Aslında geçtiğimiz hafta gösterdi ki Taliban yönetimi sürecin kendisi için hızlı işlediğini ve çok kolayca kontrolünden çıkabileceğini fark etmiş görünüyor.
Afganistan’da geçici hükümet Taliban mensupları arasında, şimdilik ılımlı bir tablo çizmek ve dünya kamuoyuna iş birliklerine hazırız mesajı vermek için kuruldu. Bu esnada Taliban’ın yöneliminden bağımsız aktörler sahada kendilerini konumlandırmak için adımlarını atmaya da başladılar.
Afganistan’daki son tablo
Aslında geçtiğimiz hafta gösterdi ki Taliban yönetimi sürecin kendisi için hızlı işlediğini ve çok kolayca kontrolünden çıkabileceğini fark etmiş görünüyor. Bir yandan Penşir üzerinden direnişi kırmaya ve geçiş hükümeti sonrası pazarlıkları ülkede kontrolü sağlamış bir aktör olarak sürdürmeye çalışıyor, diğer yandan Taliban ile terörle mücadele konusunda iş birliği yapabiliriz diyen ABD’ne mesaj vermeye çalışıyor. Zira Taliban, Afganistan’daki varlığının sadece son 10-20 yıla sıkıştırılarak, “terör ile mücadele” meselesi üzerinden araçsalaştırılmasından memnun görünmüyor. Doha Anlaşması ve ABD’nin “oldu-bitti” tavrı Taliban yönetiminin beklentilerini yükseltmiş durumda. Bu nedenle Taliban, şu ana kadar meşruiyet-arabuluculuk sağlama konusunda işi başkalarına havale etme ve perde gerisinde kalma eğilimindeki ABD’ye, işi anlaşılır nedenlerle ağırdan alan Rusya’ya ve sahada son derece başarısız olan AB’ye bundan sonra Çin ile kol-kola “dışarıya açılacağız” mesajı verip duruyor. Taliban’ın “büyük güçler” konusundaki sabırsızlığı anlaşılabilir ve bu bölgesel güçlere zaten var oldukları sahada- ki Pakistan, İran ve Katar’ın sahada farklı araçlarla varlık gösteriyorlar- yeni riskler ve fırsatlar, fırsatlarla beraber yeni rakipler getirebilir. Bu resim, ABD’nin sahayı terk etmekteki fütursuzluğu ile birleşince geçtiğimiz hafta bölgesel diplomasinin hızlanmasına, hızlanan bölgesel diplomasi içerisinde de yakınlaşma/işbirliği mesajlarının verilmesine neden oldu.
Bağdat Konferansı bize ne anlatıyor?
İlk mesaj geçtiğimiz günlerde gerçekleşen ve Irak’a komşu ülkelerin davet edildiği, Türkiye’nin yanı sıra İran, Fransa, Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün, Katar, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden (BAE) üst düzey yetkililerin katıldığı Bağdat Konferansında verildi. Konferans esnasında gerçekleşen yan görüşmelerin (ki İran-BAE, Mısır-Katar görüşmeleri rüzgârın nereden nereye doğru estiğini gösteriyor) ötesinde Bağdat İşbirliği ve Ortaklık Konferansı’nın sonunda verilen aile resmi ve bölgesel istikrar vurgusu önemliydi. Resmin bize çok açıkça anlattığı iki husus var. İlk husus Avrupalıların telaşı ile ilgili.
Avrupalıların telaşı
ABD’nin Afganistan’dan Brüksel ruhunu alaşağı ederek çekilmesi Avrupalıları hazırlıksız yakaladı. O nedenle Macron, ağzında “stratejik özerklik”, “yeni müdahale gücü oluşturulmalı” sözleriyle kendini Ortadoğu yollarına vurdu. Macron bölgeye gelmeden önce BM Güvenlik Konseyi’nde Afganistan’da güvenli bölge kararı alınmasına da çalıştı. Almanya Dış İşleri Bakanı Maas ve Hollanda Dış İşleri Bakanı Kaag da art arda Türkiye’ye geldiler. İşleri çok kolay değil zira BM süreci gösterdi ki Çin ve Rusya ABD’nin hatasını AB ülkelerine kolay kolay unutturmayacak. Ayrıca Türkiye, her fırsatta ucuz pazarlıklara kapalı olduğunu söylüyor. Avrupalıların “yedek planları” olarak arzu odakları haline gelmiş stratejik özerkliğin de henüz gerçekleşmemiş bir hedef olduğu NATO Brüksel Zirvesi’nde açıkça görülmüştü. Buna rağmen Biden Avrupalılara gülücük dağıttı ve onları Afganistan kaosuna terk etti. Bu kaostan askeri ve parası yeterince olmayan Brüksel’i kim nasıl çıkartacak merakla izliyoruz.
İkinci husus, Bağdat’taki resmin, bu resmin içinde olmayanlar tarafından nasıl okunduğu ile ilgili. Nitekim resimde olmayan herkes Suriye üzerinden birbirine mesaj verme kaygısına düştü. İsrail yine Hizbullah’ı hedef aldı, Rejim Dera’ya saldırdı, PYD telaş içerisinde ABD hala arkamızda açıklamaları yapıyor, ama söyleyelim; gözler Türkiye’nin Irak’ta süren operasyonlarında, Ankara’ya BAE’nden gelen sıcak mesajlarda ve yakında yapılacağı duyurulan Mısır-Türkiye istikşafı görüşmelerinin yeni ayağında. Bu gelişmeler Bağdat Konferansına yol açan sebepleri daha da görünür kılıyor.
Körfez-İran-Pakistan denkleminde umduğunu bulamayanlar
Aslında yakınlaşma ve normalleşme süreci bölge için yeni bir gelişme değil. ABD’nin Afganistan’dan çekilmesinden önce başlayan bir süreçten bahsediyoruz. Bu sürecin başlamasına da iki önemli gelişme ön açmıştı. İlk gelişmeyi anlamak için normalleşme-kutuplaşma eğilimlerinin sadece bölge aktörlerinin tercihi, hırsları, politikalarının bir sonucuymuş gibi davranmayı bir tarafa bırakmamız gerekiyor. Artık biliyoruz ki ABD’nin Katar ambargosu üzerinden İran’ı vurma planı başarısız oldu. Al-Ula ile başlayan ve Katar ambargosunu bitiren süreç aslında kutuplaşarak, silahlanarak ve izole ederek birilerini özelde Körfez’de, genelde Orta Doğu’da yenme ve yemenin mümkün olmadığını gösteriyor.
Riyad ve Abu Dabi’nin Trump yönetimine canı gönülden inanmalarının tek nedeni elbette ABD ile geliştirilecek özel ilişkiye duydukları güven değildi. ABD’nin hiç kimseye danışmadan tası tarağı toplayıp gidebileceğini, sonra yine kimseye danışmadan dönebileceğini bilen birileri varsa bu da Körfez ülkeleridir. Ancak ABD’nin diplomatik, ekonomik ve yapısal kapasiteleriyle desteklediği bir İran karşıtı stratejinin kendilerine yeni sahalar kazandıracağını düşünmüşlerdi. Bugün gelinen noktada düne kadar süt-domates filan gönderilmesine izin verilmeyen Katar’ın teknik ekibi Kabil’e iniyor, Afganistan siyasi sürecinin hem ABD ile hem de Afganistan’daki diğer unsurlarla devam eden ayağı Doha’da kotarılıyor, üstüne üstük ABD askerleri Katar’daki üslerinde “çekilmenin” rahatlığını yaşıyorlar! Bu tabloda BAE ve Suudi Arabistan’ı “ABD tarafından terkedilmenin” ötesinde rahatsız eden bir şeyler var. Taliban’ın askeri kanadı üzerinden, Türkiye-Pakistan, Çin-Pakistan diyaloğu üzerinden İslamabad’ın Orta Asya-Güney Asya hattında sahip olduğu stratejik avantajlara bir artı eklediğini de unutmayalım.
İran da kazançlı değil
İkinci sebep Körfez adına en az ilki kadar rahatsızlık verici. ABD-İran görüşmeleri henüz bir sonuca ulaşmadı. Körfez ülkeleri sorunun Reisi ve Reisi’nin sertlik yanlısı yeni hükümeti olmadığının da farkındalar. Mesele İran’ı yolundan sopa ve havuçla döndüremeyen, sopası ve havucu uygun olmayan, ya da yeterince sopa ve havuç kullanmayan ABD. En son Bağdat Konferansı’nda Macron İran Dış İşleri bakanının yanında poz verdi. Beklenildiği üzere AB Afganistan kaosundan sıyrılmak için ortalığa para saçmaya devam etme kararı da aldı. Paranın saçılacağı muhtemel adresler olarak da Pakistan ve İran sahne önüne çıkıyor. Bugün İran nükleer pazarlıklarının sarpa sardığını düşünen, Yemen’de ve Irak’ta bir köşesinde İran’ın yer aldığı itiş kakışın bitmediğini düşünen uzmanlar Körfez’in kapasiteye sahip ülkelerinin Batı/ABD stratejilerinin yedek planını oluşturmaya çalışacağını söylüyor. Parantez içinde sözlerimize şunu da ekleyelim: İran için de tablo gül bahçesi değil. ABD yaptırımları devam ediyor, nükleer anlaşma ufuk çizgisinde görünmüyor. İsrail Suriye ve Lübnan’da Hizbullah’ın her adımını izliyor, Afganistan sadece Rusya-Çin gibi ağır topların değil Pakistan gibi rakiplerin de etkisine açılıyor. Dolayısıyla İran’ın da bir yedek planının olması gerekiyor.
Bu resim Türkiye’nin zamanında yaptığı hamlelerin, sadece Afganistan hamlesinin değil, Katar ambargosunun başından itibaren yaptığı hamlelerin ne kadar isabetli olduğunu da gösteriyor. Bu nedenle bugün en revaçtaki yedek plan Ankara ile diplomasi kanallarını açmak. Körfez ve AB ülkelerinin açtığı yol Ankara’nın elini güçlendirdikçe başkaları da bu kervana katılacaktır.