​LOZAN ANLAŞMASININ EKONOMİ POLİTİĞİ

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Şimdi rahmetli olmuş olan ve o dönemde kafasına fes takıp istanbulin redingot ve setre pantolon giyip elde bastonla dolaşmayı Müslümanlık zanneden bir ağabeyimiz Lozan tartışmalarında başı çekmekteydi.

Bizim sağ muhafazakâr gelenekte en büyük eksiklik başta tarih ve din kültürü bilgisinin eksik olması ve bu yetersiz bilgiyle insanların fikir sahibi olduklarını zannetmeleridir. Buna en güzel örnek Lozan Anlaşması etrafında yapılan tartışmalardır. Şimdi rahmetli olmuş olan ve o dönemde kafasına fes takıp istanbulin redingot ve setre pantolon giyip elde bastonla dolaşmayı Müslümanlık zanneden bir ağabeyimiz Lozan tartışmalarında başı çekmekteydi. Bu ağabeyimiz Lozan’ın bir mağlubiyet olduğunu söylemekte, Sevr anlaşması diye bir şey olmadığını, İstiklâl Harbinin olmadığını ve/veya bir aldatmaca olduğunu, Lozan Anlaşması’nda İngilizlerin istediklerinin olduğunu ve İslâm Devleti ile Hilâfetin Merkezi olan Osmanlı’nın yıkılıp İngilizlerin istediği laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğunu söylemekteydi. Dileyen youtube’da hâlâ duran ilgili ağabeyimizin cumartesi sohbetlerini dinleyebilir.

Sonra ahali arasında kahvehane köşelerinden kendini “İslâmcı olarak” niteleyen TV programlarına kadar bir şâyia yayıldı: Lozan’ın gizli maddeleri… Bu beyzadelere göre Atatürk İngilizlerle anlaşmış, onların istediği gibi Osmanlı Hanedanı’nı göndermiş, Hilâfeti ve Saltanatı kaldırmış, İslâm Dinini toplum hayatından çıkarmış ve 100 yıl boyunca madenlerimizi ve doğal kaynaklarımızı kullanmama sözü vermişti. Koca koca adamlar buna inanıp “2023’te Lozan’ın hükmü bitecek ve biz petrol çıkarabileceğiz, Türkiye’nin gücüne güç katılacak!” deyip heyecanla beklemekteydiler. Alın, 2023 geldi işte, Lozan Anlaşması yüz yılı doldurdu… Nerede gizli maddeler? Nerede altın, elmas ve petrol? Tabii ki bu petrol meselesi milleti Atatürk ve Cumhuriyet hakkında şüpheye düşürmek için söylenen boş lakırdılardan ibaretti. Ama Lozan’ın gerçekten bir ekonomi politiği vardı…

Bugün ilk önce şu soruları cevaplayacağım: “Lozan bir mağlubiyet miydi?”, “Osmanlı Hilâfet ve Saltanatı İngilizler için bir tehdit miydi?”. Sonra da, o dönemde, İngilizlerin – ve onların hempası diğer emperyalistlerin - en fazla canını yakan şey olan Lozan’ın ekonomi politiğinden bahsedeceğim. 

LOZAN BİR MAĞLUBİYET MİYDİ? 

Lozan Anlaşması ne bir mağlubiyettir, ne de galibiyettir. Zafer Sakarya Meydan Muharebesi ve Başkumandan Meydan Muharebesi’nde şehit kanları, gazilerin azmi ve Türk Milletinin iradesi ile kazanılmıştır. (Başkumandanlık Meydan Muharebesi tabirinin uygun olmadığını, Başkumandan Meydan Muharebesi denmesi gerektiğini Fahrettin Altay Paşa kendi sözleriyle beyan etmiştir, DMD) İngiliz maşası Yunan ordusu, onu takip eden Rum palikaryaları arkalarından kepazelik ve rezaletler bırakarak korkuyla kaçarken onların taraftarı İtilâfçılar, İslâmcı ve ayrılıkçılar ile İngilizlerden maaş alan hainler kaçacak delik aramıştır. Lozan sadece askeri zaferin bir tescilidir. Nokta.

OSMANLI HİLÂFET VE SALTANATI İNGİLİZLER İÇİN BİR TEHDİT MİYDİ?

Bizim saçı sakalı ağarmış İslâmcı ağabeylerimiz İslâm ülkelerinin İslâm Hilâfeti altında birleştiği takdirde Batı emperyalizmine karşı birlikte direneceklerini düşünürler. Onlara göre, Atatürk’ün hilâfeti kaldırması İslâm ülkelerinin çil yavrusu gibi dağılıp gavurun oyuncağı olmasına yol açmıştı. Bu yüzden İslâm’ın birliğini ve izzetini savunacak, İngiliz sömürgesi altındaki Müslüman milletleri ayağa kaldıracak Padişah’ın ve Halife’nin varlığı İngilizler için büyük bir tehditti. Lozan Anlaşması’nın “gizli maddeleri gereğince” Atatürk İngilizlerle anlaşmış, saltanat ve hilâfeti kaldıracağına söz vermiş, milleti dininden uzaklaştırmıştı. Bunu dinleyen ve hiçbir tarihi malûmatı olmayan sıradan vatandaşlar şöyle düşünebilir: Saltanat ve hilâfet kaldırıldığı için Hindistan, Mısır ve Arabistan’da İngiltere sömürge kurabildi! Ama acı tarihi gerçekler tam tersini söylemektedir: İngiltere 1858’de Hindistan’ı, 1882’de Mısır’ı ve 1914 sonrasında bugünkü Irak, Ürdün, İsrail ve Filistin, Suudi Arabistan, Yemen ve Körfez Emirliklerini sömürgeleştirdi. Bu tarihlerde Ankara basit bir Anadolu kasabası, İstanbul da saltanat ve payitahtın merkeziydi. Birinci Dünya Savaşı’nda Sultan Reşat İngilizler ve müttefiklerine karşı Cihad ilan etmişse de, Araplar bırakın cihada katılmayı İngilizlerle bir olmuş bize karşı savaşmıştır. İstiklâl Harbi sırasında Atatürk ve arkadaşlarını eşkıya, Allahsız kitapsız, farmason ve Bolşevik ilan eden Şeyhülislâmlık fetvaları da, Yunan Ordusunu Pâdişahın Ordusu gibi tanıtan İslâm Teali cemiyeti broşürleri de ve İstanbul’daki İngiliz idaresi de Padişah ve Halife’den gayet memnundu. Onlar için Padişah ve Halife Müslüman ülkeleri kolaylıkla idare edebilmek için kendi ellerindeki kullanışlı bir araçtan ibaretti. Onların asıl rahatsız olduğu Sevr Anlaşmasını kabul etmeyip istiklâl ve hürriyet için savaşan Gazi Mustafa Kemal Paşa, TBMM ve Türk Ordusu idi. Nitekim Kuva-yı Milliye başta Hindistan olmak üzere bütün İngiliz sömürgelerinde bağımsızlık isteğini canlandırdı. 1960’lara geldiğimizde artık “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” yoktu.

LOZAN’IN EKONOMİ POLİTİĞİ

Emperyalizm aşamasına gelmiş kapitalizm sadece kapitalist toplumlarda emeğin sömürülmesini içermez; bunun da ötesine gider ve merkez kapitalist ülkelerin diğer ülkeleri pazar haline getirip onların kaynaklarını gasp etmesini de içerir. Buna uluslararası sömürü adı verilir. Emperyalist sistemde bir ülkenin yönetimini doğrudan emperyalistlerin elinde tutması zorunlu değildir. Eğer o ülkeler uluslararası sermayeye teslim olmuş, toprakları, doğal kaynakları, mali sektörleri ve sanayileri uluslararası sermayenin güdümüne girmişse siyasi yönetimlerin “yerli ve milli” olmasının bir mahzuru ve önemi yoktur. 

Osmanlı’nın son döneminde duruma bir bakalım: Bütün Balkan vilâyetlerinde ekonomik ve ticari ilişkiler Avusturya ve İtalya, Irak, Hicaz ve Yemen İngiltere, Suriye ve Lübnan Fransa etki alanındaydı. Yani ana ticaret ve finans merkezleri olan Selânik, Beyrut ve Basra’da yabancı firmalar ve onların temsilcisi yerli Hristiyan tüccarlar hâkimdi. Yüzyıllardır kabul edilmiş ve zamanla genişletilmiş kapitülasyon hakları ile yabancı tüccar ve firmalar her türlü ayrıcalıkla imparatorluk ekonomisinde istedikleri gibi at oynatmaktaydılar. Ziraat Bankası haricinde bütün bankalar yabancı sermayeli, yöneticileri yabancı ve çalışanları da yerli Hristiyanlar idi. Osmanlı Bankası ki, İmparatorluğun Merkez Bankası konumunda idi, Fransız şirketiydi yöneticisi de İngiliz’di. Düyûn-u Umumiye idaresi devletin bütün vergi idaresini, devletin tekellerden elde ettiği geliri kontrol etmekteydi. Madenlerimiz, limanlarımız, demiryollarımız yabancı firmalar tarafından işletiliyordu. Türk ne iş yapardı? Asker olup vatan için şehit düşerdi ve köylü olup müstevliler için ekin ekerdi. 

Lozan Anlaşması kapitülasyonları kaldırdı. Yani yukarıda bahsettiğim yabancı şirketlere verilen bütün ayrıcalıkları ortadan kaldırdı. Düyûn-u Umumiye İdaresi kaldırıldı. Lozan’ın akabinde genç Cumhuriyet limanları, madenleri ve demiryollarını millileştirdi. Tam anlamıyla “yerli ve milli” ihtisas bankaları kurdu. TCMB’yi kurdu. Cumhuriyet Osmanlı’nın borçlarını da kuruşu kuruşuna ödedi. Lozan Anlaşması’nda verilen tek iktisadi taviz, 1929 yılına kadar milli gümrük uygulamasına gidilmemesi idi. 1929’da gümrükler yabancı mallara karşı yükseltildi. 

Lozan emperyalistlerin Türk ekonomisi üzerindeki iğvasını kırmıştır. Sayın Bahçeli’nin deyimi ile “Hans, Sam, Toni, Coni, Herkel ve Frank’ın alayına” hiç unutamayacakları bir tokat atmıştır. Emperyalistlerin güdümündeki yarı-sömürge ekonomisini “milli ekonomiye” dönüştüren adımları başlatmıştır. Bugün Lozan’a karşı çıkanların yüz sene önce karşı çıkanlarla benzerliği ise düşündürücüdür: İslâmcılar, tarikatçılar, PKK’lılar, “sözde” soykırım savunucuları ve vatansız solcular. Lozan’ı savunanlar da yüz yıl sonra yine aynı kişilerdir: milliciler ve vatanperverler. 

Allah Atatürk ve arkadaşlarına rahmet eylesin.