HOCA'NIN MİSYONU VE POLİTİK GERÇEKLİK

Tarık ÇELENK 05 May 2016

Tarık ÇELENK
Tüm Yazıları
Yetmişli yıllarda ortaokul sıralarındayken hocamız bu sınıflardan Başbakan, Cumhurbaşkanı çıkacak derdi. Lise yıllarında ergenlik çağımızın sonlarında Vatan kurtarmaya Sağ cenahta soyunurduk.

Yetmişli yıllarda ortaokul sıralarındayken hocamız bu sınıflardan Başbakan, Cumhurbaşkanı çıkacak derdi. Lise yıllarında ergenlik çağımızın sonlarında Vatan kurtarmaya Sağ cenahta soyunurduk. Arkadaş grubumuzun içinde bu misyonu gerçekleştirecek geleceğin büyük adamları olabilecek mi?  O kadar talihli olabilecek miyiz diye kendimce sorgulardım. Davutoğlu ile karşılaşmam 1974-75’lere kadar dayanır. Cağaloğlu’nda Pınar dergisinde toplantılara o zamanki elit muhafazakar çocukları arasında parıldayan genci, bir Anadolu-Sultanhamam esnafı’nın pırıl, pırıl evladı olarak katılırdı. Devamlı dayak atmak veya dayak yemekle meşgul olan sağ grupların o dönemler pek konuşmaya, düşünmeye vakitleri olamıyordu. Kavgaya bulaşmayanlar için öteki her zaman yabancılaştırılmıştı. Ahmet bey bu anlamda müstesna sıradışı idi. Bu kalıpları özgüveni ve birikimiyle de  kırıyordu. Bakıldığında erken gençliğimde zihnimde müstesna bir yeri vardı. Yaklaşık 15 yıl sonra karşılaştığımızda birbirimizi çok iyi hatırlayacak kadar da belleklerimize yerleşmiştik.

Subayken, Bilim Sanat’ta tekrar karşılaştığımızda Milli Güvenlik Akademisi’nde de ders veriyordu. Bu onun Devlet Telakkisi’nin 28 Şubat şartlarına rağmen askerde karşılığının olduğunu gösteriyordu. O zaman anladım ki, misyonunu hiçbir zaman bırakmamış kararlılığı ile yürüyordu. Biz o yıllar da Boğaziçi’ni özel okul olarak görürdük. İdari bilimler bölümü bizlerde herhangi bir çağrışım yapmazdı. Ahmet bey bu okul, Mısır ve  Malezya’da kariyerine devam etmişti. Belki de en önemlisi Misyonu’nun tecessüm ettiği yer Bilim Sanat Vakfını ( BSV )  kurmuştu. Bu süreçlerde, en az onun kadar bilinçli olan babası, akrabaları ve saygın sıra arkadaşının desteğini hep almıştı. BSV aslında Hoca’nın kafasında ki İslam dünyası ve medeniyetinin  profan dünyaya alternatif paradigma üretileceği yerdi. Burada seküler yapıda üretilemeyen ilim ve irfan yeniden canlandırılacaktı. 28 Şubat vb nedenlerden  eğitimden çeşitli nedenlerle mahrum edilen yetenekli gençlere ilgili alanları da açılıyordu. Zamanla gelişen atölye çalışmaları, burslarla yurt dışında okullara gönderilen gençler burayı önemli bir merkez haline getiriyordu. Gerçi tüm kapalı yapıların  kurucu unsurlarının biz ve ötekiler ayrıcalığı buraya da yerleşmişti. Ancak bu bile bu yapıya gölge düşüremiyordu.

2002’de Anadolu muhafazakar hareketi’nin  ANAP ve RP’den sonra vücut  bulduğu AK Parti kurulmuştu. Parti’nin merkezi RP’sinin başarılı belediye yöneticileri, ilgili bürokratlar ve eski merkez sağ politikacılardan oluşuyordu. 11 Eylül yeni olmuş ABD Irak’a müdahaleye hazırlanıyordu. Uluslar arası ilişkileri iyi bilen milli yorumlayan, güvenilir aileden birine ihtiyaç vardı. Burada ilk yanlış yapıldı ve Ahmet hoca BSV’dan dolaylı da olsa koparıldı. Bu kopuş, sırf olgunlaşmakta olan BSV’nın misyonuna zarar vermedi, burada yetişen İslam dünyasının önemli entelektüel adaylarını  çok da iyi tanımadıkları günlük politik sörflerinin içine çekerek misyonlarını bitirdi. Ahmet bey’in işi  bir miktar daha kolayca gitti, zira politikanın acımasız  rekabetçileri kendilerine henüz Hoca’yı rakip göremiyorlardı. Hoca’nın danışmanlığının etkisi; ABD askerine izin verilmemesi AB, Suriye ve Yunanistan, İran ile ezber bozan ilişkiler, uzlaşmayanların arabuluculuğu vb konularda ilk olumlu etkilerini hemen gösterdi. Türk Sağı’nın  belki yıllardır hayalin/fantazilerini  kurduğu sloganlardan bir adım öte indiremediği konuları, Hoca  teorik modellemeleri ile soğuk savaş modeli geleneksel politikalarımızın  bir adım önüne geçmişti.

Stratejik derinlik, sıfır sorun ve ritmik diplomasi bu başarılar ardından referans gösterdiği veya ürettiği tanımlamalardı. Konulan modelin dinamik değişkenlere karşı bir bağışıklığının olmaması , sivil topluma kapalı olması, ekonomik iş birlikteliği bileşenin olmaması, emperyal vizyonunun eksik olması ( Bahreyn de ki Şiilerin dışlanması ) gibi eksiklikleri mevcuttu. Ama herşeye rağmen bu model Hoca’nın tabiri ile soğuk savaş koşullarının işlediği  alanlarda ve kendi danışmanlığı süresince işlemişti. Ahmet beyin bakanlığa gelmesi ve ardından Arap Baharı’nın başlamasını aynı zeminde ancak iki farklı açıdan yönetimsel ( işletme ) ve teoriksel  ( modeline ilişkin ) incelemek gerekir. Öncelikle  risk tanımadan  geçen akademik bir hayatı yaşayan birinin  iyi bir işletme yönetebileceği, zamanı verimli kullanabileceği ve yetkilendirmeyi yapabileceği konusunda hep tereddüttüm olmuştur. Ayrı bir sorun da devlet işlerinde danışman olarak tanımlanan akademik kariyer odaklı gençlerin, devlet kademelerinde yeteri kadar çalışma fırsatı bulamadıkları ve sahayı tecrübelerinin olmamasından dolayı, danışılmaktan ziyade Hocayı ancak tercihleri doğrultusunda  asiste edebildikleri gerçeğidir.

 Arap Baharı’nın etkileri ve muhtemel sonuçlarını görmek Hoca gibi değerli bir entelektüelin ve oluşturmaya çalıştığı düşünce kuruluşlarının işiydi. Maalesef bu gerçekleşmedi. İlgi alanımıza yaklaşabilecek etki alanımızda ki kurumları oluşturmalıydık. Bugün idealizm adına olsa siyaset üretemeden Ortadoğu’da bulunduğumuz noktada ısrar etmek  ülkemize ve AK Parti’ye büyük bedeller ödettirdi. Tayyip beyin Cumhurbaşkanlığı kararlılığının ardından AK Parti’nin içeride ve dışarıda ki temsil ağırlığını kaldıracak bir aday gerekiyordu. Ahmet beyin Genel başkanlığı ve Başbakanlığı artık kaçınılmazdı. Hoca’nın temiz geçmişi, erdemi ve entelektüel kapasitesi tüm Türkiye’de ve dışarıda temkinli bir iyimserlik oluşturmuştu. Zira  Ahmet beyin söz konusu vasıfları Ülkemizde ki kutuplaşma, yolsuzluk, adaletin işleyişi ve Kürt sorununun entelektüel karşılıklarına yeterli gözüküyordu. Ahmet bey burada önceliği Başbakanlık yapmak üzerine değil de Başbakan ve parti genel başkanı kalmaya çalışmak üzerine yaptı. Politik hayatta ki tecrübesizliğinin kaygısı onu özgün kişiliğine bağlı bir şahsiyet üretmeye değil de, siyasi tarihimiz de popülist anlamda başarılı olmuş Merhum Demirel ve Sayın Erdoğan gibi markaları taklit etmeye yöneltti. Ahmet bey BSV’da bıraktığı misyonundan böyle davrandıkça uzaklaşıyor. Hak etmediği polemiklere çekiliyor. Unutmamak gerekir ki bu misyon evrenseldir taşımak için de Başbakan olmak da  gerek ve yeter şart değildir. Bu misyona İslam dünyasının ihtiyacı sürmektedir.