KALKINMA, KARMA EKONOMİ VE SABRİ ÜLGENER

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
İki önceki yazımda Sabri Ülgener'in iktisadi bakış açısını belirleyen üç kaynaktan bahsetmiştim: Hansen üzerinden Keynes iktisadı, Schumpeter ve Alman Tarihçi okulu.

Cuma günü işlerimden dolayı yazamadım. Nasip bugüneymiş. Sabri Ülgener’in bir sosyolog olarak “neden Türk Osmanlı cemiyetinin geri kaldığına yönelik” görüşlerimi bir önceki yazımda dile getirmiştim. Sabri Hoca, Weber’in Protestan Hristiyanlık ile kapitalizm arasında kurduğu ilişkinin bir benzerini Türk Osmanlı uygarlığında Melamilik ile kurmaya çalıştığını anlatmıştım. Tersten giderek kendi deyimiyle “batınî tasavvuf” olarak tanımladığı zihniyetin İslâmın kaderci, içe kapalı ve dışlayıcı bir toplumsal ve iktisadi yorumuna kaynaklık ederek sermaye birikimini ve girişimcilerin yetişmesini engellediğini, bu yüzden de bizde bize özgü bir ticaret toplumu ve kapitalizm oluşmadığını söylemekteydi. Tabiri caizse, Sabri Hoca, sosyolojik yöntemi kullandığı eserlerinde “geçmişte bize ne olduğunu” tartışırken, iktisatçı olarak “Bundan sonra ne yapmalıyız?” sorusuna cevap aramaktaydı. Bugün Hoca’nın iktisatçı olarak görüşlerine yer vereceğim.

İki önceki yazımda Sabri Ülgener’in iktisadi bakış açısını belirleyen üç kaynaktan bahsetmiştim: Hansen üzerinden Keynes iktisadı, Schumpeter ve Alman Tarihçi okulu. Burada konuya ilgili ama yeterince müktesebatı olmayan okuyucularım için ilk önce kısaca bu kaynakları tanıtayım. Daha sonra Sabri Hoca’nın bu üç okulu nasıl bir terkipte birleştirdiğinden bahsederiz.

KEYNES VE KEYNESGİL İKTİSAT: EKONOMİYE DEVLET MÜDAHALESİ

John Maynard Keynes Victoria Devri asilzadelerinden biridir. Ancak düşünsel olarak Victoria Devrindeki hâkim tutucu bakış açısını taşımaz. O 20’inci Yüzyılda değişen iktisadi ve siyasi şartlarda hem kapitalist toplumun devamını sağlamak hem de var olan iktisadi anlayışın (Neo Klasik Okulun bakış açısı, DMD) kapitalist toplumun işleyişinin genel kurallarını tanımlamak için yetersiz olduğunu göstererek eksiklerini tamamlamak ister. Siyasi olarak ne Muhafazakâr Partili’dir, ne de (bizde bazı tatlı su solcularının zannettiği gibi) İşçi Partili’dir. Ancak dönemin bağımsız aydınları ile istişare içinde bulunan, liberal aydın ve düşünürlerle arkadaşlık eden bir akademisyendi.  Bugün iktisat ve iktisatçı (veya Amerikan İngilizcesinden dublaj haliyle “ekonomist”) deyince insanların aklına gelen faizler, döviz kurları, hisse senetleri ve tahviller, para ve maliye politikası gibi kavramların hemen hemen hepsi Keynes öncesinde ya iktisadın konusu olarak kabul edilmezdi ya da içleri farklı bir manayla doldurulup sunulurdu. Böyle olunca, iktisadi faaliyet düzeyindeki dalgalanmalar, iş hayatını sekteye uğratan krizler ve benzeri olumsuz süreçleri anlayıp yönetmede yetersiz kalan bir iktisat teorisi vardı. Bu teori akademik olarak Neo Klasik Okul olarak adlandırılmakta ve bugün iktisat branşlarından sadece biri olan Mikro İktisat temeline dayanmaktaydı. Mikro iktisat, temel olarak, bireylerin tüketim ve tasarruf kararları ve firmaların üretim ve yatırım kararları ile ilgilenir. Bir ekonominin toplam tüketimi, toplam yatırımı, enflasyon ve işsizlik gibi kavramları açıklayacak, bir ekonomiyi bütün olarak ele alabilecek bir bakış açısına, kurallar bütününe ve analiz araçlarına sahip değildir. İşte Keynes kendi çağında (1930-1946 arası) bütün bu eksiklikleri görmüş ve kendince bu sorunlara bir çözüm getirmiştir. Bugün Makro İktisat kuramının kurucusu Keynes’tir, ancak bugünkü Makro İktisat Keynes’in takipçileri ve yer yer de karşıtlarının yaptığı katkılarla zaman içinde oluşmuştur. Keynes kısaca kapitalist bir sistemin kendi doğası gereği istikrarsız olduğunu, yüksek işsizlik veya yüksek enflasyon üretmeye eğilimli olduğunu, bu aksaklıkların giderilmesi için de devletin elindeki araçlarla (para ve maliye politikası) ekonomideki toplam talebi yönlendirebileceğini söyler. Analizi kısa dönemlidir, belirsizliğe, sürü psikolojisine ve parasal büyüklüklere önem verir ve uzun dönemli reel büyüme kapsama alanı dışındadır. Keynes’in aristokrat ağzıyla yazdığı ve karmaşık ilişkiler barındıran Genel Teori adlı eserinden üniversite müfredatında öğrencilere öğretilebilecek basit sistem ise Alvin Hansen tarafından üretilmiştir. Sabri Hoca Keynes’e onun vasıtasıyla ulaşmıştır.

JOSEPH ALOIS SCHUMPETER VE GİRİŞİMCİNİN ÖNEMİ

Schumpeter bir bakıma okullar üstü bir iktisatçı olarak görülebilir. Avusturyalı olmasına rağmen Avusturya Okulundan farklı olarak, kapitalist sistemin tarihsel, teknolojik ve toplumsal sebeplerden dolayı sürekli bir değişim ve dengesizlik içinde olduğunu söyler. Neo-Klasiklerin ve Avusturya okulunun ekonomiye ve toplumlara statik bakışına alternatif olarak Alman Tarihçi okulundan beslenir. Dinamik, sürekli değişim merkezli ve inovasyona dayalı bir iktisat kuramı inşa eder.

Schumpeter’in çalışmaları içinde en fazla öne çıkanları ki Sabri Hoca’yı da etkileyen düşünceleri de buradan neş’et eder, girişimciye ekonomik işleyişte çok büyük bir önem atfetmesi ve konjonktür teorisidir. İktisadi olayları ne Walras ve Neo Klasikler gibi değişimin olmadığı, her zaman dengenin sabit olduğu statik bir yaklaşımla modeller, ne de Keynes gibi kısa dönemli, belirsizlik ve sürü psikolojisine dayalı bir dengesizlik modeli kurar. Schumpeter, ekonomide büyük kitlesel değişimlerin uzun dönemde teknolojik paradigma değişikliklerine bağlı olduğunu, teknolojik paradigma değişiminin ise girişimci sınıfından kaynaklandığına vurgular. Keynes kısa dönemde devlet müdahalesiyle iktisadi dalgalanmaların kontrol altına alınmasını araştırırken, Schumpeter iktisadi dalgalanmaların uzun dönemde kaçınılmaz olduğunu ve esas olanın sağlam bir girişimci sınıfı yetiştirmekte bulunacağını söyler. Her şeyin düzgün gittiği (yani piyasa kurallarının tam işleyip krizlerin olmadığı) bir ekonomide kısa dönemde belli bir teknoloji altında Walras’ın tanımladığı ideal denge gerçekleşebilir. Ancak fiziki sermayenin (üretimde kullanılan makine ve teçhizat) yenilendiği 8-11 yıllık, altyapı sermayesinin yenilendiği 18 – 25 yıllık ve teknoloji değişimlerinin gerçekleştiği 45-60 yıllık dönemlerde ekonomik dalgalanmaların olması kaçınılmazdır. Schumpeter kapitalist ekonominin yaşayabilmesi için krizlere ihtiyaç duyduğunu, krizlerde başarısız, verimsiz ve yaratıcı olmayan sektör ve firmaların battığını ve yeni sektörlerin doğduğunu söyler. Her kriz sonrasında kapitalizmi yeniden daha hızlı büyüten de girişim gücüdür. Buna yaratıcı yıkım adını verir.

Sabri Hoca Schumpeter’den girişimci sınıfın önemini ve kapitalizmin dengesizliklerden beslenip dengesizlikleri yol açtığı sonucuna ulaşır.

ALMAN TARİHÇİ OKULU

Schumpeter’in de bir takipçisi olduğu, aralarında Schmoller gibi bir iktisatçının, Sombart gibi bir iktisatçı ve sosyoloğun ve Weber gibi bir sosyoloğun da bulunduğu Alman Tarihçi Okulu’na göre insan topluluklarının davranışı ve iktisadi olgular hakkındaki temel bilgi kaynağının tarih olduğu, iktisati olgu ve süreçlerin kültüre spesifik olduğu, bütün zaman ve mekânlar için genel iktisat kurallarının bulunmadığı temel görüşlerini savunur. Alman Tarihçi Oklunu göre Neo-Klasikler, Keynesgiller veya Marksistler’in savunduğu gibi iktisadi teoremlerin evrensel geçerliliğini reddeder. Ana akım iktisatta olduğu gibi matematiksel modellemeye ve mantığa dayalı bir yöntem kullanmaz, bunun yerine tarihi bilgilere ve istatistiğe önem verirler.

Alman Tarihçi Okulu’nun düşüncelerini dayandırdığı iktisatçı List’tir. List kendi döneminde İngilizlerin dayattığı serbest ticarete karşı korumacılığı savunmuştur. Çünkü Almanya henüz o dönemde yeterli sermaye birikimine sahip değildi. Aynı zamanda List sosyal politikalar yoluyla fakir sınıfların desteklenmesini de savunurdu.

ÜLGENER’İN SENTEZİ

Sabri Hoca Cumhuriyet’in yetiştirdiği ilk akademisyen kuşaktandır. Cumhuriyetin kuranlara göre bir daha emperyalistlere esir düşmemek için Türkiye’nin onların silahlarıyla silahlanması gerekmekteydi. Bunun için Cumhuriyet’in önceliği beşeri ve iktisadi kalkınma, ya da daha somut bir şekilde ifade edersek, sanayileşme ve şehirlileşme idi. Sabri Hoca nedenlerini incelediği ve açıklamaya çalıştığı Türk Osmanlı cemiyetinin yaşam gücünü kaybetmesi süreci sonucunda, yeniden ayağa kalkması için, yani şehirlileşebilmesi ve sanayileşmesi için, gelişmiş Batı toplumlarını temel alan modellerin işlemeyeceğini düşünüyordu. Türkiye’nin şartlarında serbest piyasa ekonomisi işlemezdi, çünkü birikmiş sermaye ve girişimci sınıfı yoktu. Bu yüzden serbest dış ticaretin de ülkeye bir faydası olmazdı, bunu Tanzimat döneminde zaten tecrübelerimizle biliyorduk. O zaman ne yapmalıydık? 1962 yılında yayımlanan “Milli Gelir, İstihdam ve İktisadi Büyüme” kitabında, ki bu aslında derslerde okutulmak için yazılmış bir kitaptır, Keynes’in savladığı politika uygulamaları yoluyla ekonomiye devlet müdahalesini ve yine Keynesgil gelenekten gelen Harrod ve Domar’ın planlı kalkınma için büyüme politikalarını savunmuştur. Burada ki ince fark da şudur: Devletçilik, ilk dönem Cumhuriyet şartlarında, sermaye birikim sürecini başlatmak ve bir girişimci sınıf oluşturmak için zorunlu bir uygulamaydı, bunu sosyalizmle karıştırmamak gerekliydi. Ancak Keynes’in Hansen tarafından basitleştirilmiş modelinin birçok açıdan gelişmekte olan ülke dinamiklerini yansıtmadığını da söylemekteydi. Bu yüzden devletçilik sadece kriz anlarında talebi arttırmak olarak anlaşılmamalıydı. Özel sektör ve kamu sektörü uzun dönemli planlar çerçevesinde eşgüdüm içinde çalışmalıydılar.  Yeterli sermaye birikimi oluştuğu ve dış dünyayla rekabete hazır hale gelindiğinde ise yine planlı bir şekilde dışa açılmalıydık. Aslında Sabri Hoca’nın savunduğu iktisat modelinin kendi şartlarına uygun bir versiyonunu başta Kore ve Çin olmak üzere Asya ülkeleri uygulamaktadır. Biz Hoca’nın yolundan mı gittik? Hayır, biz (1929-1950) arasındaki dönem haricinde, benim Neo-Tanzimatçı Model dediğim, mottosu “dışarıdan bol bol borç al, çatır çatır ye, borç ödeme vakti gelince de krize gir!” olan, dış borca dayalı büyüme modelini uyguladık. Neyse, buradan tekrar Hocamızı saygı ve rahmetle yâd edelim.