz ise Ukrayna, bugünkü statükoyu nasıl sürdürecek sorusunun cevabı için gündemde tutuluyor. Daha önce Budapeşte Anlaşması ile güvence almış, nükleer silahlarını bırakmış ve işgal edilmiş bir devlet olarak Ukrayna güvenceler konusunda ne kadar heyecanlıdır tahmin etmek çok kolay değil. Ama Kiev takvimi, gelip-gelmeyeceği belirsiz silah yardımlarından fazla bir şeyler istiyor. Ukrayna’ya ABD’nin İsveç’e sunduğu güvenlik ve savunma anlaşmaları modeli bir güvence verebileceği konuşulurken Biden, İsrail modeli bir güvence önerdi CNN röportajında. Bu modelin ruhu, Ukrayna’yı Rusya karşısında caydırıcılığını kendi sağlayacak bir aktör haline getirmek, yani Ukrayna’nın kapasitesini inşa etmek. İsrail’in caydırıcılığının farklı ayakları var ama caydırıcılığının en malum ayağı nükleer caydırıcılığı elbette. İsrail bu caydırıcılığı bir tür nükleer belirsizlik politikası çerçevesinde elde etmişti yani İsrail uzun bir süre (hatta hala) nükleer silaha sahip olup olmadığını resmi olarak söylemeyen bir aktördü. Ukrayna’nın geçmişte Sovyet nükleer silahlarına sahip olduğu düşünülürse gelecekte bu ve benzeri bir belirsizliğin önü açılabilir. Elbette bu tür bir belirsizliğin Budapeşte Anlaşması ölse de NPT (Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması) için yaratacağı sorunlar var. Belki ABD, Rusya’nın Belarusya’da uyguladığı yöntemi uygulamayı düşünür. Bu tür fikir egzersizleri için hala zamanımız var zira Biden, bu tür bir güvence için savaşın bitmesini şart koştu ama düşünmeden edemiyoruz eğer Ukrayna gündemi, Ukrayna’nın kapasite inşası merkezinde toparlanacaksa ABD, bu kapasiteyi inşa etmekte işbirliği yapabileceği aktörleri de cesaretlendirebilir. Keza Ukrayna da kapasite inşası konusunda tüm yumurtaları bir sepete koymak istemeyebilir. Ankara, teknoloji paylaşımı ve savunma sanayi ortaklıkları konusunda Ukrayna ile hayli mesaisi olmuş bir başkent. Zelensky’nin Vilnus öncesi İstanbul ziyareti, Erdoğan ile verdiği mesajlar bu açıdan bir potansiyeli işaret ediyordu. Ziyaret sonrası Azov Taburu komutanlarının Ukrayna’ya dönüşünün Kiev tarafından duyurulması bu potansiyel için bazı zor yolları Kiev’in deneyebileceğini de gösteriyor. Arkası, Vilnus sonrası…