Şimdilerde "küreselleşme" diye allanıp pullanan sömürgeciliğin ilk adımı, 15. Yüzyılın sonralarında başlayan "coğrâfî keşifler" ile atılmıştır.
Avrupa’nın kara câhilleri dışında dünyâda herkesin bildiği toprak parçaları, Avrupalılarca mâlum hâle gelince, bu toprakların kaderleri de kararmıştır. Böylece dünyânın beş asırdır terler içinde bir türlü uyanamadığı kâbus da başlamıştır. Ne yazık ki, sâdece ter değil, kan ve gözyaşı da eksik olmamıştır.
Avrupa’nın ipini koparan aç hayvan gibi dünyâyâ saldırmaya başlamasıyla, Avrupalıların hâlâ pek de pişmanlık duymadığı “kirli târih” de yazılmaya başlamıştır. Pişman olmadılar ve pişman değiller, çünkü bu pişmanlık duygusunun üstü, sömürüyle elde edilen hammaddelerin sağladığı zenginlik, sanayi, kalkınma, teknoloji ve bunların ardından gelen modernlik, çağdaşlık, eşitlik, insan hakları, demokrasi gibi içi boş ve profan ama dışı yaldızlı ve göz kamaştırıcı kavramlarla sıvanmış durumdadır.
4 Mart 2018 Pazar günü, 24 TV’de Zeynep Türkoğlu’nun sunumuyla yayınlanan Serbestiyet programında Prof.Dr. Halil Berktay’ın anlattıklarını dinlerken, kafamdaki bâzı boşluklar doluverdi. Halil Berktay Hoca, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın son Afrika gezisini yorumlarken, çok kapsamlı ve derinlemesine bir okuma yaptı.
Katolikliğin prangasından Protestanlığın geçici mutluluk hapı ile kurtulan Avrupa, bu uyuşturucunun verdiği cesâret ile dünyâya âdeta deli gömleği giydirdi. Avrupa’nın sömürgecilik hırsı ile en çok zarar verdiği kıta Afrika’dır. Dünyânın en büyük ormanlarına sâhip bu yeşil kıta, sırf insanlarının ten rengi sebebiyle “kara kıta” olarak yaftalandı. Bu kıta sanki dünya yaratıldığından beri hep aç insanların yaşadığı bir kıtadır. Bu yaftada, bu kıtanın insanları tıpkı hayvanlar gibi vahşidir; hatta yamyamdır.
Bu yaftanın tuzağına biz Müslümanlar ve Türkler de düştük. Halil Berktay Hoca’nın tespitiyle Mehmet Âkif Ersoy bile bu tuzağa düşmüştü. Fransızların 1915’te Çanakkale’de bize karşı savaşmaları için Afrika’daki sömürgelerinden getirdikleri askerleri, Mehmet Âkif “Çanakkale Şehitleri” adlı şiirinde “yamyam” olarak adlandırır.
Afrika’daki binlerce dil ve bir o kadar da kültürel farklılık, Avrupa’nın yaftalamasıyla bir anda, şimdilerde hakaret olarak kullanılan ve “kara” anlamına gelen “negro”ya indirgenmiştir. Utanmadan “Nijer” ve “Nijerya” diye ülke isimleri bile uydurmuşlardır. Zengibar Adası’ndan getirildikleri için Osmanlı’nın “zengî=zenci” diye adlandırdığı bu insanların ten rengi, sömürgecilik yüzünden insanların tâlihinin de rengi olmuştur.
Afrika’dan Amerika kıtasının hem kuzey hem de güney parçalarına, Uzak Doğu’dan şimdi olduğu gibi Orta Doğu’ya kadar dünyâya aynı deli gömleğinin farklı renkleri giydirilmiştir.
Avrupa’nın entelektüellik tersânelerinden Osmanlı sularına indirilen Jön Türkler’in hürriyet(!) hevesiyle dolu gayretleriyle bu deli gömleği Osmanlı’ya ve Osmanlı coğrafyasına da giydirildi. Osmanlı bakiyesi üzerine kurulan Cumhuriyet’in doğrudan sömürülemeyeceği oryantalistler tarafından tespit edilmişti. Bu yüzden târihine küfreden “yerel sömürge vâlileri”ne teslim edildi. Ekonomiden sanata, akademiden dine kadar her alanda bu vâliler hâlâ içimizdedir.
Türkiye, Osmanlı zamânında sömürgeci-emperyal literatüründe “öz toprak” olarak görülmeyen ve fakat Avrupalı devletler tarafından işgâl edildiğinde Anadolu’dan gönderilen askerlerle kurtarılmaya çalışılan topraklara yüzyılı aşkın bir süredir arkasını dönmüş durumdadır. Görünüşte sömürge olmasa da kendisine giydirilen deli gömleği sebebiyle elleri kolları bağlıdır. Gözleri ise uzun süre bu deli gömleğini giydirenlerden beyhûde merhamet bekler şekilde boş boş bakmıştır. Türkiye, dünyânın ve yanı başındaki toprakların elini kolunu bağlayan deli gömleğini uzun süre fark edememiştir. 1517’de Mısır’ın fethiyle kapılarını Selefî akıma açan Osmanlı, 1839’daki Tanzimat Fermânı ile bütün dikkatini bu deli gömleklerinin dikildiği Batı’ya çevirmiştir.
Dünya İçin Târihî Fırsat
Türk devlet târihinde belki önceki hiçbir devlete nasip olmamış bir fırsat, şimdi Türkiye Cumhuriyeti devletinin önündedir. Târihte hep olduğu gibi, önce ticârî ve kültürel yakınlaşma ile başlayan ilişkilerle, Türkiye hem yakınlaştığı coğrafyaların arkadan bağlı deli gömleğini gevşetmekte, hem de kendi elini kolunu bağlayan deli gömleğinin düğümlerini çözmektedir.
Türkiye’nin Balkanlar ve Afrika olmak üzere doğal iletişim alanlarına yaptığı yakınlaşma hamleleri, Tanzimat Fermânı ile Avrupa’ya dönen yüzünün yönünü tersine çevirmektedir. Ayrıca Cumhurbaşaknı Erdoğan’ın hafta içinde “güncelleme” kavramını kullanarak yaptığı çıkış da 1517’den beri zehirli sarmaşık gibi büyüyen Selefîliğe karşı alınan tavırdır.
Bu iki hamle, Türkiye özelinden çok daha küresel bir değişimin habercisidir. İnşallah müjdecisi olur.