Benim kendi ailemde, özellikle anne tarafımda, beş vakit namaz kılan, oruçlarını tutan, mazbut bir hayat yaşayan büyük amcalarım ve büyük halalarım vardı.
Benim çok sevdiğim bir aile dostumuz var. O kendini bir seferinde şöyle tanımlamıştı: “Ben sosyal demokrat, sol düşünceli bir insanım. Yani, laiklik (burada “a” sesini uzatarak “laayiklik” şeklinde söylemişti, DMD) ve Atatürk milliyetçiliğinden yanayım. Ama ekonomide de serbest piyasa ekonomisinin gerekli olduğunu düşünüyorum.” Büyüğümüzün düşüncelerinde gördüğüm bir gariplik de şuydu: ABD’de Washington milliyetçiliği, İngiltere’de Kraliçe Victoria milliyetçiliği, Fransa’da De Gaulle milliyetçiliği veya Hindistan’da Gandhi milliyetçiliği gibi kavramlar yokken bizde Atatürk milliyetçiliği diye bir kavramın olması… Ama meselemiz milliyetçilik değil, Türk solu. Tabiî ki, tahmin edeceğiniz gibi, bu büyüğümüz sıkı bir CHP taraftarıdır.
Benim kendi ailemde, özellikle anne tarafımda, beş vakit namaz kılan, oruçlarını tutan, mazbut bir hayat yaşayan büyük amcalarım ve büyük halalarım vardı. Bunlar dış görünüş itibariyle geçmişte sağ partilere oy veren ve bugün de AK Parti seçmeni olan çoğunluk ahalimizden farklı değillerdi. Farklı oldukları nokta şuydu: Seçim sandığı önüne geldiğinde bu büyüklerimiz düşünmeden Altı Ok’a, yani CHP’ye (ve bir dönem onun muadili SHP’ye) oy verirlerdi. CHP onlar için Kuva-yı Milliye mensubu babaları Ali Osman Ağa, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa demek idi.
Bu verdiğim iki örnekten ilki şehirlerdeki CHP seçmeni profilini, diğeri ise taşradaki CHP seçmeni profilini göstermektedir. Şehirlerdeki seçmen belli bir tahsil seviyesinin üzerinde, beyaz yakalı işlerde çalışan veya devlet memuru olan, milliyetçi refleksleri yüksek olmakla birlikte Batılı yaşam tarzına uygun yaşayan, dini hassasiyetleri az olan bir profile sahiptir. İktisadi anlamda bu seçmeni bilinen sol siyasetle ve sol ekonomi politikle bir arada düşünmemiz mümkün değildir. CHP’yi tutmalarının sebebi bu yaşam tarzı tercihlerinden kaynaklanır. Onlara göre Atatürk’ün Cumhurbaşkanı olarak inkılapçı kimliği belirleyici olmaktadır. Taşradaki seçmen ise CHP’ye desteğini bir aile yadigârı olarak taşır. Aynı zamanda Cumhuriyet Halk Partisi’nin Kuvvacı geçmişi onlar için önemliyken, Atatürk ve İnönü de, Milli Mücadele komutanları olarak önemlidir. Bu seçmen için aile geleneği ve Atatürk’ün milli mücadele komutanlığı belirleyici iken, inkılapların pek de önemi yoktu. (Bu arada şunu da ifade edeyim, bu büyük halalarım ve büyük amcalarımın çocukları olan dayı ve teyzelerimin çoğu bugün AK Parti seçmeni konumuna gelmiştir, DMD.)
Yukarıda kendi çevremden gözlemlediğim CHP seçmeni profili, üç aşağı beş yukarı çoğumuz tarafından da gözlemlenmiştir. Ben kendi çevremde CHP seçmeni olan bir işçi, düşük gelir grubundan mavi yakalı çalışana tesadüf etmedim. CHP’nin “sol parti olduğu” imajı biraz da çok partili demokrasi sahnesine uygun bir rol alması ve İsmet Paşa’nın bir kararıyla oluşmuştur. İşçi sendikaları ve diğer emekçi örgütleriyle organik bir bağı yoktur. Nasıl olsun ki? Erken dönem Cumhuriyet döneminin tek parti yönetimi, sosyalistleri içeri tıkan ve onların partilerini kapatan hükümetleri hep CHP imzasını taşır. Hiç devlet kuran ve müesses nizamın merkezinde yer alan parti sol parti olabilir mi?
Bir grup CHP seçmeni vatandaşımız da Karaoğlan Ecevit’i çok severler. Bunun sebebi Ecevit’in CHP’yi daha sosyal demokrat bir çizgiye çekmesi değildir. Rahmetli Ecevit’in ne derece solcu olduğu tartışmalıdır: Evet, belli miktarda devletçidir, mütevazı bir hayata sahiptir, gösterişten uzak birisidir, icraatlarıyla olmasa bile fikirleriyle dar gelirli kesimleri destekler. Ama Ecevit’in gerçek seçmen desteği milliyetçi politikasından ötürüdür: Karaoğlan hem Kıbrıs Fatihi hem de (eşkıyabaşı terörist Apo’yu yakaladığı için) Kenya Fatihidir. Aynı zamanda sıkı bir anti-emperyalist ve milli devlet taraftarıdır.
CHP SOL BİR PARTİ Mİ?
Bu çizdiğimiz seçmen ve parti profiline baktığımızda CHP’nin sol veya sosyal demokrat bir parti olduğunu söyleyemeyiz. En uygun tanım laik ve milliyetçi karakteri ağır basan bir merkez partisidir. Bir sosyal demokrat partinin temel görüşü, işçi sınıfının haklarını savunmasında yatar. Tabanı ve hatta tavanı işçi örgütlerinden beslenir. Bu sebeple milliyetçiliğe mesafelidir, çünkü işçi sınıfını millet sınırlarını aşan bir büyüklük olarak görür. Bu sebeple enternasyonalisttir, milliyetçi değil!
Geçmiş ve bugünkü CHP yönetiminin sosyal demokrat düşünceyle kesiştiği nokta devletçilik ve karma ekonomidir. Ancak bir sosyal demokrat parti için devletçi ekonomi uygulamaları sadece sonuçtur, amaç ise işçi sınıfının ekonomik artıktan payını arttırmaktır. CHP için ise devletçi ekonomi uygulamaları kendi tarihi ve geçmişi ile bağını teşkil eder. Cumhuriyet’in ilk yıllarından kalan zorunlu kalkınma politikalarının hatırasına sahip çıkmaktan ibarettir. Bugünkü CHP yönetiminin ekonomi politiğinin bir ANAP’tan, bir DYP’den veya İYİ Parti’den ne farkı vardır? Saydığımız bu partiler, her ne kadar belli ölçüde liberal tonlara sahip olsalar da, kalkınmacı ve devletçi politikalar uygulamışlardır. (Bu anlamda AK Parti’yi diğer sağ partilerden ayırıyorum. Çünkü, ideolojik söylemlerini bir tarafa bırakırsak, AK Parti iktisadi uygulamalarıyla tam anlamıyla liberal bir partidir. Küreselleşme ve özelleştirme taraftarıdır, DMD.) Dolayısıyla ne CHP yönetimi ne de tabanı sol düşünceyi temsil edemez. CHP’nin ilk önce kendisini tanıması ve ne olduğuna karar vermesi gerekir.
TÜRKİYE’DE CHP DIŞI SOL HAREKETLER
“Hocam, Türkiye’de sol CHP’den mi ibaret? Diğer sol partiler ne güne duruyor?” Bu sorunun cevabı elbette “Hayır!” olacaktır. Türkiye’de sol CHP’den ibaret değildir. Daha doğrusu CHP solcu bir parti sayılamaz. Aslında Türkiye’de sol hareket çok güdüktür. Taş çatlasa yüzde 3’lük bir sol seçmen bulunmaktadır. Acaba neden? Tartışalım.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kalan toplum savaştan bitkin düşmüş, eğitimsiz, doğru düzgün tarım yapabilecek bir donanıma dahi sahip olmayan bir toplumdu. Cumhuriyet’in bütün devrimleri, şehirlileşme ve sanayileşmeyle birlikte, dönemin siyasi iktidarı tarafından nitelikleri belirlenmiş bir millet yaratmayı amaçlamaktaydı. Zaten siyasi kimlik anlamında milletlerin oluşması kapitalizmle beraber başlayan bir süreçti. Tarım ekonomisinde milletlerin aidiyetini oluşturan etkenler siyasi kimlik / vatandaşlık değil, dini kimliklerdir. Bu da, bireylere vatandaşı oldukları devletin sınırları dışına taşan bir aidiyet getirir. Kapitalist gelişme sağlanmadıkça ne siyasi anlamda modern bir millet şuuru oluşur, ne demokrasi sağlam temellere oturur, ne de sol / sosyalist bir hareket için gerekli altyapı sağlanır.
Türk solunun Yirminci Asır başındaki yıldız isimleri, Osmanlı bürokrasisinden gelen aile bağlarına sahip, imparatorluk kültürüyle yetişmiş münevverlerdi. Daha çok akademisyen ve sanatçı kimliklerine sahiptiler. Türkiye’de doğru düzgün bir sanayileşme yoktu ki, işçi sınıfı olsun. Var olan geniş köylü yığınları ile şehir ve kasabalardaki lümpen proletarya idi. Bu dönemin sol münevverleri, tıpkı milliyetçiler gibi, ağırlıklı olarak Batı karşıtıydılar ve devletçi kalkınmayı savunurlardı. Türkiye’de 1940’lara kadar bu sol ve sosyalist münevverler küçük dar bir çevrede entelektüel faaliyet sürdürdüler. Doğal olarak Türkiye’deki sosyalist hareketin Moskova tandanslı olduğunu söyleyelim. O dönemde Türkiye’yle Sovyetler Birliği arasında gerçek anlamda bir problem bulunmamaktaydı. Bu da sol münevverler ve sol siyaset üzerinde ağır bir baskı oluşmasına mâni oldu. Dananın kuyruğu İkinci Dünya Savaşı’yla koptu. Türkiye’nin bazen Hitler Almanya’sına bazen de Batı ittifakına yakın durması, en az Hitler kadar amansız bir diktatör olan Stalin’in tepkisini çekmekte gecikmedi. Savaş sonrasında Boğazlar’da üs ve Kars ile Ardahan’ı isteyen Stalin’e karşı Türkiye Amerikan emperyalizmine sığındı ve 1950’lerde NATO’ya girdik. Soğuk Savaş başlamıştı ve biz Sovyetler’le karşı bloklardaydık. 1950’den 1980’e kadar NATO propagandası ile Rusya’yla savaş ve mağlubiyet dolu geçmişimiz tekrar canlandırıldı, komünist veya sosyalist olmakla vatan hainliği eş değer hâle getirildi. Milliyetçi ve sağcı siyaset komünizm tehlikesine karşı NATO tarafından desteklendi. Pekiyi solcular ne yapıyordu? Sol siyaset işçi sınıfında bir taban bulamadı ki, zaten örgütlü bir işçi sınıfı da yoktu. O zaman dümeni Türk toplumundaki etnik ve mezhepsel azınlıklara kırdılar. Zaman içinde sol hareketler Kürt milliyetçiliği içinde eridi.
Kısaca özetlemek gerekirse, kapitalistleşmesini tamamlayamamış, plansız sanayileşme ve çarpık şehirleşme yüzünden büyük ölçüde lümpenleşmiş bir toplumda sol siyasetin etnik fay hatlarından başka bir dayanağı yok gibi gözüküyordu. Sol siyaset ve sol münevverler de, hiçbir zaman kendilerinin çok sevdiği deyimle “halka inemediler”. Çoğunluğu sağ partilere oy veren lümpen proletaryanın gözünde onlar “vatan haini” ve “anarşikti.” Türkiye ahalisinin çoğunluğunu oluşturan insanlar, zaten, bir sistem değişikliği istemiyorlardı. Onlar, bilakis, sistemin içinde “sistemin kazananlarından” olmak istiyorlardı. Aslında her biri ne kadar kızsalar da, “Bir gün gelecek, ben de ‘Beyaz Türk’ olacağım!” beklentisi içindeydiler. Bunda NATO’nun yanıltıcı propagandası da etkili olmuştur.
Türkiye’nin gerçek anlamda, halkın içinde ve halkla barışık bir sol siyasete ihtiyacı vardır. Sadece Türkiye’nin değil, dünyanın da sola ihtiyacı vardır. Ancak mevcut haliyle ne Türkiye ne de dünyada bir sol programın demokratik yolla iş başına gelmesi pek mümkün görünmüyor.