Geçenlerde bir ortamda emekli bir amca şöyle bir soru sordu: "Ya evlat, bu rating kuruluşları ne iş? Niye Türkiye'ye bu kadar düşmanlar?". Halkımızın çoğunda bu algının oluştuğunu görüyoruz. Tabii ki, iktisadi aktörler, olaylar ve kurumlar bu kadar basit, komplo teorisi benzeri yaklaşımlarla ifade edilemez.
EMEKLİ AMCA: BU RATING KURULUŞLARI NE İŞ?
Geçenlerde bir ortamda emekli bir amca şöyle bir soru sordu: “Ya evlat, bu rating kuruluşları ne iş? Niye Türkiye’ye bu kadar düşmanlar?”. Halkımızın çoğunda bu algının oluştuğunu görüyoruz. Tabii ki, iktisadi aktörler, olaylar ve kurumlar bu kadar basit, komplo teorisi benzeri yaklaşımlarla ifade edilemez. Dünya’da 7 milyar insanın tek derdinin “Türkiye’deki iktidarı ne yapalım da düşürelim?” ifadesinde saklı olduğunu düşünmeyecek kadar birikim sahibiyiz. Ancak açıklanamayacak bazı sıkıntıların da olduğu aşikâr.
Derecelendirme Kuruluşları’nın karnesini en iyi 2008 Krizi’ndeki başarısızlıkları, tahminlerinde çuvallamaları ve kullandıkları muhasebe sistemindeki yetersizlikleri ile gördük, fakat bu başka bir yazının konusudur. Bugün için ana konumuz, derecelendirme firmalarının ülkelere ve firmalara verdikleri notlama kriterlerinin ne derecede tartışmaya açık olduğudur. Göreceğiz ki, Derecelendirme Kuruluşları’nın ana amacı ile para kaynakları arasında da çelişkiler bulunmaktadır.
Finansal piyasalarda en önemli faktörlerden biri bilgidir. Çünkü finansal varlıklara talep, o varlıkların fiyat ve getirilerinin muhtemel bir gelecekte alabileceği tahmini değere göre biçimlenir. Bu tahminlerin kişiden kişiye göre değişmesi bir yana, aynı zamanda, gerçekleşmeleri de garanti değildir. Haliyle bu durum, yüksek bir belirsizliğe neden olur.
Yatırımcıları fiyat, getiri ve riskler hakkında doğru bilgilendirmek piyasanın doğal akışında olması için olmazsa olmaz şarttır. Hele bu piyasa bir finansal piyasa ise ve bir de küresel ölçekte yaygınlaşmışsa, bu ihtiyaç daha da hayati öneme sahiptir. Kısaca söylemek gerekirse, finansal varlıklar, ülkeler ve firmalar hakkında enformasyon hazırlayan kurumlar bir kamu hizmeti üretmektedirler ve bu kamu hizmeti kâr hırsına alet edilemez.
Derecelendirme kuruluşları, mevcut durumlarında, sadece bilgi üretmemektedirler. Aynı zamanda ülke ve firmalara danışmanlık hizmeti verirken, onların bono ve tahvillerini (yani borç senetlerini) de uluslararası piyasalarda pazarlamaktadırlar. Her kurum, tahvillerini pazarladığı ülkelerin ve firmaların yüksek notlara sahip olmasını ister. Bu sayede, daha çok tahvil pazarlayabilir ve daha fazla komisyon elde edebilir. Eğer müşterileri olan ülke veya firmalar yeterince notu elde edecek ekonomik performansa sahip değillerse, derecelendirme firmaları ne yapmalıdır ki bu ülkelerin notunu yüksek tutsunlar? İşte tam bu noktada hile-i şerriye gündeme gelmektedir.
Derecelendirme firmaları notları verirken iki kategorideki verilere dayanmaktadır. İlk kategori büyüme, cari açık, bütçe açığı, döviz kuru ve enflasyon gibi nesnel iktisadi verilerdir. Bunlar üzerinde kalem oynatılıp hile yapılamaz. Ancak ikinci kategori, çeşitli güç odaklarının raporlarını da içeren güya insan hakları, demokrasi, basın özgürlüğü gibi hayali, ölçülemeyecek ve subjektif kriterlere dayanmaktadır. Bu iki kategorideki bilgilerin ortalaması ülke ve firmanın ham notunu tayin eder. İkinci olarak, ülke ve firmaların notları bir sepete konarak çan eğrisine tâbii tutulur. Ülke ve firmalar birbirlerine nispetle değerlendirilerek çan eğrisindeki yerlerine ve bizim gördüğümüz AAA veya BBB gibi notlara sahip olurlar.
Bir ülkenin notunu yüksek tutmak isterseniz diğer bir veya birkaç ülkenin notlarını düşürürsünüz. Bu ülkelerin notlarını düşürürken, iktisadi kriterleri kullanarak bu emelinize ulaşamazsınız. O zaman geriye ne kalır: Falanca ülkede basın özgürlüğü yoktur, insan hakları çiğnenmektedir, gençlere baskı vardır ve saire.
Şimdi Türkiye’yi düşünelim: Daha 6 ay öncesinde bu memleket haince bir darbe teşebbüsüne mâruz kaldı. (Ben bu noktada milletin gösterdiği tepkiyi olumlu görmekle birlikte, darbeyi atlatmamızda en büyük payın tartışmasız Sayın Cumhurbaşkanı’nın gösterdiği liderlikte olduğunu düşünüyorum. Eğer Erdoğan’ın başına bir hal gelseydi, şimdi etrafta efelenenlerin çoğu arazi olmuştu). Üstüne Türkiye terör örgütlerinin hedefi haline getirildi. Şimdi de, spekülâtif iktisadi dalgalarla uğraşmaktayız. Tam bu durumda, kerameti kendinden menkul, amacı piyasaya doğru bilgi vermek değil daha fazla para kazanmak olan bir takım kurumlar memleketi adeta bir cehennem yerine benzeten raporlar yayınlıyorlar. Bizim ülkemizde, hiçbir gazeteci muhalif olduğu için, iktidarı eleştirdiği için içeri atılmamıştır. Aksi iddia edilirse, bir gazete bayiine gidip muhalif gazete manşetlerine ve yazarların makalelerine bir göz atsınlar. Tutuklananların hepsi ya bölücü terör örgütünün eşkıya yardakçıları, ya gazeteci görünümü altındaki örgüt mensupları ya da FETÖ üyesi casuslar ve darbe şakşakçılarıdır. Öte yandan demokrasi bitiyor – diktatörlük geliyor çığırtkanlıkları da yine ölçülemeyecek, tanımlanamayacak subjektif yargılardır. Allah aşkına, dünyanın neresinde bir devlet kendi içinde paralel bir devlet oluşumuna veya kendi topraklarında bir avuç tinercinin çadır devlet kurmalarına müsaade eder. Sıra Türkiye’ye gelince, iş başkalaşmaktadır: Uluslar arası insan hakları savunucuları, çiçek çocuklar, varlık sebepleri Türk Devleti’ne ve Türk Milleti’ne düşmanlık olan bir kısım Ali Kemal’ler, Atatürk’ün tabiriyle siyasi ve ticari ikballerini “müstevlilerin menfaatleri ile tevhid edenler”, bir demokrasi vaveylası tutturuyorlar. Bunların hepsi, dışarıdaki üçkâğıtçı derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’nin notunu düşürmesi için bir gerekçe olmaktadır. Ama gerçekler yalanlarla sonuna kadar örtülemez.