AYDIN MUHALEFETİ, REFAH VE DEMOKRASİ AÇMAZI

Tarık ÇELENK 18 Nis 2016

Tarık ÇELENK
Tüm Yazıları
Merhum Durmuş Hocaoğlu demokrasimizin tüm eksikliklerine rağmen, diğer İslam ve Ortaasya ülkelerinden farkını belirgin örnekler vererek anlatırdı.

Merhum Durmuş Hocaoğlu demokrasimizin tüm eksikliklerine rağmen, diğer İslam ve Ortaasya ülkelerinden farkını belirgin örnekler vererek anlatırdı. Ülkemizin farkını anlatırken de  artık hiç kimsenin gece yarısı sorgusuz, sualsiz kapısının çalınamayacağından ve sebepsiz gözaltına tutulamayacağından bahsederdi. Değerli araştırmacı D.Acemoğlu, J.Robinson ile birlikte hazırladığı “Ulusların düşüşü” çalışmasında, demokratik ve liberal değerlerin (Hukukun üstünlüğü, temel hak hürriyetler vs ) temel aldığı kurumların bulunduğu Anglo Sakson ülkeleri ile bu kurumların olmadığı Latin ülkeleri arasındaki  refah uçurumundan bahsediyor. Bu ülkeler arasındaki coğrafi ve tarihsel süreç benzerliklerine rağmen, refah ve gelir dağılımındaki Anglo Saksonlar lehine olan üstünlüğe dikkat çekiyorlar. Bu konuda  ilginç örnekler söz konusu kitapta dahil, paylaşmak istiyorum ; A.B.D, 1912 Kaliforniya ve  1899 Nogales-Arizona  bölgelerini

(Kaliforniya bataklık Nogales çöl )  Meksika’dan ucuz fiyatla alıyor. O zamanların bataklık Kaliforniya’sı bugün sadece kendisi  Dünya’nın en büyük ekonomilerinden biri oldu. Nogales Arizona ile Meksika’da kalan kısmı Sanora arasında da gelişmişlik uçurumları mevcut. Girişimciler açısından da benzer ; Microsoft’un sahibi Bill Gates’in antirekabet yüzünden yasa karşısında boynunu eğmesi ve tekrar toparlanması, diğer yandan da Meksika’da politik koşulları da kullanan al-sat zengini Carlos Slim’in  ABD’de yatırım girişiminde bulunması, Gates ve rekabetçi yasalar karşısında da başarısızlığa uğraması ve Meksika’ya dönmek zorunda kalması  hikayeleri de dikkat çekici örneklerdendir.

Merhum Menderes, Demirel, Özal, kısa Erbakan ve Ak Parti döneminde teşebbüs, ifade ve inandığı gibi yaşama hürriyetlerindeki ilerlemelerin ve rekabetçi piyasanın gelişmesinin ekonomiye ve refaha olan pozitif etkisi çok açıktır. Dünya’da bir dönemlerde teknolojinin evrimine bağlı olarak üretim ilişkilerinin verimli ilerlemesi ilerleyen bir demokrasiyi gerekli kılar düşüncesi etkindi. Fakat Uzakdoğu ve Rusya gibi örnekler bizlere bunun geçerli olmadığını gösterdi. Ancak tabi ki demokrasi ve refah arasında ters bir orantı olduğu henüz daha kanıtlanamadı. Tarihimize baktığımızda bizim cumhuriyet ardından da demokrasi tercihimiz bir bakıma dünya sisteminde ve coğrafyamızda var olmanın gerekliliğini de içeriyordu. Yani bir bakıma 1921-23 Meclis hamlemiz modern devletler sisteminde, 1951 demokrasiye geçiş kararımız ise Batı ittifakı içinde ki (NATO) konumumuzu güçlendirdi.

1950’de demokrasiye geçişimizden itibaren kasaba tüccarları şehirlere açılma fırsatı buldular demokratik serbestlik ticaret hayatına da yansıdı. Mal ve hizmet akışı hızlandı özgürlüklerle birlikte göreceli refah yükseldi.

1984 Özal dönemi neoliberal  ekonomik reformların demokratik içeriği de mevcuttu. Düşünce, inanç, seyahat, teşebbüs hürriyetleri gibi. Bu dönemde kentli girişimcilere özgüven aşılandı yurtdışına taşındılar. Ülkemizde spor dahil birçok alanda ilerlemeler kat etti.

2002 Ak Parti uyguladığı rekabetçi ekonomi programı ve AB yasaları ile Anadolu sermayesinin önünü açtı dolaylı vesayet engellerini kaldırdı. Ülkede altyapı yatırım ve ticaret alanlarında hedeflerini aştı.

Türk Solu’nun Jakoben olmayan kanadının, özellikle muhalefet ve bağımsız örgütlenme özgürlüğü kültürü açısından demokrasimize katkıları tartışılmazdır. Son dönemlerde liberal değerlerin de taşıyıcılığına üstlenmiş Türk Solu’nun kitlelerle her zaman iletişim sorunu olmuştur. Bunun gerekçesi zaman zaman din olmuş, bazen de gelenek ve ticari piyasanın işletilmesi konuları  olmuştur. Dar bir örnek olsa da Terzi Fikri’nin Fatsa, Merhum Ecevit’in 1979 seçim zaferi, belki de KCK’nın kitleler üzerinde uyguladığı metotlardan elde ettiği tedrici başarılar gibi birkaç istisna dışında, siyasi tarihimizde bu hep böyleydi. 13 yıllık Ak Parti iktidarında kitlelerle doğru iletişim kuramayan muhalefet  partileri, başlangıçta bir dip dalga darbesi niteliğini taşıyan Gezi hareketiyle işlevlerini fiilen Gezi’nin entelektüel beyni olan Türk ve sonradan katılan Kürt solu ve Liberallerine terk ettiler. Gezi’nin beyni niteliğindeki bu entelektüeller, sosyal medya başta olmak üzere mahallede de muhalefet partilerinin fonksiyonunu üstlendiler. Bu kesimler özellikle Ak Parti’nin kalkınma ve hizmet ağırlıklı politikalarının yan etkilerine karşılık, demokratik ve liberal değerleri savunarak yüksek bir özgüven içinde toplumsal muhalefetin beyni olduklarını varsaydılar, Haziran seçimleri ardından elde edilen sonuçtan sonra, bu konuda yüksek bir özgüven sağlamışlardı. 1 Kasım seçimleri sonucunda , entelektüel muhalefet (aralarında az miktarda liberal sağ olsa da daha çok sol ve liberal) hayal kırıklığının ötesinde halkı dolaylı da olsa suçlamaya veya yalnızlaşmaya yöneldi. Aydınlarımızın evrensel kriterlerle ne kadar liberal veya sol oldukları ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte; savundukları demokratik değerlerin kitle bireylerinin hayatlarında ne derece refah seviyesini arttıracağını ve gelir uçurumunu kapatacağını anlatamadılar. Bu konuda yaşanmış güzel deneyimleri  ve hikayeleri maalesef söylem dışında pek yoktu. Halk bunları kendisine hep yabancı gördü. Tezlerini afaki buldu. Özellikle Batı’da Liberal değerleri savunan insanların bir kısmı, Amerika kurucuları gibi burjuva-tüccarlar, bizde ise daha çok  İttihat-terakki geleneğinden gelen bürokratlardı. CHP bu geleneğin bürokrat kanadının üstünden şekillendi, DP ise daha çok mülk sahiplerinin üstünden vücut buldu. Bu doğrultuda CHP’de öncelik Devlet , DP-AP-ANAP-AK Parti geleneğinde öncelik ise halk  başlangıç referansı oldu. Türk ve belli bir döneme kadar Kürt solunun bir kısmı CHP’de tutunmaya ve yer bulmaya çalıştı. Özellikle 70’li yıllardan beri süre gelen Türk sağı ise değişik kırılmalar ve savrulmalarla gelerek şu an AK Partide şekillendi .

Son seçimlerde belirleyici parametreler can güvenliği (devlet-kamu düzeni)  ve mal güvenliği idi (ticareti ve hizmetin işlevselliği ). Halk oyunu kullanırken, yaptırım gücü olamayan entellektüellerin savunduğu değerlerin, Kürt ve Ortadoğu gibi sorunlara ilişkin analizlerinin, kendi can / kamu  ve ticaret güvenliklerinde ; yolsuzluk, çürüme, adalet benzeri değer yıpranmalarının da yaşamını değiştiren büyük yatırımlar karşısında karşılığına ikna olamadı. Entelektüeller Taksim’den fikirlerini Anadolu’nun kahvelerine taşıyacak kurumları  yoktu. Azimleri yetemedi. Halk Ak Partili politikacıların popüler söylemlerini ve nasıl yaptıklarına değil, neyi yaptıklarına itibar etti. Bundan böyle anlaşılıyor ki, bu entelektüellerimizin  sağlıklı bir retrospektif yapma koşuluyla Anadolu’ya  değerlerini anlatmaları ve ikna etmeleri başka bir baharı gerektirecek. Merhum Özal’ın teşebbüs ifade, inanç, dolaşım ve mülkiyet özgürlüğü olarak yorumladığı demokratik değerlerin olumlu etkilerini bugün yaşam içinde görebildik. Otoriter&Totaliter rejimlerde kalkınma, refah ve gelir dağılımı adaleti ilişkileri ise ayrı  bir yazı konusu olacaktır.