ÇÖZÜM SÜRECİ İYİ BİRŞEY MİYDİ?

Tarık ÇELENK 16 May 2016

Tarık ÇELENK
Tüm Yazıları
Akil grup Akdeniz bölge çalışmasında ilk ziyaretimizi Burdur'a yapmıştık. Kalabalık halk kitlesinin temsilcileri Başkan Rıfat Hisarcıklıoğlu'na sordular; Çözüm süreci ne demektir?

“Eski hal muhal, ya yeni hal, ya da izmihlal”

Saidi Nursi

Akil grup Akdeniz bölge çalışmasında ilk ziyaretimizi Burdur’a yapmıştık. Kalabalık halk kitlesinin temsilcileri Başkan Rıfat Hisarcıklıoğlu’na sordular; Çözüm süreci ne demektir? Kendisi kısa durakladı, bizlerle göz göze geldi ve cevap verdi. Çözüm süreci iyi birşeydir. Öyle olmasaydı bizler ve Kadir bey buralarda olur muyduk ?

Malum Osmanlı İmparatorluğu’ndan bize miras kalan bölgesel ve ulusal nitelikliliğe haiz önemli sorun Kürt sorunu. Devletimiz 90 yıldan bu yana gönüllü asimilasyon dahil bu sorunu çözmek için sırayla pek çok yöntem üretti. Katı ulus devletler ve soğuk savaş dönemlerinde konjonktürle derin dondurucuya giren bu sorun geleceğe yönelik kaygıyı hep taşımış ancak pek de baş ağrıtmamıştı. Tabi bu dönemde gelişen ideolojik savaş konseptinin tetikleyici etkisini ihmal etmemiz gerekir. Şöyle ki Sosyalist-Marksist kurtuluş hareket görünümlü yeni etnik uyanış savaşları G. Amerika ve Afrika da popüler olurken yeni Kürt aydınları için de ilgi odağı olmaya başlamıştı. Ancak Sovyetlerin dağılışı ile gelişen bölgesel boşluklar ve Sykes Picot düzenli ulus devletlerin sallanmaya başlaması Kürt sorununun buzdolabından çıkmasına veya aktif hale gelmesine neden olacaktı.

80’lerin sonunda PKK görünümlü içte ve K. Irak’ta ki gelişmeler muvacehesinde bölgemizde aktif hale gelen bu sorun günlük yaşamımız dahil her haliyle bizi etkiliyordu. Öncelikle devletimiz sorunu doğru tanımlamaktan kaçındı. Politik bir akıldan ziyade güvenlik öncelikli refleksi tercih etti. İsrail’in o dönemki bazı uygulamaları esinti kaynağı oldu. Ancak NATO’nun vaz geçilmezi idik.  Müttefiklerimiz uzun vadede bölgenin haritalarının değişmesini arzulasalar da kısa vadede Öcalan’ın teslimi dahil devletimize yardım ettiler.

Öcalan teslim edilmiş ve PKK çekilmişti. Özal’ın erken vefatı ve soğuk savaş endeksli devlet yapısından dolayı sorunun çok yönlü çözümü fırsatı maalesef değerlendirilemedi. 28 Şubat sonrası Ak Parti iktidarı Türkiye için soğuk savaş yapılanmasının yenilenme fırsatıydı. AB reformları ve o zamanki Ortadoğu ile cesur ve yapıcı ilişkiler umut vericiydi. Kürt sorunu ve dış ilişkilerde ki belirleyici rol de sivil iktidara geçmişti. Sıra Kürt sorununa gelmişti.

Bu mücadelede yaklaşık 8.000 aşkın şehit, 40.000 can kaybı, milyarlarca dolar güvenlik harcaması ticaret kaybı bir o kadar da sosyal travma ve acı yaşanmıştı. AK Parti’nin güçlü liderliği, parti disiplini ve başarılı kadroları vardı. Yeni önerilere de esnek bir yapısı mevcuttu. Ancak eski iktidarlar gibi henüz savaşı veya barışı da politik bir projeye dönüştürebilecek bir ihtiyacı her bir seçim dönemi için hissedemiyordu.

Bu şartlarda öncelikle “açılım, çözüm” ve sonra evrimleştiği “milli birlik-kardeşlik” projesi süreçlerini yaşadık. Bu süreçlerle birlikte devlet Kürt sorunu ile yüzleşmeyi ve muhatapları ile adabında konuşmayı kabul ederek bunları kamuya mal etmeyi amaçlıyordu. Ak Parti’nin değişime açık ancak devlet tecrübesi artmakta olan yeni kadroları bunları başarabilirlerdi. Kamu güvenliği ve MİT gibi kurumlar yeni durum doğrultusunda yapılanmaya başlamışlardı. Bakıldığında açılım ve çözüm süreçlerinin başlangıç, gelişme ve bitiş fazlarında tartışılmaz benzerlikler vardı. Başlarda toplumsal bir bahar havası, Öcalan faktörünün öne çıkarılması muhalefette dahil temkinli iyimserlik, STK’ların motive edilmesi, bölge yatırımcısında başlayan özgüven vs.; gelişme bölümünde KCK’nın saha hakimiyetinin artması baş gösteren yerel krizler muhalefetin suçlamalarını arttırması; sonuç bölümünde ise Silvan ve Ceylanpınar benzeri provokasyonlar ve uçaklarımızın Kandili bombalamaya başlaması, Öcalan ile görüşmelerin kesilmesi ve karamsarlık.

Her iki sürecin sonlandırılması seçim arifesi veya öncesine gelmesi doğal olarak Ak Parti hükümetlerini suçlamaya maruz bıraktı. Belki de iki sürecin ağırlaşan politik yükünü seçime giden bir iktidarın taşıyamayacağını varsaymak da gerekebilirdi.

Devamı yarın...