Türk, Türklük, Türkçülük kavramları arasındaki kargaşa yüzünden meselenin aslına vâkıf olmak başka bahara kaldı, deyip yaklaşan yerel seçim tesellisi buluyoruz.
“Zeytinyağlı yiyemem aman” türküsünü hepimiz biliriz. Andımız mı, İstiklâl Marşı mı, diye tartışırken, kulağımızı türkülere çoktan kapatmış durumdayız. Türk olmayan şeylere sâhip çıkarken, esâsı “türkî” olan türkülerimizi düşmanımızın oyuncağı yapıyoruz.
Türk, Türklük, Türkçülük kavramları arasındaki kargaşa yüzünden meselenin aslına vâkıf olmak başka bahara kaldı, deyip yaklaşan yerel seçim tesellisi buluyoruz.
Meselenin aslı ve astarı o kadar iç içe girmiş ki, insanın aklına birçok atasözü veya deyim geliyor. “Aşağı tükürsek sakal, yukarı tükürsek bıyık.” “Boşa koyuyoruz dolmuyor, doluya koyuyoruz almıyor.” İrfânı ve bilgeliği kültürel bir öğe olarak muhafaza etmiş olan atalarımızın benzer meseleler için söylediği daha nice hikmetli söz var.
Türküler, irfan kaynağıdır
Atasözlerinin birçoğu türkülerimize güfte olmuştur ve türkülerle yaşamaktadır. “Türkü” kelimesinin aslının “türkî” yâni “Türk ile ilgili” demek olduğunu ortaya koyan birçok bilimsel çalışma bulunmaktadır. Türküler, teknik özellikleri itibarıyla bestekârı bilinmeyen ezgilerdir. Bu yüzden türkü, bestelenmez, “yakılır”. Son Anadolu ozanı rahmetli Neşet Ertaş’ın dediği gibi, “yaşanmayan derdin türküsü yakılmaz”.
Türküler, kültürel şifredir
Yahya Kemâl’in tespitiyle “Türk edebiyatının romanları olan türküler”, üç-beş satırla sayfalar hatta ciltler dolusu hikâyeyi, târihî hâdiseyi ve yaşanmış olayı anlatır. Hepsi yaşanmış bir hikâye üzerine yakılmış olan türküler, o türküleri bilenlerin anlayacağı, söylerken aktaracağı bilgileri barındırır. Gizli bir bilgiye ulaşmak için gerekli olan üç-beş basamaklı bir sayı ya da sekiz-on harflik bir kelime gibidir. Ama onunla açılan kapılardan binlerce yıllık bir kültür hazinesine girilir.
Şifre yanlış kişilerde
Şimdi gelelim bu yazının sebebine. Türk kültüründe bu kadar önemli olan, adını “türkî” kelimesinden alan türkülerin önemini biz biliyoruz da, kahpe düşman ve işbirlikçileri bilmiyor mu? Maalesef bu konuda bizi bizden daha iyi biliyorlar. Biliyorlar ve bizi bizim silahımızla vuruyorlar. Kurt kırması çoban köpeğinin sürüye kurt getirmesi gibi, bize kuzu postuna büründürdükleri çakal ile saldırıyorlar.
Zeytinyağlı yiyemem aman!
Bu türküyü bilmeyen yoktur. TRT Türk Halk Müziği repertuarına 1133 numarayla girmiş bulunan bu türkünün “kaynak kişi” İhsan Kaplayan’dan Muzaffer Sarısözen tarafından 1954 yılında derlendiği bilinmektedir.
Zeytin deyince ilk akla gelen yerlerin başında, sele zeytinleriyle ünlü Gemlik bulunmaktadır. Gemlik de Burda’nın bir ilçesidir. Ne kadar ilginçtir ki, “Zeytinyağlı yiyemem aman” türküsü de kayıtlara Bursa yöresi türküsü olarak girmiştir.
Derdini türkü ile anlatmaya alışkın olan bir insan, acaba her yer zeytin ağaçlarıyla kaplıyken, neden böyle bir türkü yaksın veya söylesin ki?!
Sakın bu türkü, halkın içinden birinin yaşanmış bir olayı anlatmak için anonim olarak yaktığı bir türkü değil de, kasıtlı olarak yaptırılan bir türkü olmasın?!
Değil margarin, ayçiçek ve mısır yağını bile kullanmayan insanlar, “zeytinyağlı yiyemem aman” diye türkü yakar söyler mi?! Maalesef söylettirildi ve söyleniyor.
Türküler ve ABD
Komplo teorisi denecek kadar akıllara durgunluk veren bir art niyetle kurulmuş bir tuzaktan bahsediyorum. Türk kültüründe türkülerin gücünü bilenlerin başında gelen Amerikalılar, 1948-1951 yılları arasında Türkiye’ye verilen Marshall Yardımı kapsamında mısırözü yağının satın alınmasını zorunlu kılmıştı. Bu şartın gerçekleşmesinin önündeki engellerden biri, zeytin ağaçları ve zeytin yağıydı. Bu yüzden yüzbinlerce zeytin ağacını kendi ellerimizle katlettik. İnsanlara zeytinyağı kötü bir şey olarak gösterildi ve mısırözü ve margarin teşvik edildi. Bu yapılırken o zamanın medyatik organlarından biri olan türküler kullanıldı.
Mevcut zeytinyağı üretimi azaltılmış ve düşük fiyata ABD tarafından satın alınırken, daha yüksek fiyata mısırözü yağı satılmış ve ABD’nin elindeki mısır stokları eritilmiştir.
Derin sorunlar
Son 30-40 yılda artan ve sağlık sektörünün en önemli masraf kalemlerinden olan kalp ve damar hastalıklarının elli küsur sene önce oynanan bir oyunun bir sonucu olduğunu görmek insanı üzüyor. Hele bunun türküler gibi Türk’ün öz kültür hazinesi olan türküler kullanılarak yapılıyor olması, sorunun çok daha derinlerde olduğunu göstermektedir.
O derinlere dalmadan bu sorunları gün yüzüne çıkarmak mümkün değildir. Yeni yeni başlayan derinlere dalma çalışmaları, bize petrol ve doğal gaz ile birlikte daha birçok zenginliği de yeniden kazandıracaktır.
Türküler gibi birçok şeyi yeniden keşfederken, popülerleştirmeden ve magazinleştirmeden; birinin bozarken yaptığı gibi sükûnet, kararlılık ve sabırla çalışılması gerektiğini unutmamalıyız. Bozulması bile yüzlerce yıl süren yapının, onca ihmâlin yükü altında kalmışken, birkaç yılda düzeltilmesi mümkün değildir ve eşyanın tabiatına aykırıdır.
Kendi müziğinin yüksek eğitim kurumunu 1976’da zar zor açmış bir devlet olarak, alınan mesâfeyi küçümsemek doğru olmaz. Kimisi kapatılan, kimisi yasaklanan, kimisi de bu türküde yapıldığı gibi, sağ gösterip sol vurulan nice kültürel kurumumuzun ihyâsı, bakanlık sınırlarını aşan ve partiler üstü bir siyâsî irâdenin uzun vâdeli plânlaması ile üstesinden gelebileceği târihî ve kültürel bir sorumluluktur.