“Yanlış Stratejiler” mi yoksa “kimselerin anlam veremediği “Yeni Bir Pencere” mi tam olarak anlaşılamasa da ortada 2 gerçek var:
1) Türkiye’nin her geçen gün Irak’a dair yaşadığı sosyolojik ve ekonomik nabız kaybı.
2) Irak Türkmenlerinin her geçen gün siyasette, seçimlerde, bürokraside ivme kaybetmesi.
Evet ortada mutlaka bir sorun var zira Irak’ta Türkiye’ye dokunan tüm dinamikler aynı fikirde. Çoğu zaman şu cümleleri o kadar fazla işitiyorum ki Irak’ta; “Türkiye böyle bir uygulamayı nasıl hayata geçirir ki? Ankara mantığıyla Irak’ı anlamak elbette imkansız… Türkiye’nin muhatap alıp güç/yetki verdiği o isimler Türkiye’nin menfaati için asla hareket etmez!” Iraklılar “Türkiye'nin Irak'a yönelik stratejilerini, 2004 yılından bu yana başarısız” buluyor bu net. Türkiye’nin Irak'taki Sünnilerle olan ilişkileri ilk olarak Irak İslam Partisi'ne ve onun lideri Tarık Haşimi'ye dayanıyor.
Tarık Haşimi'nin terör bağlantıları ile suçlanıp Irak mahkemeleri tarafından siyasetten dışlanmasının ardından, Haşimi de yurt dışına kaçmış. Türkiye sonrasında Sünni Araplar ile olan ilişkilerini Osama El- Nuceyfi ve Rafi Al-İsavi üzerinden sürdürmeye çalışsa da kısa bir süre sonra bu iki isim kendi arasında çekişmeye başlamış ve DEAŞ Musul'a girmiş. DEAŞ Musul'un yıkımına ve halkının yerinden edilmesine yol açmış. Bu olaylar sonucunda, Osama el-Nuceyfi'nin Musul'daki etkisi azalmış, Rafi al-İsavi ise hakkında açılan davalar nedeniyle Irak'tan kaçmak zorunda kalmış. El-Nuceyfi, iki kez milletvekili seçimlerine katılsa da parlamento koltuğunu kazanamadı. Türkiye'nin Sünni Araplar ile ilişkilerindeki üçüncü isim ise Irak'ın önde gelen Sünni iş adamlarından Hamees el-Hancer oldu. El-Hancer'in yerel yönetim seçimlerinde ve Musul-Kerkük-Bağdat'taki yerel hükümetlerin kurulmasında başarılı olamaması, Sünnileri birleştirememesi, ayrışmalara neden olması, üzerine atfedilen suçlardan aklanamaması Türkiye'nin Hamees Hançer seçiminde de başarılı olmadığını gösterdi.. Tüm bu Sünni girişimlerinden istediği sonucu elde edemeyen Türkiye, Iraklı Türkmenlerin yaşadığı ivme kaybının da önüne geçemedi. Kerkük’te yaşanan son gelişme bu konunun yüksek sesle konuşulmasına vesile oldu. Türkmenler hem Kerkük'te kurulan yönetimin içerisinde yer alamadı hem de Türkiye'ye muhalif Kürdistan Yurtseverler Birliği(KYB)’nin Kerkük’te zafer ilan etmesinin de önüne geçemedi.
Üst üste yaşanan bu gelişmeler, Türkiye'nin Kerkük başta olmak üzere diğer tartışmalı bölgelerdeki ve Irak genelindeki stratejilerinin yeniden gözden geçirmesi gerektiğinin ve Bağdat Yönetimi ile olan ilişkilerin yeniden değerlendirmesi gerektiğinin açık göstergesidir. Irak’ta sıklıkla şu zikrediliyor Iraklılar tarafından; “Türkiye, sadece Sünni Araplarla değil, aynı zamanda Şii Araplarla da, özellikle 2019'da Adil Abdulmehdi Hükümeti döneminde protestolar düzenleyen ve "Tişrin" olarak bilinen güneyli Şii aşiret liderleriyle de yakınlaşmalıdır. Türkiye, bu aşiretlerle su konusundaki iş birliği başta olmak üzere pek çok konuda ortak stratejiler geliştirmelidir…” Uzun sözün özetiyle tekrar ediyorum ki; Türkiye, Irak stratejilerini acilen gözden geçirmeli ve Şii-Sünni-Kürt siyasi güçleriyle aynı düzeyde ilişkiler kurmalı.
Çünkü “ötelediğin, ittiğin, uzak gördüğün, suçladığın her şey zamanla karşına geçer!” Türkmen siyasi partileri ise “Iraklı kimliğini” unutmadan merkezi hükümet ile olan ilişkilerini yakın tutmalı. Bağdat Hükümetinin mezhepsel kimliğe bakmadan hareket etmesi ve Türkmenlerin etki sahibi olması için de “bir bütün olarak mezhepsel ayrışmalardan uzak durmalı” Türkmenler. Ayrıca Iraklı Türkmenlerin sıklıkla Türkiye’ye ilettiği ricayı bir kez daha hatırlatmakta fayda var. “Türkiye'nin dış politikası; Türkmenlerin mezhepsel ve bölgesel farklılıklarından uzak durarak, Türkiye'nin stratejik çıkarlarını koruyacak şekilde tek bir blok olarak hareket etmeleri üzerine kurulmalı. Bu strateji, Türkiye'nin 2011 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Şiiler ve Sadr Hareketi tarafından sıcak bir şekilde karşılandığı dönemde olduğu gibi, Şiilerle olan ilişkileri de güçlendirmeli..."