BİR İSLAM İTTİHADINDAN (BİRLİĞİNDEN) BAHSEDEBİLİR Mİ?

Tarık ÇELENK 09 May 2016

Tarık ÇELENK
Tüm Yazıları
Şu günlerde bir takım çevrelerde İslam ordusu, İslam birliği ve ortak politikalar hakkında beklentilerin arttığı anlaşılıyor. Bu beklentileri destekleyen tematik gelişmelerde yok değil.

Şu günlerde bir takım çevrelerde İslam ordusu, İslam birliği ve ortak politikalar hakkında beklentilerin arttığı anlaşılıyor. Bu beklentileri destekleyen tematik gelişmelerde yok değil. Yalnız beklentilerin abartılı olduğu da gözükmekte. Rusya’nın Suriye’den çekilmesi, Suud’un Obama’ya tavrı, biriken özel büyük fonun Çin’i caydırmakta kullanılması söylemini İslam ordusuna bağlayanlar mevcut. Bu tezi savunanlardan bir kısmı samimi olmakla birlikte, bir kısmı da kurnazca yöneticilerimizden puan kapma çabasındalar.

Merhum Turgut  Özal dönemi hariç, Arap ülkelerinin sermayesine laiklik gerekçesiyle mesafeli durulurdu. Arap sermayesini Batı ve Yahudi diasporası değerlendiriyordu. Benzer nedenlerle Arap yatırımcıları turizm dışında ülkemize mesafeliydiler. Ak Parti’yle bu değişti Türkiye ekonomisi bu duvarların kaldırılması ile çok rahatladı. Savunma sanayi benzeri alanlarda işbirliği yapılmakta.

Merhum anneannem I. Dünya Savaşı’nı yaşamıştı. Müslüman kardeşliğinden sıkça bahsederdi. Son 200 yıldır Anadolu’da  yaşayan Müslüman halkın diğer topraklarda yaşayan dindaşları gibi hep hayalidir, İslam kardeşliği. Nedense bu işe Türkiye dahil diğer İslam ülkelerinin aydınları pek inanmazlar. Halkların kardeşliğini eğer Hicaz’a veya benzer ortak mekanlara giderseniz görürsünüz. Son dönemde Ak Parti’nin İslam ülkelerine yönelik açılımına, özellikle Arap aydınları bilinenin aksine mesafeli ve eleştirel yaklaştılar.

Ne yazık ki Peygamberimizin ( a.s ) vefatından bu yana İslam birliği genellikle hilafet çatısı altında imparatorluklarla sağlanmaya çalışıldı. Tabi adından da anlaşılacağı gibi Şia muhalefetini dışarıda tutarsak. 20. Yüzyıldan bu yana tartışmalar hilafetin şahıs veya kurum aşamasında yeniden nasıl canlandırılabileceği arayışları üzerine odaklanmakta. Tabi gene azımsanmayacak Şia dünyası dışında. İslam dünyasında radikalleşmeler, terör ve iç savaşlara baktığımızda hilafet fikrinin istikrar arzu eden Batılı çevreler açısından eskisi gibi ürkütücü olmayacağı anlaşılabilir. İslam birliğinin ne tür bir zeminde oluşması temel bir sorudur. Farz edelim ki teknolojik ve ekonomik imkanlar küresel rekabet ölçülerine ulaştı. Bunun bile gerçekleşmesi bizleri   yönetenlerin politik çıkarlarının mı birliği olacak kaygısından kurtarmamaktadır. Bölgede Bahreyn’de ve Yemen’de mazlum Şia azınlığa ve Mısır’da ki totaliter yönetime ilişkin genel Arap yaklaşımları bu kaygıları desteklemektedir. Bu örnekleri Müslüman göçmenlere Türkiye dışında yeterli olmayan destekler ve benzer politikaları da vererek arttırmamız mümkündür.

Bu şekilde oluşan bir İslam birliği mezhep ve yönetici sınıf tercihleri ile Ortadoğu’daki savaşları ve radikalleşmeyi durduramayacaktır. AB örneğinde tarihsel bir değerler manzumesi vardır. Kant’ın ebedi barış ideali mevcuttur. İnsanlık eksenli bir model olma iddiası vardır. İslam dünyasının bu tip tarihsel referanslara ihtiyacı vardır. Endülüs ve Bağdat tecrübesi bunun için yeterlidir. Bu iki tecrübe Rönesans ve aydınlanma için referans teşkil etmişti. İslam medeniyetinin yeni bir yürüyüşünde insanlık ve canlılar için önerebilecek yeni bir şey ortaya konulmalıdır. İslam dünyası ellerindeki mali ve enerji kaynaklarını doğru kullanmamaktadır. Bu yeni bir Endülüs üretme veya aralarındaki kanlı anlaşmazlıkların çözülmesi sorumluluğunu da taşımaktadır. Batı ve İsrail de ki savaş lobileri dışında bu doğrultularda işbirliği yapamayan, adalet ve değer üretemeyen İslam birliğinin ne anlamı olabilir ki ? Yeni bir İslam dünyası ancak bu  ahlaki ilkeler ışığında vücut bulacaktır. Tabi ki İslam ittihadı da.