​ŞEYTAN TAŞLAMANIN İNCELİKLERİNE DAİR…

Adnan KARAKAŞ 04 Nis 2017

Adnan KARAKAŞ
Tüm Yazıları
Yüz Yıl Savaşlarından Otuz yıl Savaşı'na...

Yüz Yıl Savaşlarından Otuz yıl Savaşı'na... Yedi Yıl Savaşı'ndan Amerikan Bağımsızlık Savaşına... Siyasi birliği sağlama çabalarıyla at başı giden sömürge paylaşımı kavgası... Tüm bunlarla ilişkili Sanayi Devrimi... Hammadde ihtiyacı... Üretimdeki bolluğu tüketecek pazar arayışı... Bu olguların arasına sıkışmış kalmış sınıf mücadeleleri... Ve kaçınılmaz olarak dünya savaşı... Her olgu öncekinden devraldığı sorunu çözemeden sonrasına bırakmış... "dağdan aparılmış kar topakları" mısrası aklımda... İkinci Dünya Savaşı der demez Birinci Dünya Savaşı'nın akla gelmemesi imkânsız. Çift Kutuplu Dünya... Rusya'nın çöküşü ve yeniden yükselişi... Arada harap olan nice ülke... Yıkımdan, kıyımdan geçmiş nice millet ve nesil... Ortadoğu. Afrika... Ve biz..

Bu bir paradigma meselesi. Bu, günümüze rengini veren paradigmanın arka planı. Bu paradigmaya mercek tuttuğumuzda bir tarafta Vietnam çıkar karşımıza. Öbür tarafta Hiroşima, Nagazaki... Halepçe'ye ölüm elma kokusuyla ulaşır. Cezayir'de ölümün rengi Fransız... Yahudi soykırımından önce Almanya'nın Afrika'da işlediği soykırımlar. Sömürüye geç kalmış olmanın hıncıyla Namibya'da yerel halkı kıyımdan geçirir... Ve köle ticareti… İngiltere, Fransa, Portekiz, İspanya, İtalya ve Belçika... Her ülke, dolu dolu sabıka dosyasına verilen bir isim sanki... 

Mesele paradigma meselesi... Günümüze şeklini veren paradigma bu ülkelerin eseri. Kan kokusu uykularını kaçırıyorsa azizim, dön o ülkelere bir daha bak... 

Her şey bittikten sonra dönüp kurbanlarını anarak sempati topluyorlar. Barış diyorlar sonra... Barış sanki bir bilgisayar tuşu... Açıklamalarda barış sözcüğü âdetince bombalar patlıyor bir yerlerde. Bildiğimiz veya hiç bilmediğimiz yerlerde. Haberimizin oldukları kadar hiç bilmeyeceklerimiz de olacak. Barışı andıkça bombalar patlıyor bir yerlerde. Ve sonra bir dakikalık saygı duruşu... Kullanabildikleri Saddam demokratik teamüllere aykırılık teşkil etmezdi. Kaddafi de öyle. Ne zamanki kullanım süreleri doldu, bir paçavra gibi ateşe atıldı her biri. O ateş henüz söndürülmüş değil. Sadece Saddam ve Kaddafi mi? 

Demem o ki; biraz üzerlerine varırsak azizim, belki bir özür gelir. Bilmem ne milletlerden bir kınama çıkar. Özür ve kınama gelmezse bile endişeli olduklarına dair bir açıklama yaparlar en azından...  Uyandırdığı hüznün engellediği bir ironi durumu…

Demem o ki, Paradigmayı oluşturan unsurların her biri hayatımızın odağında... Olmazsa olmazlarımız arasında. Medya ve moda... Ekonomi ve banka... Faiz ve yatırımlar... Uluslar üstü şirketler ve uluslar üstü kavramlar... Meşruiyeti belirleyen, anlayışı şekillendiren kavramlar... 

Sen her gün kendine soruyorsun: Neden terörist dediğime terörist, darbe dediğime darbe, darbeci dediğime darbeci demiyorlar? Sandıktan istedikleri çıkmayınca demokrasinin kalitesi aşağı yönlü düşüş sergiliyor. Ve sen soruyorsun: Neden bunca çelişki. Cevabı basit aslında. Hem paradigmanın içindesin hem de bulunduğun zeminin sahiplerini sigaya çekmek istiyorsun. Bu da en nihayetinde gücü silahta, gücü parada aradığın, güçlü olmayı başlı başına bir amaç haline getirdiğin anlamına gelir. Çünkü güçlü olamazsan karşındakileri alt edemezsin! Karşıtlarınla buluştuğun nokta burası, buharlaştığın nokta. 950 kişiye karşı 305 kişinin zaferle çıktığı Bedir'i unuttuğunda buharlaşıyorsun. Diyorum ki, bastığın zemin ithal. Konuştuğun dil sana yabancı. Ve şeytanın kapsama alanında kalarak şeytanı değil, ancak kendini taşlarsın…