EN BÜYÜK YALAN!

Murat BAŞARAN 14 Haz 2016

Murat BAŞARAN
Tüm Yazıları
"Osmanlı, İngilizler tarafından tasfiye edilmiştir. Tasfiye, tasfiye memurlarını gerektirir. İşte bu tasfiye memurları da İngilizlerin istediği şekilde yeni devleti kurmuş ve şekillendirmişlerdir."

“Osmanlı, İngilizler tarafından tasfiye edilmiştir. Tasfiye, tasfiye memurlarını gerektirir. İşte bu tasfiye memurları da İngilizlerin istediği şekilde yeni devleti kurmuş ve şekillendirmişlerdir.” Kemal Tahir Vakfı Başkanı Cengiz Yazoğlu’nun “Osmanlı’nın Tasfiyesi” kitabında böyle bir ifade hatırlıyorum. Recep Tayyip Erdoğan seçimler sırasında “yerli- milli” adaylardan söz etti ya. Bu rasgele bir çağrı değildi.

Basit bir örnek belki işe yarar:

Türk futbolunun dünya futbolu içinde yükselmesi gibi bir milli meselenin yanında, Fenerbahçe- Galatasaray maçını fanatizm şehvetiyle tartışmanın ciddiyeti ve yeri nedir? Üstat Necip Fazıl son padişahı savundu diye, Atatürk’e düşmanlık ettiği varsayılarak yargılanmıştı. “Geceyi sevmek, gündüze hakaret değildir!” vecizesi, yanlış hatırlamıyorsam, bu mesele için ileri sürdüğü savunmadan… Diğer yandan ekranlar bizi aldatıyor.

Biz de aldatılmaya çoktan razıyız.

Hani hiçbirimiz seyretmiyor ve bir an önce yayından kalkmalı diye entelektüel (!) duruş sergiliyoruz ya evlilik programları için… İşte oradaki bütün damat adayları delikanlılığın kitabını yazmış mükemmel erkekler… Gelin adayları ise namus ve fazilet abideleri… Ve gelin-damat adayları özelliklerini sayarken ilk şu cümleyi kuruyorlar genellikle: (Aslında cümle kuramıyorlar ama boş verin!)

-Yalandan nefret ederim…

Bu çok tanıdık bir ifade. Hepimiz çok sık kullanıyoruz. Ve bu bizim en büyük yalanımız. Hatta o kadar ileri gitmiş vaziyetteyiz ki, önce kendimize yalan söylüyoruz. Ve inanıyoruz. Sonra yalanı başarıyla yaşatıyoruz. Sevdiğimizin her hali hoş geliyor. Gıcık olduğumuzun faziletine bile garezimiz var. Toplumun hücrelerinde değil ama manipülatif çalkalamalarla üste çıkan köpüğünde hep bir ayrılık, çekişme, kavga havası…

Bizi kim köpürtüyor?

Geçenlerde Çorum’da bir taksiye binip, veli bir zatın türbesini ziyarete gittim. Taksi şoförü Alevi bir vatandaşımızdı. Sohbet ettik. “Allah’ımız bir, Peygamberimiz bir, kitabımız bir…” ortak noktasında siyasetten, dinden, toplumdan konuştuk. Sonra beraber abdest alıp Elvan Çelebi Hazretleri’nin kabrini ziyaret ettik. Bu ilimizde bir zamanlar “Çorum Olayları”nın yaşandığını hatırlayın. O taksi şoförünün kartını aldım. Adam gibi bir dost kazandığımı düşündüm. Ve sonra bu kadar yakın ve birbirine bağlı insanların nasıl kanlı-bıçaklı hale getirilebileceğini…

Bize yalan söylüyorlar…

İnanıyoruz. Sonra biz kendimize yalan söylüyoruz… Ona da inanıyoruz. Ve canavarlaşıyoruz. Bizim Kürt meselemiz yok. Başörtüsü meselemiz yok. Laiklik meselemiz yok. Yerli ve milli olmak meselemiz var… Kurtuluş burada… Kürt ama yerli ve milli… Alevi ama yerli ve milli… Türk ama yerli ve milli… Sanatçı ama yerli ve milli… Aydın ama yerli ve milli… Uzatın uzatabildiğiniz kadar. Bu ülkenin ve milletin faydasına olacak işlerde saçma sapan yalanlarla “hır”laşıp kendimizi rezil ediyorsak… Yalanlarımız ve yalanlarımızın üzerine kurguladığımız iddia ve eylemlerle milletin meclisine terörist sokmayı içimiz kaldırıyorsa…

Türkiye’den çok Ermenistan’ı, Rusya’yı, İran’ı, bilmem nereyi düşünecek hale gelmişlerimiz varsa… Cumhurbaşkanımıza katılıyorum. Tasfiye memurlarına dikkat etmek lazım. Onların manipülasyonlarına aldanmamak lazım. Yalanlarla yüzleşmek lazım. Artık… Bisküvi alırken bile “yerli ve milli” olanı tercih ediyorum. Bir kuruşumun bile bana kurşun olarak dönmemesi için… Ben bu ülkeyi ve bu ülkeyi sevenleri seviyorum. Neye inanırlarsa inansınlar. Nasıl yaşarlarsa yaşasınlar. “Biz”i “biz” yapacak o kadar çok değerimiz var ki…