​İDLİP!

Adnan KARAKAŞ 06 Nis 2017

Adnan KARAKAŞ
Tüm Yazıları
Çocukken bir arkadaşım vardı.

Çocukken bir arkadaşım vardı. Aynı mahallede oturuyorduk. Evimizin karşısında halkın sarı okul dediği Atatürk İlkokulu’nun bahçesinde top oynardık. Arkadaşlığımız da o maçlara dayanıyordu sanırım. Ağustos ortasında, güneşin hararetini dindiren bir ikindi vakti babamla dükkânda otururken ölüm haberini almıştık. Bisikletiyle bir otomobilin altında kalmıştı. Bisikletime atlayarak olay yerine gitmiştim. Üzeri gazeteyle örtülmüştü. Ama elleri ve ayakları dışarıda kalmış. Asfaltta kan lekeleri. Ve her teki bir tarafa savrulmuş terlikleri... İkiye katlanmış bisikleti. 

Aklımda beliren mısralar: "ve işte öyle oldu/köye ilk gelen jipin altında/arkadaşından fışkıran kan da/yine öyle bağırarak kalkıp/ve böyle başladı saçlarının isyanı" 

Kenarlarına uçmaması için taş konan gazete sayfaları. Kan lekeleri... Öylece bakakalmıştım. 

***

Önümdeki bilgisayar ekranına sürekli fotoğraflar düşüyor. Yine bir bilgisayar ekranıyla hedef seçilen ve bir tuşa dokunuşun yol açtığı zulümden fotoğraflar. Bakılacak gibi olmayan nice fotoğraf. Acıları dondurup, ölümü dondurup, soluksuz kalmanın ne menem bir şey olduğunu dondurup yüzümüze yüzümüze çarpan fotoğraflar...  

İnsanlık dışı mı, evet. İnsanlık için utanç mı, evet. İnsanlık suçu mu, evet. Kabul edilemez mi, evet kabul edilemez. Peki ya sonra...

Aklınıza gelen bütün tepki sözcüklerini art arda sıralayın, tepkinizi abartabildiğiniz kadar abartın, gidebildiğiniz kadar ileri gidin, yine de hiçbir şeye karşılık gelmeyecektir. Acının, soluksuz kalmanın, ölümün fotoğrafları dediğimiz kareler o insanlara yaşatıldı çünkü. Gösterdiklerinden, gördüklerimizden bin beter acımasızlıklar yaşatıldı o insanlara... Yaşatılıyor...

Neden mi? Alt üst edilmiş, taş üstünde taş bırakılmamış bir ülke üzerine üşüşmüş akbabaların çıkar kavgaları yüzünden. Dengeler, stratejiler, rekabet... Kazanma hırsı... İnsan hakları söylevleri eşliğinde "sivilleri yanlışlıkla vurduk" açıklamalarının bini bir para artık.   

Dün bir başka katliamın altında imzası bulunan akbabaların biri toplantı talep eder. Hemen sonraki güne toplantı konur. Bugün katliam yapan da yarın rakibinin yaptığı katliam için toplantı talep edecektir. Toplantı dedikleri şey de ölüm oyununun bir parçası. Toplarının, füzelerinin, kimyasal silahlarının hedefindeki insanlar için sonucu değiştirecek bir adım atmayacaklardır hiçbir zaman... Oyun böylece sürüp gidecektir.

***

İdlip ilk değil, son olması hepimizin en büyük temennisi ama, son da olmayacak. Oradan gelen görüntülere, fotoğraflara bakamadım. Bir şey yapamamanın utancından, umarsızlığından bakamadım. 

O acımasızlığın gizli failleri arasında bulunduğumuz için bakamadım. Failin adı ABD’dir, Rusya’dır, Avrupa’dır, İran’dır… Hepsinin üzerinde oynadığı ipin ucu bizim elimizde. İpte dehşetin çıtasını, tahayyül edilemeyecek kadar yukarı çıkarılmış olmasına rağmen, daha da yukarı çıkarmak için aralarında bir yarış var sanki. Acımasızlıkta ne kadar ileri gidebileceklerini ispata dayalı bir yarış bu. En büyük güvenceleri ise, konfor... Rahatlık... Yeryüzü cenneti... Bu hayat tarzını yaşamak isteyenler çoğaldıkça dünya daha da yaşanmaz bir yer haline geliyor. Ve bizler o hayatın müdavimleri. Oltaya takılan yeme tamah edenlerin sayısı zulmün rengini, yoğunluğunu belirliyor. 

Buna karşı belki bir çocuk gamsızlığına, saflığına ve tecrübesizliğine ihtiyacımız var. Ezberleri tekrarlamak yerine başka bir dünyanın imkânlarını düşünmek ve araştırmak için. Acımasızlıkta yarışanlara karşı merhamette yarışmak için... Zulümle kurdukları ve korumaya çalıştıkları yeryüzü cennetlerini cehenneme yuvarlamak için. Ellerini korutmak için zalimlerin, ellerini. Orada utançtan, umarsızlıktan bakılamayan fotoğraflar bulunmuyor… Ve öğrenilmiş kavramlar, korkular ve konfor da yok. Zalimlerden merhamet dilemektense bir yerden başlayalım, buradan başlayalım…