Türkiye, Rusya ve Suriye...
Bu üç garantör ülkenin kontrol güçlerinin, rejim ve muhalifler arasında çatışmayı engellemek için bölgede konuşlanmasını sağlayan Astana Mutabakatı doğrultusunda; İdlib ve Halep çevresi ile ilgili müzakerelerin devamı ve rejim güçler ile ortak noktada buluşmak üzerine çeşitli mutabakatlar yapıldı. Fakat son üç yıldır İran, Rusya ve Suriye'nin Türkiye'yi oyalaması, bölgesel sorunların büyümesi, yaşanan Aksa Tufanı ve Ukrayna/Rusya Savaşı'ndan ötürü üçüncü plana atılmış bir süreç yaşadık. Özellikle Suriye rejim güçlerinin PKK/YPG terör örgütleri ile örtülü anlaşmalar yapmaları, Türkiye'yi rahatsız etti.
PKK/YPG'nin alan büyüterek ABD destekli yayılmacı bir politikayla İsrail'e aparat bir güç olması, İngiltere ve batılı ülkelerin seküler yapılanma adı altında Kürtleri bir müttefik gibi bölgede organize etmeleri hiç şüphesiz Türkiye'yi kaygılandırdı. Bu durumda Türkiye, Özgür Suriye Ordusu ile yaptığı eğitimler, bölgesel çalışmalar ve lojistik takviyelerle birlikte bölgeye operasyon hazırlığına başladı.
***
Astana Mutabakatını hiçe sayar şekilde davranan İran, Rusya ve Suriye'nin özellikle Türkiye'ye yakın bölgeleri Astana sürecinden sonra da bombalamaya devam etmeleri, Türkiye'ye yönelik göç artışı ve Haşdi Şabi gibi unsurların bölgede yoğunlaşmaları da Türkiye için bir tehditti...
Buna karşın Türkiye'nin ölçekli bir operasyon yapması gerekiyordu. Bıçağın kemiğe dayandığı noktada Türkiye'nin Astana süreci sınırlarına mutlaka dönülmesi açısından özellikle İdlib ve Halep bölgesindeki operasyonu zorunlu bir operasyondu. Uzun süredir yaptığı çalışmalar neticesinde Türkiye'nin Astana Mutabakatı'na bağlı olarak bölgeye yerleşmesi, o bölgelere sınır koyması ve operasyonlarla ele alması gerekiyordu.
Türkiye'nin desteklediği muhalif gruplar Astana sınırlarına operasyona başladığında ilginç bir yapıyla karşılaştılar. Rejim güçleri, İran ve Rusya birlikleri yorgun ve yoğun zaman diliminde ÖSO operasyonuna karşın beklenmedik sınırlara çekildiler.
Bu sınırlar o kadar önemli sınırlardı ki; Suriye rejiminin olmazsa olmazı olan Halep ve İdlib'i terk ettiler. Özgür Suriye Ordusu da bu sayede hızlı bir ilerleyiş sağladı. Burada yaşanan taarruz Türkiye'yi dahi şaşkına çevirdi. Bu şaşkınlık ve olağanüstü gelişme karşısında Türkiye'nin her ne kadar eli güçlense de HTŞ (Heyet Tahrir el-Şam) tehdidi göz ardı edilmemeli...
Bu örgütün EL- KAİDE ve IŞİD'e yakın olması; İsrail, İngiltere ve ABD istihbarat birimlerinin ‘bölgede birilerine yuva açabileceği’ ihtimalini de düşündürüyor. HTŞ, Türkiye açısından son derece riskli bir örgüt... Çünkü İngiltere ve İsrail istihbaratının en güçlü olduğu yapılardan biri...
HTŞ'nin, Özgür Suriye Ordusu ile muhalif güçler sınıfında savaşması şu an için dostane görülebilir ama yarın öbür gün ÖSO'ya karşı beklenmedik bir direniş gösterebilir. HTŞ'nin alan kazanma adına, ABD vekalet savaşı doğrultusunda; SDG'ye yani PKK ve YPG'ye kol kanat gerebileceği, dolayısıyla da bir "Truva Atı Misyonu" ile hareket edebileceği unutulmamalıdır.
***
Ne yazık ki; bölgedeki sözde İslami gruplar her ne kadar Sünni gelenekte gibi görünseler de doğrudan İngiltere istihbaratı ile çalışma halindeler. Çünkü İngiltere istihbaratı, SDG’yi (Suriye Demokratik Güçleri) yani PKK'yı destekliyor. Bu durum, Türkiye açısından son derece tehlikeli...
Lübnan Savaşı'nın hemen ardından rejim güçlerinin bölgeden hızlı bir şekilde tasfiye edilmeleri ve geri çekilmeleri "Türkiye tuzağa mı çekiliyor?" sorusunu da akıllara getiriyor. Bölgesel ciddi bir operasyon söz konusu...
Bu süreçte özellikle rejim güçlerinin çekildiği noktalara PKK'ya YPG güçlerinin yerleşmeleri, Halep'in çevresinde hızlı bir şekilde yapılanmaları, Türkiye'nin uyanık olmasını ve hızlı bir şekilde müdahalesini gerektiriyor. Türkiye bu noktada son derece dinamik aynı zamanda temkinli olmalı ve tehditlere karşı ‘hızlı cevap verme’ metodunu devreye sokmalıdır.