MÜKEMMELLİYETÇİLİK HASTALIĞIMIZ

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Başlı başına bir psikiyatrik uzmanlık alanı olduğu için konunun kişisel boyutuyla ahkâm kesmek haddime değil.

Ancak mükemmelliyetçiliğin sosyal tarafları konusunda kelâm etmek gerektiğini düşünüyorum.

“Ya 1 ya da 0” anlayışına oturmuş bir toplumsal yapımız olduğu söylenebilir. Bu genellemeye istisna oluşturacak bireysel örnekler olabilir, ama bu toplumsal yapımızın yansımalarına birçok alanda görebiliriz. Siyâsî tercihlerimizden eğitime kadar sayısız konuda mükemmelliyetçi davranıyoruz.

Siyâsî tercihlerimizi sâbit ve değişmez doğrular olarak tespit edip kendi doğrularımızı mutlak hakikat olarak görüyoruz. Bizim tercihlerimizi “1”, ötekilerin tercihlerini ise “0” olarak algılıyor ve önyargılıyoruz. Ya da en yanlışlıkta tercih değiştiriyoruz.

Sevdik mi tam seviyoruz, sildik mi bir kalemde siliyoruz. Sevdiklerimizi koyacak yer bulamazken, sildiklerimizin tozunu bile ortadan kaldırıyoruz. Bilinçaltımızın hijyen olması gerekirken steril olması için her türlü “duygusal kimyasal” maddeyi kullanmaktan geri durmuyoruz. Aksi yönde fikir değişikliklerimiz bile “1-0” uçlarında geziyor.

Çoğunluğu Müslümanlardan oluşan bir toplum olmamıza rağmen, orta yolu değil uçları tercih ediyoruz. Kutsal kitâbımız Kur’ân-ı Kerim’de tam yirmi beş farklı sûrede ve kırk defâ geçmesine rağmen, “orta yol” ile sanki hiç ilgimiz yokmuş gibi davranıyoruz. “Hâfız değiliz” diye mâzeretimiz olamaz, çünkü her Müslümanın mutlaka bildiği Fâtiha Sûresi’nde “ihtinas sırâtel müstakim” ifâde ile yer almaktadır.

Eğitimdeki Başarısızlığımız

On iki yıl zorunlu eğitim olan ülkemizde, Cumhurbaşkanımız gibi en üst makam olmak üzere herkes eğitim sistemimizden şikâyetçi. Bu kadar eksiği olan bir uygulamaya “sistem” denebilir mi, tartışılır! Ancak her öğrenciden her şeyi yapmasını isteyen ve bunu yaparken de ortalamanın üstünde olmayı teşvik eden bir eğitim anlayışımız var. Her ilkokul mezunu hem ressam, hem müzisyen, hem sporcu nasıl olabilir ki!

Tuttuğu futbol takımının her hafta gâlip gelmesini isteyen, her sınavda 100 almayı hedefleyen ama bunun mümkün olmadığını görünce ya sâdece kendini ya da kendisinden başka herkesi suçlayan bir insanın en büyük müsebbimi, bu çarpık eğitim anlayışıdır.

Dil Öğrenme Örneği

Dil, kültürün birçok özelliğini yansıtan bir unsurdur. Kültürün kodlarını kelime ve cümle yapısından, fonetiğe kadar birçok linguistik ögede görmek mümkündür.

Anadili olarak hangi dili konuşursa konuşsun, hiçbir insan konuşmayı öğrenirken gramer öğrenmez. Örneğin biz Türkçeyi öğrenirken annemizden “-di’li geçmiş zaman” ya da “fiil çekimleri” veya “sıfat tamlaması” gibi şeyler öğrenmeyiz. Okulda dilbilgisi öğrenene kadar bu konuların adını bilmeyiz, ama hiç zorlanmadan konuşuruz. O yüzden okuma yazması olmadığı hâlde Anadolu’nun bir köyündeki bir nine ya da dede derin anlamlar içeren öyle cümleler kurar ki, açıklamasını yapmak için dilbilim profesörleri sayfalar dolusu makale yazarlar.

Biz okullarımızda dilbilgisi öğretmeye çalışıyor ama kaş yaparken göz çıkartıyoruz. Onlarca kuralı yüksek not alıp sınıfı geçmek için ezberleyen öğrenciler, iki kelimeyi bir araya getirip yarım sayfa kompozisyon yazamıyorlar.

Bir de yabancı dil var

Anadilinin kurallarının dayanılmaz ağırlığı altında okumaktan ve yazmaktan nefret eden öğrencilerden, bunca yanlışlık yetmiyormuş gibi bir de “yabancı dil” öğrenmelerini istiyoruz. Bunu da “dünya dili İngilizce” safsatasıyla câzip hâle getirmeye çalışıyoruz. Türkçeyi “-di’li geçmiş”in ne olduğunu bilmeden öğrenen çocuk, üç-beş sene sonra “Simple Past Tense”’in kurallarını ezberlediği hâlde ne yazarken ne de konuşurken kullanamadığı için kendini âciz ve beceriksiz hissediyor.

Kapalıçarşı’da bir yıl tezgâhtarlık yapan herkesin en az iki veya üç tâne öğrendiği yabancı diller arasında en kolay olan İngilizceyi, dünyânın en zor dili olan Türkçeyi konuşan insanlar, on iki yıl zorunlu eğitimde öğrenemiyor!

İngilizce dilbilgisinin dibini sıyırma sevdâsına  kapılıp “Thank” mi, “tank” mi? “Three” mi, “Tree” mi gibi garâbet detaylara takılmanın arkasında gereksiz bir mükemmelliyetçilik vardır. Biz Türkçeyi bir seslendirme sanatçısı kadar mükemmel konuşmadığımız gibi, Londra sokaklarındaki insanlar da BBC spikeri gibi konuşmaz. Ama biz gırtlağımızda olmayan sesleri çıkarmaya çalışıp İngilizce öğrenemeyerek, her yıl milyarlarca liramızı ve telâfisi imkânsız yıllarımızı mükemmeliyetçilik hastalığı yüzünden israf ediyoruz.

Bir güncelleme de eğitimdeki kemikleşmiş hatâlarımız için gerekli gibi gözüküyor!