Hepimiz adalet istiyoruz. Fakat kendi içimizde ne kadar adiliz, tartışmaya değer…

Hepimiz adalet istiyoruz.

Fakat kendi içimizde ne kadar adiliz, tartışmaya değer…

En basiti yaya olarak trafik içindeki halimizle, direksiyon başındaki halimizi kıyaslayalım.

Yaya iken sürücülerin hataları karşısında isyan ediyoruz.

Direksiyon başındayken yayaların hataları karşısında…

Aslında “hataları karşısında” ifadesi yanlış oldu.

İçinde bulunduğumuz taraftan, karşı tarafın varlığına öfke duyuyoruz.

Veya şöyle söyleyelim; dışına çıktığımız dünyanın bütün arızaları gözümüze batıyor ve sinirleniyoruz.

Aynı gün içinde şuna şahit olmuştum.

Önemli bir iş adamı, kiracısı olduğu mağazanın mal sahibine verip veriştiriyordu kirayı zamanında ödemesini istediği için…

Aynı günün ilerleyen saatlerinde kendi kiracıları için çok öfkeliydi zamanında ödeme yapmıyorlar diye…

Eğer nizami olarak şeridimizde gidiyorsak, emniyet şeridini kullananlara saydırıyoruz ahlak numunesi vatandaşlar olarak…

Fakat trafik bizi çileden çıkarıp, emniyet şeridine daldığımızda kendimizce hep haklı bir sebebimiz var.

Nasıl olacak bu iş?

Adalet yani?

2003 yılında bir ziyaret için Ankara’da TRT’ye gittim. Yeni devasa binayı ilk kez görüyordum. İçimde bir öfke kaynamaya başladı. Ulusal kanallar ortalama 300 kişilik kadrolarıyla önemli işler yaparken, TRT 10 bini aşkın kadrosuyla yerlerde sürünüyordu o zaman. Şimdiki kadar çok kanalı da yoktu. Bu devasa yapıya bütün milletin elektrik faturalarından alınan mecburi katkı payı zorbalığını da düşünerek yıkılası bir kambur olarak baktım. Hatta çalışanları bile bir an gözümde soygunun ortakları olarak görünmeye başladı.

Sonra içimden bir ses, “Fırsatın olsa veya becerebilsen burada çalışır mıydın?” diye sordu.

Muhakeme aleyhime işleyecekti. Başka şeyler düşünmeye başladım.

Hepimiz yolsuzluklara hayır diye son sesimizle bağırmaktan bir an geri durmayız…

Ama belediyede bir işimiz olsa, acaba tanıdık biri var mı diye telefon rehberini kurcalamaya başlarız.

Mesela imar mevzuatı hep başkalarının riayet etmesi gereken bir disiplindir.

Velhasıl…

Hepimiz adalet istiyoruz.

Fakat kendi içimizde ne kadar adiliz, tartışmaya değer…

Ama tartışmayız…

Yönümüzü hissiyatımız belirler çoğu zaman…

TRT demişken…

Mesela bendeniz, TRT’nin hiçbir zaman adalet içre bir kurum olduğuna kanaat getiremedim. Hatta belki de özellikle TRT’de olup bitenler Ak Parti iktidarının sırtında ciddi bir kamburdur.

Ama hadi mümkün mertebe adil olmaya çalışalım.

Benim 10 bini aşkın çalışanıyla öfke duyduğum TRT ile bugünkü TRT aynı mı?

Değil. Bir defa birçok yeni ve önemli kanal açıldı.

Bu kanallarda TRT 1 de dahil çok başarılı yapımlar yayınlanıyor.

Yani hem üretim ve hem kalite açısından TRT Ak Parti devrinde çok ciddi mesafe kaydetmiştir.

Buna yürekten inanıyorum.

Fakat TRT’nin iyi yönetildiğine, paralelcilerden temizlendiğine, projelerin kabulünde hakkaniyetin işlediğine emin değilim.

“Çiftlikteki Elektrik Kaçağı: TRT” isimli kitapta iddia edilen birbirinden beter olayların bir kısmına ve benzerlerine şahit oldum ama hesap sorulduğuna şahit olmadım.

Aslında adalet, vicdan ve içimizde tutarlı olmak tartışmasının ve hesaplaşmasının iktidar açısından dikkate alınması gereken bir yönü var.

Bugün referanduma “hayır” diyecek olanların önemli bir kısmı, referandumun muhtevası ve sonucundan çok, öfkelerini yatıştırmak üzere hareket edecekler.

“Evet” diyecek olanlar da…

O zaman “fetö” dava, soruşturma, iddia ve haberlerinden bıkmış olan millete, vicdanları serinletecek “adalet”e matuf haberler vermek referandum için en güzel propaganda çalışması olacaktır.

Vicdanım böyle söylüyor.