Denge politikaları devletlerarası ilişkilerde ülkelerin ekonomik, siyasi durumlarına göre değişiklik göstermiştir. Ama hemen her ülkenin güçler dengesi içerisinde bu politikayı uygulamaya çalıştığı görülmektedir.
Denge politikaları devletlerarası ilişkilerde ülkelerin ekonomik, siyasi durumlarına göre değişiklik göstermiştir. Ama hemen her ülkenin güçler dengesi içerisinde bu politikayı uygulamaya çalıştığı görülmektedir.
Denge politikasının her zaman sonuç vermediğini tarihi gerçekler göstermektedir. Soğuk savaş sonrası dünyanın da dengesi bozulmuştur. Soğuk savaş döneminde yaşanan gerginliklerin /çatışmaların sayısı, SSCB’nin dağılmasından sonraki süreçte artmıştır. Ve bu çatışmaların önlenmesi, durdurulması yönündeki çabaların ne kadar zayıf kaldığını, hegemon güçlerin çatışmaları durdurmakta ne kadar isteksiz olduğunu görebiliyoruz. Yapıcı yıkım dediğimiz anlayışla bir anlaşmazlığın çatışmaya dönüşmesi için el birliği ile çaba gösterildiğini takip edebiliyoruz. İnsanların ölümleri, yaşamlarının geri gelmeyecek şekilde darmadağın olması, ülkelerin parçalanması umurlarında değil.Yeterki çatışma veya gerginlik bölgesinde ki insanlar ülkelerini terk ederek kendi topraklarına gelmesin. Hatta İngiltere gibi gelenleri Ruanda gibi ülkelerin içinde bulundukları yönetsel ve ekonomik zorlulukları istismar ederek bu tür ülkelere gönderme şeklinde arayışlar içinde olan batılı ülkelerde var. İngiltere’de göçmenleri Ruanda ile birlikte Türkiye’ye gönderme cüretini söylemle de olsa gösteren siyasetçilerin de bulunduğunu gözlerden uzak tutmamalıyız.
MİLLİ GÜÇ
Her türlü insanlık dışı gelişmelere açık olan bu dünyada denge politikası sürdürebilmek pek mümkün görünmemektedir. Bu tür politika sürdüren ülke de yok gibidir. Hindistan gibi birkaç ülkeyi belki örnek olarak gösterebiliriz. Bunun içinde askeri ve ekonomik anlamda milli gücünüzün denge politikasının taraflarınca dikkate alınmak zorunda kalınan büyüklükte olması gerekmektedir. Hamlelerinizle bazı güçlerin düşmanca davranışlarını törpüleyebilirsiniz. ABD’nin bütün karşı çıkmasına karşılık Hindistan’ın Rusya’dan S-400 alması veya Hindistan’ın ABD’nin oluşturmaya çalıştığı Çin hedefli QUAD yapılanması içinde aktif olarak yer alması için ikna edilememesinin nedeni Hindistan’ın milli güç unsurlarının büyüklüğüdür.
Dünya düzeninin sağlamayı hedefleyen 2’nci Dünya Savaşı sonrası parametreleri çökmüş durumdadır. Tek kutuplu dünyanın bugüne kadar keyfini çıkaran ABD parametreleri kendine göre oluşturma çabası içindedir. Ancak, kendi ülkesi içinde ve dışında yaşanan gelişmeler nedeniyle artık tek başına bir parametre oluşturmanın zorluğunu bildiği için yanına kendisi için elini kana bulayacak ortaklar aramaya, ittifaklar oluşturma arayışlarına devam etmektedir. Güneydoğu Asya’da sadece Çin’i çevrelemek maksadıyla kurmaya çalıştığı sözde ittifakların sayısını bir süre sonra sayamaz hale geleceğiz gibi. AUKUS, QUAD, Mavi Pasifik Ortaklığı gibi. İlginç olan her yeni kuruluşun içinde aynı ülkelerin olması. ABD, Çin’i çevrelemeye çalışırken iki ülkeden nükleer ses geldi. Kuzey Kore, saldırı olması halinde nükleer silah kullanacağını, İran ise nükleer silah üretme kapasitesine ulaştıklarını açıkladı. Rusya ile birlikte nükleer silah kullanımı/geliştirme kapasitesini caydırma amaçlı da olsa kullanabileceğini çekinmeden açıklayan ülke sayısı 3 oldu. ABD, yaptığı her hamle ile dünyayı nükleer bir savaşın eşiğine doğru adım adım yaklaştırıyor. Prof.Slovaj Zizek’in, nükleer felaket riski artıyor ve dünya giderek küresel krizlerden oluşan bir kusursuz fırtınanın içinde, birçok önceliklerimiz varken asıl kaygımız siyasi krizler oluyor, küresel iş birliğine bu kadar ihtiyaç duyulan bir zamanda “Medeniyetler Çatışması”intikam duygusu ile geri döndü sözleri tam günümüzün gelişmeleri en kısa yoldan özetliyor.Aleksander Dugin, Rus ordusu halen tek kutuplu dünyayı dayatan egemen güçlerle savaşıyor, bu savaşı kaybetme ihtimalimiz yok, aksi durumda dünya yangın yerine döner diyerek ABD ve takipçilerinin ne yapmak istediğini anlatıyor.
ASIL KAOS KENDİ TOPRAKLARINDA
ABD, ana karası dışında yaptıkları ve planladıkları ile dünyayı kaos ortamına sürükledikçe aslında asıl kaosu kendi topraklarında yaşamak üzere olduğunu son yapılan araştırmalar gösteriyor. Bu sonuçlar, ABD’nin toplumsal bütünlüğünün ve vatandaşlarının devlete olan bağlılık/güveninin giderek azalmakta olduğunu işaret ediyor.
Kaliforniya Üniversitesi’nin yaptığı araştırma; ABD’lilerin yüzde 40’dan fazlasının, göçmenlerin beyaz nüfusu geçeceği yönündeki “büyük yer değiştirme teorisi”nin gerçekleşeceğine inandığı, beşte birinin siyasi kalkışma halinde silahı eline almaya hazır olduğunu, yüzde 40’nın demokrasi yerine güçlü lideri destekleyeceklerini, Chicago Üniversitesi’nin yaptığı araştırmada ise araştırmaya katılanların çoğunun Biden yönetiminden çok rahatsız olduğunu, yakında yönetime karşı silaha sarılmak gerekebileceğini ortaya koymuştur. Daha önceki bazı eyaletlerin bağımsızlık yönündeki çabalarını da birlikte değerlendirdiğimizde ABD’nin ciddi iç sorunlarla karşı karşıya kaldığını görebiliyoruz. Yakın bir tarihte ABD’nin bölünmesi ve zayıflaması söz konusu olabilecektir. ABD zayıflayınca başta NATO olmak üzere ABD orijinli ittifaklarında sonu gelebilecektir. Diğer taraftan ABD ana karasını uzun menzilli ve son derece etkili silah sistemlerinden uzak tutma çabaları da giderek zayıflamaktadır. Bugüne kadar savaşı başka ülke toprakları üzerinde yapan, milyonlarca insanın ölümünden sorumlu olan ABD, ilk kez kendi topraklarında savaşı yaşabilecektir. ABD, son girişimlerine devam etmesi halinde ana karasında daha erken tarihlerde savaşın acı yüzü ile karşılaşabilecekir.
KÜRESEL KIRILMA
Rusya-Ukrayna savaşı öncesi ve devamı süresince yaşananlar küresel kırılmanın üst düzeyde olduğunu gösteriyor. Dünya 1991 yılında SSCB’nin yıkılması ile başlayan depremin artçı sarsıntılarını yaşamaya devam ediyor. Bu sarsıntılar bazen en üst düzeyde ses getirirken bazen yerel ölçekte kalıyor. Son 2 haftada yaşananlara baktığımızda sarsıntıların şiddetinin de arttığını görüyoruz. Türkiye’nin çabaları sayesinde tahıl koridorunun açılması ve ilk geminin Türkiye’ye gelmesi, Sırbistan-Kosova arasında şimdilik 1 ay süre ile donmuş gibi görünen gerginlik, Irak’ın Kuzeyinde Zaho bölgesine yapılan saldırı sonrası 1984‘ten bugüne kadar binlerce vatandaşımızı kaybettiğimiz, ekonomik anlamda ciddi kayıplara uğradığımız Irak merkezli terör örgütü saldırılarını önlemek için kılını bile kıpırdatmayan Irak’ın saldırıdan hemen sonra Türkiye’yi hedefleyen açıklamalar yapıyor ve konunun BM Güvenlik Konseyine kadar taşınıyor olması, bu saldırının Astana zirvesinin hemen ardından gelmesi, Musul Konsolosluğumuza yapılan saldırı, Biden’ın körfez ülkelerini Rusya ve Çin ile teması kesmeleri, onlara karşı oluşturmaya çabaladığı karşı cephede yer almalarını sağlama çabaları, ABD’nin İsrail liderliğinde kendisine bağlı bir güvenlik örgütü oluşturma girişimleri, en son ABD Temsilciler Meclisi Başkan ı’nın Tayvan ziyareti ile ABD tarafından planlı bir şekilde gerginleştirilen ABD -Çin ilişkileri ve diğer gelişmeler. Bu gelişmelerin hemen hepsinin Türkiye ile doğrudan veya dolaylı bağlantıları mevcuttur.
Bugün Çin, Rusya ve ABD’nin tam etkili olamadığı Afrika’nın birçok ülkesinde en etkili ülkenin Türkiye olması tesadüf değildir. 44 Afrika ülkesinde Büyükelçiliği bulunan Türkiye’nin bu ülkelerle imzalanmış birçok anlaşmaları ve yatırımları bulunmaktadır. Türkiye, küresel güçler gibi bu ülkeleri sömürmek için değil, sömürülmekten kurtulmaları, tam bağımsız olmaları, eski sömürgelerine aidat öder gibi gelirlerinin belirli kısmılarını ödememeleri, bu parayı halklarının refahı, ülkelerinin kalkınması için harcamaları için yanlarındadır ve yanlarında olmaya devam etmektedir.
Diğer taraftan Türkiye, ekonomik sorunlarına rağmen insani yardım sağlamaya hiçbir karşılık beklemeden devam etmektedir. İngiltere merkezli "Development Initiatives" kuruluşu tarafından hazırlanan Küresel İnsani Yardım 2022 Raporu'na göre, ABD, 9 milyar 768 milyon dolar insani yardım sağlayarak, miktar bazında listenin başında, Türkiye ise ikinci sırada yer almıştır. Ancak Türkiye, 5 milyar 587 milyon dolarla gayrisafi milli hasılasına oranla en çok insani yardım sağlayan ülke olmuştur. Bu yardımlara ülkemizde ki sığınmacılara yapılan yardımlar dahil edilmemiştir.
DÜNYA BARIŞINA KATKI
Türkiye, barış ve istikrarın korunması için Kıbrıs başta olmak üzere Suriye, Somali, Katar, Lübnan, Arnavutluk, Libya, Bosna-Hersek, Kosova, Irak, Azerbaycan gibi ülkelerde asker bulundurmaya devam etmektedir. Dünya barışına en çok katkı sağlayan ülkelerin başında gelmektedir Türkiye.
Türk konseyi’nin aktif hale gelmesi ile Orta Asya’da etkinliği giderek artan Türkiye, Güney Amerika ülkeleri ile de işbirliğini geliştirmeye devam etmektedir.
Rusya’nın Türkiye’yi BRICS ülkeleri arasında olması gerektiğini söylemesi, Şanghay iş birliği örgütüne tam üye olarak davet edilmesinin beklendiği bir süreçte Türkiye, denge politikasını gelişen şartlara göre revize edebilir ve yeni dünya düzeninin tamamen barışa dayalı olarak kurgulanmasında rol üstlenebilir. Türkiye’nin hızla değişen şartlara rağmen asla değişmeyen jeopolitik konumunun önemi, Türkiye’ye yeni dünya düzeninin şartlarının belirlenmesinde ve kurulmasında öncü rol oynaması için imkan sağlamaktadır.
Türkiye, insan odaklı güvenlik anlayışını esas alarakyapılandırmaya devam ettiği güvenlik stratejisi ile desteklenen “insanı yaşat ki devlet yaşasın” anlayışının etken olduğu yeni bir jeopolitik teorinin kurucusu ve uygulayıcısı olabilir.
*Strateji Uzmanı Tuncer Tabanlı’nın “Rusya’nın Ukrayna’yı İşgali ile Değişmeye Başlayan Dünya Düzeninde, Türkiye, Küresel Güç Pozisyonuna Hangi Uygulamalar ile Gelebilir “başlıklı çalımasından yararlanılmıştır.