Tıpkı teknolojik buluş ve icatların, bir ihtiyâca cevap vermek için ortaya çıkmaları gibi, sosyal düşünceler ve ideolojiler de var olan bir olguya konulan isimlerle belirginleşmiştir.
Bilim dallarının önce başka bir bilim dalı altında ortaya çıkmaya başlaması ve zamanla müstakil bir bilim dalı hâline gelmesi söz konusudur. Bu sosyal ve siyâsî ideolojiler için daha geniş bir zeminde ve daha uzun bir sosyolojik süreçte oluşur. Mesela, Marx ve Engels, Sosyalizm veya Komünizm ile ilgili düşüncelerini sosyolojik bir gözlem sonucu ve bir sorunsal anlayışı ile kaleme almıştır. Ya da diğer siyasal ideolojiler de eli kalem tutan kişilerin, kurgu bilim romanı yazar gibi hiçbir empirik veriye dayanmadan, çay kahve içerken yazdıkları ve daha sonra yayınladıkları, toplumda karşılığı olmayan afâkî fikirler değildir.
Tıpkı teknolojik buluş ve icatların, bir ihtiyâca cevap vermek için ortaya çıkmaları gibi, sosyal düşünceler ve ideolojiler de var olan bir olguya konulan isimlerle belirginleşmiştir. Bunu Kur’ân-ı Kerim’de birçok âyetin nüzul sebebine benzetebiliriz. Bu âyetler, anlık ya da dönemlik bir sorun ve olaya binânen gönderilmiştir. Böylece sorun veya olay hem teorik hem de pratik olarak karşılık ve çözüm bulmuştur.
Günümüzden örnek vermek gerekirse, kendisinden önceki yirmi otuz yıllık dönemde kişisel bilgisayar ve internet kullanımı olmayan bir topluma, akıllı cep telefonu getirmenin hiçbir anlamı olmayacaktı. Bilgisayardan önce televizyon olmasaydı; televizyondan önce radyoda olmasaydı bir sonraki icat toplumda yer bulamayacaktı. “Zeki Müren de bizi görecek mi?” sorusu bile sorulmayacaktı.
Sosyolojik doping
Artık Müslüman mahallesinde salyangoz satılması bizi şaşırtmamaktadır. Bunun sebebi, sosyolojik altyapıyı yapay da olsa oluşturan bir sistemin var olmasıdır. Günümüzde en gereksiz harcamalar bile “kaçınılmazmış” ve “hayâtî” gibi yapılmaktadır. Ama birçok durumda da bu harcamalar, tüketime bile dönüşmeden ziyan olmaktadır. Bunun temelinde, tüketim kültürümüzün bile sosyolojik altyapıya dayanmaması yatmaktadır.
Fikirler ve ideolojiler, “yazalım dursun” diye yazılmadı. İcatlar “Ne işe yarıyor bilmiyorum ama yaptım” diye yapılmadı. Ama artık günümüzde, özel yüzme havuzu olmayan birinin, markette indirime girdi diye, havuz ışıklandırması alması gibi, gerekli olmasa bile ve maddî veya mânevî karşılığı olmamasına rağmen birçok şey “satın alınabiliyor”. O kadar ki, “satın almak” fiili, “kabul etmek”, “benimsemek”, “uygun görmek”, “câzip bulmak”, “hoşuna gitmek” gibi aklî ve hissî anlamlarda kullanılır hâle geldi; daha doğrusu bu hâle “getirildi”. Her şey “satın alınabilir” ve dolayısıyla “satılabilir” bir duruma geldi ve getirildi. Her şey “satılabilir” olunca, ihtiyâcı olsun ya da olmasın; satın alma imkânı olsun ya da olmasın, herkes her şeyi ister hâle geldi ve getirildi. Hatta sâdece ve sâdece “değişiklik olsun diye”, çalışan eşyalar, cihazlar atılıyor ve “yenisi” alınıyor. Taksidi bitmeden “eskiyen” şeyler artık normal hâle geldi.
Buna “sosyolojik doping” diyebiliriz. Anlık bir güç patlamasıyla rekor kıran sporcunun daha sonra spor hayâtının bitmesi gibi, birkaç yıllık süreçte “ihtiyaç patlaması” yaşayan toplumsal yapının mensupları, daha sonra ekonomik hayatlarını içinden çıkamaz hâle getirmektedir.
“Yaşam destek ünitesi” ne kadar işe yarar?
Aslında pek de işe yaramaz, çünkü eşyanın tabiatı, böyle çalışmamaktadır. Ağır hasta için kaçınılmaz olan yaşam destek ünitesi bile hastanın durumu iyileşince devreden çıkartılır. Ama hiç gerek yokken kullanılması ise ölümcüldür. O kadar ki, çalışmakta olan bir kalbe kalp masajı yapmak bile ölümcüldür; çalışan kalbi durdurabilir.
Yaşam destek ünitesinin sosyal hayattaki analojisi için vücûdumuzdaki kanı düşünelim. Kanımız olmazsa, kalbimizin çalışması işe yaramaz. Çok kan kaybedersek bir süre sonra kalbimiz durur ve ölürüz. Bu bütün canlılar için geçerlidir. Diğer taraftan kanımız olsa da kalbimiz çalışmazsa kanımızın olması anlamını yitirir. Ayrıca kalbimizin gerektiği gibi çalışması için de tansiyonumuzun dengeli olması gerekir.
Oysa günümüzdeki, sosyolojik ve psikolojik karşılığı olmayan ihtiyaç patlamaları, bizi vücûdumuzda kan ve kalp olmadan yaşama durumuna getirmektedir. Bu durum, “yaşam destek ünitesi”ne bağlı yaşamak gibidir. Yaşam destek ünitesi gibi, kullandığımız kredi kartları, yıllara yayılan taksit sayıları ile ne kadar yaşayabiliriz?
Hiç gerek yokken ve dahası vücûda yan etki yapacak ilaçların alınması ne kadar tehlikeliyse, “olmayan ihtiyaçlar” için harcama yapmak ve bu harcamalar için ekonomik şartları zorlamak, bizi yaşam ünitelerine benzetebileceğimiz kredi kartlarına, banka kredilerine, yıllar süren taksitlere mahkûm etmektedir. Maalesef bu yaşam destek üniteleri hastanın iyileşmesine değil, mahkûmiyetlerini kaçınılmaz hâle gelmesine sebep olmaktadır.
Ne yazık ki, bilim dalları ve bilimsel icatlar bir ihtiyâca cevap vermek için ortaya çıkarken ve ideolojiler mevcut durumun gözlemlenmesiyle bu durumun tespiti için oluşturulurken, sosyal hayâtımız bilimsel yollardan gün geçtikçe uzaklaşmaktadır. Önce “icat” yapılmakta ve isim konulmakta ve ihtiyaç daha sonra “var edilmektedir”. Reklamcılıktaki (İngilizce tâbirle) “teaser” denen yöntemle, önce merak uyandırılmakta ve daha sonra ürün satılmaktadır.
Daha acı olan tarafı, insanoğlu her geçen gün daha “özgür” olduğunu iddia ederken, ihtiyaçlarının bile başkaları tarafından belirlendiği ve bu ihtiyaçlar için maddî kaynağın olup olmadığı tartışmaya kapalı olan bir girdabın içine geçilmektedir.