TERÖR OPERASYONLARI VE PSİKOLOJİMİZ

Tarık ÇELENK 17 Haz 2016

Tarık ÇELENK
Tüm Yazıları
Sosyal medyada operasyonların bitirildiği bir ilçemizden bir fotoğraf vardı. Fotoğraf, harap olmuş, taş taş üstünde kalmamış bir sokakta, iskeletiyle ayakta kalabilmiş bir kaç binanın üstünde yeni asılmış tam boy bayraklarımızı öne çıkarıyordu.

Sosyal medyada operasyonların bitirildiği bir ilçemizden bir fotoğraf vardı. Fotoğraf, harap olmuş, taş taş üstünde kalmamış bir sokakta, iskeletiyle ayakta kalabilmiş bir kaç binanın üstünde yeni asılmış tam boy bayraklarımızı öne çıkarıyordu. Fotoğrafın altında ise müstafi bir subayımızın şu ifadeleri dikkati çekiyordu: “Şanlı bayrağımız keşke seni elbirliği ile tarumar edilen binalar üzerine değilde, birlikte inşa ettiğimiz yükseklerin en yükseğine çekebilseydik.”

Geçenlerde hac arkadaşlarımızla geleneksel iftarımızı yaparken İTO meclis üyesi bir dostuma, bu fotoğrafı gösterdim. Tepkisi biraz farklı oldu: “Bu bayrağı o caddelere asmak sorumsuzluktur. Bir şey asılacaksa ibret olsun diye PKK sembolleri asılabilirdi, çünkü o mahallelerin o hale gelmesinin sorumlusu PKK’dır.” Mütedeyyin bir arkadaşım da bir sohbet toplantısında bana, adeta Peygamber ( a.s )’ın Beni Kureyza Yahudilerini cezalandırmasına ironi yaparcasına  “90’lı yıllarda çok zulüm yapıldı. İnkar vardı, şimdi bunlar yok. Bu hendek terörünü yapanlar ve destek verenler aile de olsa bunları fazlasıyla hakkettiler” diyordu.

KCK siyasi hareketi bu hendekleri halkın demokratik öz savunması olarak görürken, PKK ise “devletin bu kadar acımasız üzerimize geleceğini öngörememiştik” diyordu. (!) Terör operasyonlarının başladığından bu yana, yaklaşık 10 ayda güvenlik güçlerimizin kayıp sayısı 600’e yaklaştı. PKK’nın sempatizan ve sivil kayıpları ise birkaç katı. Hayatını kaybedenlerin ise çoğu 30 yaş altında. Aileleri ile birlikte çarpan etkisinin çok daha yüksek olduğu açık. Toplum, güvenlik kuvvetlerimizin şehit sayılarını kanıksamış durumda. Anlaşılan o ki yeni duruma adapte oluyoruz, duygularımız hassasiyetini kaybediyor. Kürt vatandaşlarımızın yaşadığı coğrafyada PKK’ya öfke, kayıplara yas var. Ülkemizin batısına karşı, acıların paylaşılmamasına yönelik de bir kırgınlık söz konusu. Bölge gençlerinin büyük kısmı artık Avrupa Şampiyonası’nda Milli Takımımızı desteklemiyor. Her nedense her işimiz gibi, “şu sahayı bir temizleyelim, yeni inşaatlar, hizmetler ve iftar programlarıyla onların da gönülleri alırız inşallah” diye düşünüyoruz.

Ne yazık ki güney bölgemiz Ortadoğu’nun psikolojik bir parçası haline geldi. Buralarda son 30 yıldır yaşananlar, tutulamayan yaslar, yasları akut hale getirdi. Etkisiz hale getirilen PKK’lıların tabanlarının ruhsal ölü çocuklar yetiştirdiklerini göremiyoruz. Bunun en içkin örneği Mahmur kampında. Büyük şehirlerdeki TAK intihar eylemcilerine bakıldığında bir kısmının Batıda üniversite okuyan çocuklar olduğu görülecektir. Ölmeye odaklanmış yeni terör kuşağını öldürmekle nasıl cezalandıracağımıza inanabiliyoruz ? Bu çocuklar muhtemelen kendi yitik değerlerini tamir amacıyla terör eylemlerine katılıyorlar. Bunların eylem öncesi zarar verecekleri masum sivillerin durumlarına karşı duygusuzlaştıklarını da görebiliyoruz. Suçu öteki yani düşman üzerinden tanımlayarak kendilerini değerli hissediyorlar. Çaresizlik içinde kendi acısını inkâr edenlerin başkalarının acısını görememesi ve suçluluk duygusu hissetmemesinden daha doğal ne olabilir?

Yaslar önce şok, sonra inkâr, pazarlık, acı ve kabullenmeyle devam eder. Devletin gerek şehit ailelerine ve gerekse diğer kayıplara bu süreci düzgün yaşayabilecek imkânı sunması gerekir. Şehit ailelerinin anlamlı ölüm ve değerlilik hislerini korumasına dikkat etmeliyiz. Yeni muhtemel diyalog süreçleri de bunun pekişmesini sağlayabilmeli. Bu başarılamadığı takdirde bir hiç uğruna nefret ve öfkeyle karşılaşmaya hazır olmalıyız. Tutulamayan yaslar değerlilik hissini azaltır, durumu olduğu gibi kabullendirmez ve güçlü görünmek duygusunu pekiştirir. Ürettiğimiz politikalar sevgiyi ve olduğu gibi kabullenmek ögesini de içermelidir.  Vatandaşlarımızın acılarını yatıştırabilecek bir yas ortamını üretecek devlet politikalarına ihtiyaç var. Duyguların açık ifadesine imkân tanımalıyız. Demokrasi dediğimiz de bu değil midir? Toplumumuzun başkalarının acılarını hissetmeye her zamankinden daha fazla ihtiyacı olduğunu görmek gerekiyor.