​ENDOJEN BÜYÜME VE BEŞERİ SERMAYE

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Bugünkü yazımda endojen büyüme teorisini anlatmaya çalışacağım.

Teknolojik değişim ve büyüme arasındaki ilişkiyi inceleyen iktisatçılar iki ana soruyu cevaplamaya çalışırlar: Birinci soru şudur: “Teknolojik değişim ekonomiye dışsal mıdır yoksa içsel midir? İçsel ise, o takdirde, teknolojik değişim hangi iktisadi sürece dayanır?” İkinci soru ise birinci sorunun devamında gelir: “Teknolojik değişim nasıl ve ne şekilde ekonomide yayılır?” Tabiî ki, Cumartesi günkü yazımda belirttiğim gibi teknolojik değişim büyüme sürecini çok kuvvetli bir şekilde etkilemektedir. En basit haliyle bile, teknik ilerleme hızı doğal büyüme oranını belirleyen temel parametrelerden biridir. Özellikle çağımızda, bir teknoloji paradigmasından başka birine geçtiğimiz bu günlerde, teknolojik değişimin büyüme üzerindeki etkisini çok net olarak görebilmekteyiz. 

Bugünkü yazımda endojen büyüme teorisini anlatmaya çalışacağım. Bu teori teknolojik gelişmenin beşeri sermaye gibi bir faktörle kuvvetli ilişkisi olduğu varsayımından yola çıkarak teknolojik değişim ve teknik ilerlemenin firmaların bilgiye ve beşeri sermayeye yaptıkları yatırımlara bağlı olduğunu söyler. Ama öncelikle iki soruya verilen cevapları ele alalım.

TEKNOLOJİK DEĞİŞİMİN KAYNAĞI: SCHUMPETER, MANDEL VE ROMER

Bundan önce incelediğimiz büyüme iktisadı modellerinde teknolojik değişim ya ihmal edilmekte ya da iktisadi sistemden bağımsız bir değişken olarak kabul edilmekteydi. Teknolojik değişimin iktisadi üretim ve büyümeye etkisi “teknik ilerleme” kavramı ile tanımlanmaktaydı. Yeni bir teknolojik paradigmanın oluşması için “toplumsal bilgi havuzunun değişmesi” gerekmekteydi. Bu da bilimsel çalışmalar sonucunda elde edilen icat ve keşiflere bağlıydı. Bilimsel çalışmalar bilim insanları tarafından üniversitelerde kâr amacı güdülmeden yapılmaktaydı. Bir icat veya keşfin iktisadi üretime uyarlanması ise inovasyon yatırımları ile olmaktaydı. Endojen büyüme teorisi öncesinde Kiel okulundan  Schmöller ve Spiethoff gibi iktisatçılar teknolojik gelişme ve keşiflerin yol açtığı inovasyon yatırımları ile belli dönemlerde kapitalist ekonominin büyüme kapasitesinin artacağından bahsetmişlerdi. Ancak bu iktisatçılar ana amaç olarak iktisadi büyümeyi tanımlamayı hedeflemekteydiler. Benzeri şekilde iktisadi büyümeden ziyade uzun vadeli ekonomik dalgalanmaları açıklamaya çalışan Schumpeter inovasyon yatırımlrının bir teknolojik paradigmadan başkasına geçilirken çok önemli olduğunu, ancak inovasyon yatırımları yapanın girişimci olduğunu, bu yüzden teknolojik değişim ve teknik ilerleme hızlarının girişim gücünün hacmi ve kalitesi ile bağlantılı olduğunu söylemekteydi. Dikkat ederseniz bu modellerde, teknolojik değişim (bilimsel icat ve keşiflerin gerçekleşme) hızı dışsal olmakla birlikte teknik ilerleme içseldir. Çünkü yeni icat ve keşiflerin ekonomiye uyarlanması için üretim fonksiyonundaki önemli üretim faktörlerinden biri olan girişimin payı ve katkısı gereklidir. Aynı zamanda teknik ilerleme inovasyon yatırımlarına bağlıdır ki, bu da tamamen iktisadi bir eylemdir. Marxis iktisatçılar içinde önemli bir isim olan Ernst Mandel, yine Kondratieff Dalgalarını incelediği 1978 tarihli “Kapitalist Gelişmenin Uzun Dalgaları /  Long Waves of Capitalist Development” adlı eserinde, bir adım daha ileri giderek büyük sermaye sahibi ve geniş maddi imkânlara sahip firmaların büyük AR-GE laboratuvarları kurduğunu, artık bırakın inovasyon yatırımlarını, icat ve keşiflerin bile büyük sermayenin kâr hedefleri doğrultusunda şekillendiğini söylemişti. Yani teknolojik değişim icatlara ve keşiflere bağlıydı, bu ise büyük sermaye sahibi firmaların AR-GE harcamalarına dayanmaktaydı. Kısaca özetleyecek olursak geleneksel büyüme modellerinde teknolojik değişim ve teknik ilerleme ekonomiye dışsal kabul edilirken, Kiel Okulu akademisyenleri ve Schumpeter teknolojik değişimin dışsal ama teknik ilerlemenin içsel olduğunu savunuyordu. Mandel ise hem teknolojik değişim hem de teknik ilerlemenin ekonomiye içsel olduğunu söylemekteydi. Tabiî ki, yukarıda belirttiğim gibi, bu adı geçen iktisatçılar bu olgulara başka iktisadi modeller içinde değinmekte ve bir iktisadi büyüme modeli çerçevesinde teknolojiyi ele almamaktaydılar. Teknolojik değişimin ve teknik ilerlemenin ekonomiye içsel olduğunu iddia eden büyüme teorisi endojen büyüme teorisidir. Başta Romer olmak üzere birçok endojen büyüme teorisyeni teknolojik değişimin kaynağı olarak beşerî sermaye birikimini göstermişti. Dolayısıyla, o güne kadar hiç dikkate alınmayan bir sermaye tipi olan beşerî sermayenin hem doğrudan üretime katkısını hem de doğal büyüme oranına etkisini ele almışlardı. Endojen Büyüme teorisi ne idi? Kısaca özetleyelim: 

Endojen büyüme teorisi, iktisadi büyümenin öncelikle dışsal güçlerin değil, içsel güçlerin sonucu olduğunu savunur. Endojen büyüme teorisi, beşerî sermayeye, inovasyona ve bilgiye yapılan yatırımın ekonomik büyümeye önemli katkı sağladığını savunmaktadır. Teori aynı zamanda bilgiye dayalı bir ekonominin ekonomik kalkınmaya yol açacak olumlu dışsallıklarına ve kartopu etkilerine de odaklanmaktadır. Endojen büyüme teorisi öncelikle bir ekonominin uzun vadeli doğal büyüme oranının politika önlemlerine bağlı olduğunu savunur. Örneğin AR-GE harcamaları veya eğitime yönelik sübvansiyonlar, bazı içsel büyüme modellerinde inovasyon teşvikini artırarak büyüme oranını artırmaktadır.

1980'lerin ortalarında, bir grup büyüme teorisyeni, uzun vadeli büyümeyi belirleyen dışsal faktörlere dayalı geleneksel büyüme modellerini giderek daha fazla yetersiz bulmaktalardı. Bu yüzden modelde açıkça belirtilecek ve tamamen iktisadi ilişkilerle açıklanacak şekilde teknik ilerleme hızını tanımlamayı amaçladılar. Kenneth Arrow (1962), Hirofumi Uzawa (1965) ve Miguel Sidrauski'nin (1967) çalışmaları bu araştırmanın temelini oluşturdu. Bu modellerde teknik ilerleme fiziki sermaye yatırımlarının bir fonksiyonu olarak tanımlanmaktaydı. Ancak AR-GE harcamalarının veya toplumsal bilgi havuzunun daha fazla makine yatırımı ile artacağını savunmak pek mâkuldurmuyordu. Paul Romer (1986), Robert Lucas (1988), SergioRebelo (1991) ve Ortigueira ve Santos (1997) teknolojik değişimi salt fiziki yatırımlara bağlamaktan vazgeçtiler ve üretim fonksiyonuna üçüncü bir üretim faktörü olarak beşerî sermayeyi, yani “üretimde kullanılan birikmiş bilgi stokunu” dahil ettiler. Temel model Solow Modelinin beşerî sermaye eklenmiş ve genelleştirilmiş bir versiyonuydu. Fiziki sermayeden daha kuvvetli ve etkin olarak, bu modellerdeki büyüme, ekonomi üzerinde yayılma etkisi yaratan ve fizikî sermaye birikiminin Solow Modelindeki azalan getirisinden kaynaklanan etkiyi azaltan beşerî sermayeye yapılan yatırımdan kaynaklanmaktadır. Daha sonraki çalışmalarda piyasa sisteminin içinde kalarak bir ekonomide optimal beşerî sermaye üretimi üzerine yapılan çalışmalar da eklendi. Son dönemlerde Romer Modelinin çok sektörlü hale getirilmiş versiyonlarıyla bir sektörde gerçekleşen teknik ilerlemenin diğer sektörlere ve ekonominin geneline nasıl ve ne hızla yayıldığı araştırılmaktadır.  Yani yukarıdaki ikinci soruya cevap ürettiler. Pekiyi bu çok meşhur ve 2018 yılında Romer’ın Nobel İktisat Ödülü almasının da gerekçesi olan Romer Modeli neydi? Kısaca açıklayalım.

ROMER MODELİ  

Romer’ın büyüme modeli tam rekabet şartları altında beşeri sermayenin de dahil olduğu bir üretim sisteminde ortaya çıkan artan getiriler ve kartopu etkilerine dayanır. Romer beşeri sermaywyi tanımlarken “fikir” kavramını kullanır. Beşerî sermaye birikmiş bilgi stokudur. Teknolojinin yani Smookler’in tanımıyla “toplumsal bilgi havuzunun” temel bileşeni bu yüzden beşeri sermayedir. Beşerî sermayesi yüksek olan toplumların teknoloji düzeyinin de yüksek olması beklenir. Yani teknolojik gelişmenin kaynağı beşerî sermayenin miktarıdır. Bu anlamda beşerî sermaye temel bilgiden tutun mesleki bilgiye çok kapsamlı bir yelpazeyi içerir. Öte yandan Romer beşerî sermayeyi çok dar kapsamlı “fikir” kavramını kullanarak tanımlamıştır. Romer’ın “fikir”olarak tanımladığı olgu herhangi bir alandaki yeni bir bakışı, yeni icadı veya yeni keşifleri içerir. Yeni fikirler beşerî sermayenin temelini oluşturursa ve beşerî sermaye de üretimde önemli bir faktörse, o takdirde, bu büyüme oranını da belirleyecektir. Beşeri sermayede olan bir birimlik artış, Romer’a göre, fiziki sermaye gibi sadece yatırımı yapan firmanın üretimini arttırmaz, aynı zamanda bütün ekonomide de bilgi stokunu arttırır. Bu sayede çok küçük girişimcilerin geliştirdiği yeni fikirler sadece kendisinin beşerî sermayesini değil, aynı zamanda, bütün toplumun da beşeri sermayesini arttırır. Bu sayede tam rekabet şartları altında ve diğer faktörler azalan getiriye sahip iken beşerî sermaye artan getiriye sahiptir. Aslında bu şu demektir: Bir firma yeni bir fikir geliştirdiğinde bu fikri geliştirmenin maliyetini üstlenir ama bu yeni fikirden ekonomideki bütün firmalar faydalanır. Bu sayede beşerî sermayedeki yüzde 1‘lik artış üretim gücünde yüzde 1’in çok üzerinde bir artışa yol açmaktaydı.

Romer bu yaklaşımıyla özellikle 20’nci Yüzyılın ikinci yarısından itibaren görülen ve dünya ekonomisinde gözlenen büyümeyi açıklamaya çalışır. Geleneksel modellerin sadece sermaye birikimiyle açıklamaya çalıştığı ama başarılı olamadığı bu büyümenin kendi deyimiyle yeni fikirlerin üretilmesinden ya da daha genel tabirle beşerî sermaye artışından kaynaklandığını vurgular. Pekiyi beşerî sermaye artışı veya yeni fikirlerin hayata geçirilebilmesi neye bağlıdır? 

Her şeyden önce, teknolojik değişim için yeni fikir, icat veya keşif gerekir. Bunlar içinse iki gerekli şartın sağlanması gerekir: beşeri sermayeyi arttırabilecek bir eğitim sistemi ve bu beşeri sermayeyle teknolojik değişimi sağlayacak AR-GE araştırmaları için yeterli mâli sermaye. Eğer bunlar varsa öncelikli şartlar oluşmuş demektir Fakat bu yeterli midir? Değildir. Bunların yanında yenilikçiliği teşvik eden ve destekleyen bir girişim gücü ile inovasyon yatırımları karşılığında mâkul bir getirinin olması gerekir, yani telif ve patent hakları. Romer’ın modeli basitleştirilmiştir: tam rekabet vardır ve dolayısıyla yenilikçiliğin getirisi yoktur. Girişimcilik önemsenmez. Mali sermayenin sınırsız olduğu varsayılır. Hepsinden önemlisi bilgi bir ortak mal olduğu için bir firmanın yaptığı inovasyonu her firma bedelsiz olarak kullanır. 

Romer tabii ki bu konuda bir başlangıçtır. Günümüzde Romer modeline dayanarak farklı modeller üretilmektedir ancak dayandığı temel fikir itibariyle piyasa mekanizmasının sermaye birikimi yolu ile değil ama bilgi birikimi yoluyla kendiliğinden büyümeyi garanti ettiği ve teknolojik değişimin sürekli olduğu varsayılmaktadır. Bunlar günümüzün gerçekleriyle uyumsuzdur.AR-GE harcamaları, buna bağlı olarak yapılan icat ve keşifler, beraberinde yapılacak inovasyon yatırımları belli bir getiri olmadan yapılmaz. Bu ise, en azından paten ve telif hakkı gibi, teknolojide belli bir süre için geçerli olan tekel gücünü içeren bir modeli gerektirir. Bu model nerede var? Schumpeter’de… O da cumartesiye kalsın.