​BEDİİLİK

Recep GARİP 03 Kas 2023

Recep GARİP
Tüm Yazıları
Güzel, beğenilen, hoşa giden, seçkin, ayrıcalıklı, fark edilir, estetik algı oluşturan anlamlarında kullanılır.

Güzel, beğenilen, hoşa giden, seçkin, ayrıcalıklı, fark edilir, estetik algı oluşturan anlamlarında kullanılır. Çok beğendim, hoşuma gitti, seçkin, ender, muhteşemdi dediğimiz hususları gösterir. Hani bilindik ifadeyle;

"Ben güzele güzel demem

Güzel benim olmadıkça" ya da

"Güzelliğin on para etmez

Bu bendeki aşk olmasa" denildiği gibi. Güzel dediğimiz ve aşka meftun olduğumuz anlatılsa da ne güzeli, ne de aşkı yeterince anladığımızı söyleyemem. Aşk makamı, bütün makamların üstündeymiş lakin gel de çık içinden çıkabilirsen. Peygamber as.’ın makamına en yakın olan ilim sahipleri ilmiyle amel eden âlimlerin olduğu ifade edilir de Aşk makamı alimlerin makamından da yüksekteymiş. İsra suresi 79.ayeti kerimede: “Gecenin bir vaktinde sana mahsus bir nafile namaz kılmak üzere uyan, belki böylece Rabbîn seni övülmüş bir makama (makam-ı mahmûda) ulaştırır" denilmektedir. “İnsanlardan Peygamberlik makamına en yakın olan kimse, âlimler ve mücahitlerdir” buyurdu Peygamber as. Efendimiz. Yine: “Ümmetimin âlimleri, İsrailoğullarının peygamberleri gibidir” ve “Âlimler peygamberlerin varisleridir” buyurdular. Ne güzel ifade ediliyor:

“Aşkın ile âşıklar

Yansın ya Rasûlallah

İçip aşkın şarabın

Kansın ya Rasûlallah”

Sanat, duygunun, hislerin, güzelliklerin dışa vuruşundaki yollar, yöntemlerle elde edilen eserlere denilebilir. Hayal gücünün farklı tekniklerle dışavurumu diye de ifade edilebilir. Şiir gibi, aşk gibi, sanat kelimesi de ilk çağlardan itibaren farklı tanımlarla, yorumlarla, kabulleniş ve reddedişlerle günümüze değin gelmiştir. Hayal gücümüzle kurduğumuz-oluşturduğumuz unsurların izleyiciye-seyirciye aktarımı olarak ifade edilebileceği gibi izleyicide, okuyucu da, dinleyici de farklı duyguları, heyecanları ortaya çıkarma, estetik bir algıya ulaştırma yöntemi olarak da bakılabilir. Bu alanda musiki, resim, heykel, mimari, tiyatro, sinema gibi sanatlardan da bahsedilebilir.

Edebiyat, güzel söz söyleme sanatı ya da duygu, düşünce ve hayallerin dil aracılığıyla güzel ve etkileyici bir şekilde anlatılmasına, ifade edilme yöntemlerine denir. Konuşma dilinden ayrılarak yazım kuralları çerçevesinde sözü anlamlı hale dönüştürme diye de bakabiliriz. Herhangi bir konuyu seçkin kelimelerle, ustalıklı dokunuşlarla estetik elbise giydirme yoludur. Normal üslup, edebi bir anlam taşımaz. Kitabi bir yönün bulunması, özgün olması ve cümlelerin kuruluş estetiğine önem verilerek konunun aktarılmasıdır edebiyat. Hem sanatın hem de edebiyatın temel öğesi dildir. Dile yüklenilen anlamla hem konuşma, hem de metin zenginlik kazanır. Bedii sanatlar, görsel zenginliğe işaret eder. Edebî metinleri seslendirdiğinizde aynı görselliklerle hayatınız genişler. Sanatkârın en çok faydalandığı alan işte bu görsel malzemedir. Kimi zaman bir bakış, kimi zaman bir seyirlik ve kimi zaman dünya sahnesinin bize sundukları olarak görmek gerekir. Gördüğümüz her alandan faydalanırız. Doğada var olan ne varsa, sanatkâr, şair ve edebiyatçı gönül, göz ve ruh zenginliğine göre alabileceği kadarını alır ve kendi değirmeninden geçirerek yeni bir şey inşa etmiş olur. Öyleyse gördüğümüz ve göreceğimiz bütün bir kâinat, bize muhteşem sahneler sunar. Gecesi ayrı, gündüzü farklı ve mevsimleri bambaşka olan sahnelerdir bahsettiğim. İşte güzel sanatlarda, meşk halinde olanların hayat boyu kavrayışları, arayışları, yakalayışları sürüp gider. Her sanat erbabı; kendince temaşa eyler, kendince gözlemleyerek, idrak ederek, duyarak, hissederek ifade eder. Bu nedenledir ki, her sanatkârın ifade ediş, söyleyiş, kalem sahibi oluş ya da seslendiriş şekli farklılıklar kazanır. Bu da "Sani" olan Rabbin cömertliğine dikkat çeker. Varlık sahibimiz cömertçe kullarının ihtiyacını yine kulları aracılığı ile görmektedir.

Edep nedir peki? Fazilet'e, değere, kıymete davet eden kişiye denir. Cemil Meriç, edep ile edebiyat kelimelerini değerlendirirken “batı ile doğu” yani “irfan ile kültür” anlamlarını veriyor. Edep, insanın tepeden tırnağa bütün halleri, bütün davranışları, bütün konuşmaları, el hâsılı insanda var olan her şeyi ifade ediyor. Hayatın ve mevcudatın yaratılış sırrı insandır. Dolayısıyla hayatı anlamlı hale getiren insanın bizatihi kendisi, meseleye böyle baktığında mükaşefe de bulunduğunda, izlemeyi sürdürdüğünde, gördüğü bütün dünya, yeryüzü, gökyüzü yaratılışı itibariyle büyük bir sanatı anlatır. Sanatkârdan haberler taşır. “Gizli hazine olup bilinmeyi isteyen” Rabbimizin bilinme muştularını temaşa eyleyerek ifade etme özgünlüğüne ulaşır edebiyatçı.

Edebiyat kelimesi, arapça “edeb” sözcüğünden türetilmiştir. Arapça’da “davet” anlamında, “iyi terbiye, zerafet, güzel ahlak, usluluk, bediilik” gibi mesajlar verilmektedir. Batı dillerindeki “littérature” kelimesi olarak binsekizyüzlü yılların ikinci yarısında kullanılmaya başlanmıştır. Tanzimat’tan önce; “ilm-i edeb”, “şiir ve inşa”, “belagat” terimlerinin kullanıldığını da ifade edelim. Günümüzde edebiyat kavramını genel olarak; olay, düşünce, duygu ve hayallerin dil aracılığıyla sözlü veya yazılı olarak ifade edilmesi, yazılması anlamında kullanılıyor. Bir bilim kolu olarak edebiyat ilminin çeşitli konular etrafında yazılmış eserlerin tamamı da ifade edilmiş oluyor. Doğal, samimi, içtenlikle anlatılan ve anlatılırken sözcüklerin kullanılış üslubuna dikkat edilen, lüzumsuz, ağdalı, yapmacık sözcüklerden ve anlatımlardan kaçınılan bir üslup kast edilmektedir. Bir eserde, bediilik yani güzellikler, yeni ifade etme yöntemleri ve üslup çekiciliği bulunmalıdır. Edebiyatı edebi kılan, bediiliği olan bu yönleridir. İlm-i bedii diye kullanılan kelimemiz her ne kadar hayatımızdan çıkmış olsa da bu ve benzeri kelimelerimizi tekraren hatırlatma babında kullanmak ve yazmak icap eder. İlmi beyanda bediiyat diye ifade ediliyor. Muktezâ-yı hâle uygun bir kelâmın-ifadenin lâfız ve mânâ bakımından daha da güzelleştirilmesinin kaidelerinden de bahsedilebilir. Bu kaidelere edebî sanatlar da denir.

Dil ve dilin ürettiği edebiyat türevleri, bedi sanatların oluşmasında da önemli rol oynar. Hayatın bütününe kültürel hareketlilik olarak baktığımızda, sanatı, estetiği, şiiri ve güzellikleri birbirinden ayrı tutamayız. Aslında her an bizimle beraber olduğunu, onu idrak etme meselesinin, keşfetme meselesinin bize ait olduğunu görürüz. Diyebiliriz ki sanat, güzeli aramak, yorumlamak, estetik bir boyutla insanların gözlerine, gönüllerine arz etmektir. Bakan gözler ruhen mesrur olurlarsa, o sanata dair idrakları açılır, yüzlerde mütebessim bir çehre oluşturur.  Stalin'e ait bir cümle hatırıma geliyor; "yazarlar, insan ruhunun mühendisleridir". Kuşku yok doğru bir ifade. Her şey ruhla ilgilidir. Ruhun, dingin, arı, diri olması meşguliyetine başlıdır. Ruhunuzu neyle meşgul ediyorsanız o oranda ruhun tezahürü bedende gözükür. Böylesi bir bakış açısı, yazarı da, sanatı da, insanı da kıymetli hale getiriyor. "Hikmet kaybolmuş bir meta" olarak bize bildirildiği için, kimin söylediği önemli değildir. Aslolan o hikmete ulaşmaktır. Unutma ki benin ölmesi muhakkaktır lakin ruhlar ölmez.

Örneğin, İbn Haldun’a göre, insanların bir arada yaşamalarını mecbur bırakan hususlar geçinme, korunma, birbirine omuz verme içindir. Bir arada bulununca besin maddelerinin karşılanma, güvenlik meselesi, bir arada yaşama ve barınma yapılarının oluşturulması gibi hususlar gündeme gelir. Kendinden daha güçlü olanlara karşı koyabilme (hayvanlar, doğal şartlar, kış şartları vs) gibi hususlar bireylerin örgütlenmesine, ihtiyaçların giderilebilmesi için gelişmelere yollar açmıştır. Zaman içerisinde insan, aslı ihtiyaçlarını tamamladıkça ruhi ihtiyaçlarını karşılamanın yollarını da bulmuştur. Sanatın, edebiyatın, şiirin, resmin, musikinin boyutları bu merkezden yol alır lakin üretilen eserler kulluğa müteallik olmaz ise ilerleyemez.

Aslında Peygamber as.’ın kendilerinden bahsettikleri bir hususu da gündeme almakta yarar vardır. Bilindiği üzere hikmetli söz söyleme, hikmete ulaşma her bireye has bir usul değildir. Toplum içerisinde nadir insanlarda bu hal, bu bilgelik ve bu hikmete ulaşmış kimseler söz konusudur. Az sözle çok şeyi anlatabilme yeteneğinden bahsediyorum burada. İman sahibi müminler için Kuranı Kerim,“Cevamiül Kelimdir”, yani az kelimeyle çok şeyleri anlatabilme- ifade edebilme mucizesiyle dolu oluşundan bahsediyorum. Peygamberimiz as.’ın hadisleri de Cemaiül Kelimdir. Peygamberimiz kendileri için “Cevamiül Kelim” olarak gönderildiğini bizlere haber veriyor.

Buhari’de ve Müsnet'te Ahmet bin Hanbel'in naklettiği bir Hadisi şerifte şöyle ifade edilmektedir: "Ben cevâmiü'l-Kelim ile gönderildim. Ben (bir aylık mesafedeki düşmanların gönüllerine) korku salmak sûretiyle yardım olundum. Bir de ben bir defasında uyuduğumda, bana yerdeki hazinelerin anahtarları getirilerek, iki avucumun içine konuldu". Kuran ayetleri inzal oldukça, ifade ediliş şekillerinin ve Peygamberimizin ashabına aktarırken kullandığı üslubun seçiciliği dönemin Arap şairlerince, kâhinlerince, bilgelerince şaşkınlık içinde hayranlık duyduklarını, dillerinin tutulduğunu, söyleyiş güzelliği karşısında hiçbir şey söyleyemedikleri biliniyor. Bu bir insanın söyleyebileceği sözler bütünü değildir diyorlar.

Unutmamalı ki yaşantılarımızla, anlattıklarımız ve yazdıklarımız arasında oldukça sıkı bir bağ vardır. Üslubumuz, aslında kişiliğimizi yansıtır. Ağızdan çıkan her söz, bizleri ele verir ki, yazdığımız yazılar, kitaplar bu açıdan değerlendirildiğinde apaçık şahsiyetler, karakterler de ortaya konulmuş demektir. Kişi nasıl inanıyorsa öyle yaşar ve öyle yazar. Toplumun önünde olmak, inandığınız gibi yaşamanızı gerektirir. Yaşadıklarınız ve yaptıklarınızla inancınızı, imanınızı, asaletinizi, suretinizi ve siretinizi gösterir. Az sözle, az kelimeyle çok şeyi ifade edebilme özelliği için “ya hayır söylemek ya da susmayı bilmek” icap ediyor. Edebiyatçıların, sanatkârların, bedi güzellikleri arayanların ruhlarını inceltmeye, ruhlarını tedavi etmeye ihtiyaçları vardır. Aslında her iman sahibinin, her mümin kişinin, her yaratılmış insanın ruhuyla ilgilenme mecburiyeti vardır ve bu bir kulluk şuurudur.

Unutulmamalıdır ki dünya geçicidir ve dünya içindeki “oyun ve oynaşlardan” ibaret olan edimlerimizin, ürettiklerimizin halini ve ahvalini tefekkür etmeye ihtiyacımız vardır. Okuduklarımıza bir bakalım, yazdıklarımızı bir gözden geçirelim, şiirlerimiz bizler için amel defterinde ne tarafta yerini alacak? Konuşmalarımıza dikkat edelim ki konuşmalarımız bizlere tanıklık ettiğinde ne tarafta duracak? Yazdığımız eserlerle övünmenin bir anlamı yoktur. Gurur ve kibir sahipleri kazandıklarını çarçur eder. Şiirlerin bir anlamı yoktur. Ebedi âleme azık olduğundan emin olduklarımız bizler için hayra mütealliktir. Allah'a iyi bir kul ve Resulullaha iyi bir ümmet olup olmadığımıza bir bakalım. Eğer yapıp durduğumuz eylemlerimiz bizleri mutlu ediyor, kalbimiz mutmain ise, bidii bir anlayış bizlere esenlikler veriyorsa istikametimiz doğru demektir.

Allahtan kork, çünkü Allah her şeyin sahibidir. Allahı sev, çünkü sevilmeye en layık olan Allah'tır ve onun elçisi Hz. Muhammeddir. Salat ve selam onun aline, ashabına ve ehli beytinin üzerine olsun vesselam.

www.recepgarip.com