İSLAM DÜNYASI VE DEMOKRASİ

Tarık ÇELENK 03 Haz 2016

Tarık ÇELENK
Tüm Yazıları
Hıristiyan bir arkadaşım sormuştu, Kuran'da Tanrı bu kadar merhametli ve şefkatli tanımlanmışken peki neden bugünkü İslam dünyası bu kadar acımasız?

Hıristiyan bir arkadaşım sormuştu, Kuran’da Tanrı bu kadar merhametli ve şefkatli tanımlanmışken peki neden bugünkü İslam dünyası bu kadar acımasız? Bugün dünyamızda bireysel buhranlardan çıkış yolu “ İslam”’ı seçmektir dediğimizde insan için bir anlam ifade edebilir. Ancak insanlık düzeni için İslam gelmelidir dediğimizde ise başta ki soru gibi şu anda pek bir karşılığı olmayacaktır.

Çağımız insanının mistik eğilimleri güçlü, ancak kurumsal din ile de pek arası iyi değil. Allah’ın son Kitabı Yahudilik gibi güçlü kurumsal önerileri içeriyor. Son Peygamber’in yaşamına da bu yansımıştı. Kısaca özde ilahi dinler ve Kitaplar’ının kurumsal karşılıklarını(bu dinlerin) Şeriatları temsil ediyordu. Yani bütün semâvî dinlerde temel kurallar olarak kabul edilmiş olan; Din baskısının, insan öldürmenin, sarhoşluk verici ve uyuşturucu maddeleri kullanmanın, zinanın ve faizin yasaklanması; Din (İnanç), Nefis (Can), Akıl, Nesil ve Mal güvenliğinin sağlanması için gerekiyor..

Hz. Peygamber’in ( A.S ) vefatından hemen sonra başlayan iktidar mücadeleleri , bir insan ömrünü aşacak kadar sürdü. Sonuçlarında itikadi ( teolojik ) ve politik ayrılıklar, mezhepler doğdu. Bu mezhepler arasındaki ihtilaflar günümüzde de din uğruna yapılan acımasız savaşların temelini teşkil etmekte. Zihinlere de “hangi İslam?” sorusunu sıkça getirmekte. İslam’ın serüveninin gerçeğini anlamak için, bu bakış açısı tabi ki pek vicdani ve yeterli olmayacaktır. Halbuki insanlık tarihinin en iddialı medeniyetlerinden biri de,güzel örnekleriyle bu dönemlerde yaşandı.

İslam dünyasının ve medeniyetinin üstünlüğü dönemi, Aydınlanma çağı ile son buldu. Aydınlanma fikri yeni bir şey değildi. Kökleri eski Mısır ve Yunan’a dayanıyordu. İnsanın evrendeki konumu ve amacını farklı tanımlıyordu. Sanayi devrimi, sömürgecilik ve son olarak küreselleşme ile bizi tanıştırdı. Bu yeni dönem tartışmasız ABD, Britanya veya Avrupa’nın küreselleşen dünyayı yönettiği bir dönem oldu.

İslam Dünyası Osmanlı’nın yıkılışı ile sahipsiz kaldı. Batılı değerleri sözde savunan veya onlardan emir alabilen baskıcı yönetimlerle devam etmeye çalıştı. Kaynaklarını bu yöneticiler üzerinden, hep yeni sömürgecilere kullandırdı. Halklar ise değer ve geleneklerini avami düzeyde korudular. Batıya karşı çıkan geleneksel ve entelektüel yapılar, batılı kavram ve değerleri aşan bir paradigma (bakış açısı) üretemediler. Radikalizme, konformizm (uyduculuk), içe kapanmacılığa, defansizme (savunmacılık)veya oportünizme (çıkarcılık) yöneldiler. 

Sovyetlerin Afganistan hezimeti ve dağılması İslam dünyası için yeni bir evre oldu. Irak müdahalesi ve Arap ayaklanmalarından sonra İslam dünyasında eski dönem tarzı yöneticiler değişmeye başladı. Ortadoğu’da batı müdahalesine öfke, küresel ölçeğe yayılan büyük bir radikalizmi tetikledi. Malezya, Mısır ve Endonezya gibi ülkelerde iktidara gelen İslam’ı savunan siyasetçiler adalet ve yolsuzluk sınavından geçemediler. İslam’ı savunmak, bir kalkınma ideolojisine ve güç mücadelesine dönüştü. Bu nedenle köktendinci yaklaşımlar daha da meşruiyet kazandı.

Bugün İslam dünyasında, dünya ortalamasının üstünde büyük bir genç nüfus vardır. Savaşlar ve göçlerle büyük yer değiştirmeler yaşanmaktadır. İnsanlar refahtan önce,güvenliği ve adaleti özlemektedirler. Bunu da kaçınılmaz, katılımcı demokrasinin kayıtsız şartsız yaşandığı batı ülkelerinde olduğunu görmektedirler. Oralarda göç ederek yaşamak, bu kitleler için bir rüya/amaç haline geldi. Türkiye dahi, bu kadar demokrasi sorunlarına rağmen, bu dünyanın tek yaşanabilir önemli bir ülkesi konumunda. İslam dünyası halklarının hukukun üstünlüğü, güvenlik, ibadet özgürlükleri ve ilahiyat eğitimleri gibi konularda  ihtiyaçlarını, bugün ancak batılı gelişmiş demokrasiler sağlayabiliyor.

Geleneksel ulemadan bir kısımı demokrasiyi küfürle bir tutuyorlar, ama anti tez üretmeme kolaycılığını seçiyorlar. Bir Hoca efendinin, demokrasi yüzmüş, yüzmüş ama İslam’ın kıyısına bile gelememiş ifadesi kulağımı hala çınlatmaktadır. İslam medeniyetinin değerlerinin tekrar canlanmasına, tüm dünyanın ihtiyacı var. Bu bugünkü İslam dünyasıyla mümkün gözükmüyor. Bu nedenle demokrasiye karşı olmayı bir itikat (inanç sistematiği) meselesi haline pratikte getirmemek gerekiyor. En azından şimdilik.

Şeriatın başta ifade ettiğimiz ana unsurlarının- temel prensiplerinin, demokrasi ve insan hakları kavramlarıyla çelişmeyeceğini kabullenme durumundayız . İslam dünyasının  bugünkü ahlak ve entelektüel yapısıyla haddini bilmesi zorunluluktur. Bu uğurda politika yapanların,  İslamı getiremeyeceklerini ancak İslam’ın değerlerine hizmet etmeleri gerektiğini idrak etmeleri gerekiyor.