1950'lerde "Küçük Amerika" olma sevdâsıyla yola çıkan ve darbesinden muhtırasına, ekonomik krizinden ambargoya kadar başına gelmedik kalmayan Türkiye'den, "Büyük" Amerika'ya karşı dik duran Türkiye'ye geldik.
İstihbârat teşkilâtının maaşları Amerika tarafında ödenen Türkiye’den, istihbâratını kendi toplayan ve işleyen Türkiye’ye geldik.
İstihbârat teşkilâtının başındaki kişinin kendini “Amerikan istihbaratının Türkiye şefi” olarak hissettiği bir Türkiye yerine, Amerika’daki hukuk tiyatrosu oyununu bozan istihbârat teşkilâtına sâhip Türkiye’yi görmek nasip oldu.
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nı yaptığı için ambargoya mâruz kalan ve savaş uçaklarına lastik satın alamayan Türkiye’den, Afrin Zeytin Dalı Harekâtı’nı yüzde 75 yerli silahla yapan TSK’ya geldik.
Bütün bu süreçte CIA, Pentagon, Beyaz Saray, IMF, Dünya Bankası yekvücut olup Türkiye ile birlikte NATO’yu, ABD’yi ve daha nice ülkeleri emir-komuta zincirine tâbi kıldığı bir manzara vardı. Dünyânın jandarması ABD, sırasıyla Vietnam, Afganistan, Irak’ta kendi askeriyle diğer savaş bölgelerinde ise paralı askerleriyle tetiği tutan taraf iken, şimdi keser sapıyla birlikte hesapların tersine döndüğü bir dünya var.
Dünyâca ünlü TIME dergisi “Yalnız ABD” kapağı ile çıkarken, bu ABD’nin başında, Beyaz Saray’daki Oval Ofis’e saat 11’de gelen ve günde dört-beş saat televizyon seyredecek kadar aylak davranan biri var.
ABD’nin başına sarışın kadınlarla gönül eğlendiren başkanlar da geldi, kovboy filmlerinden emekli Hollywood artistleri de. Watergate Skandalı ile itibarsızlaşan başkan dâhil, daha önceki kırk dört başkandan hiçbiri, ne ulusal ne de uluslararası kamuoyunda bu kadar itibarsız bir hâle gelmemişti. Tokalaşmak için uzattığı eli defâlarca havada kalan, kendi karısının elini bile tutamayan bir başkanın bu hâli, bir Hollywood kurgusu olabilir mi?
Dünyânın en gelişmiş askerî gücüne sâhip olmasına rağmen, dünya kamuoyundaki etkisini Hollywood ile tesis eden ABD’nin, şu anda Hollywood’u devreye sokmuş olması, bana hiç de şaşırtıcı gelmiyor.
Yıllarca dünyâyı kötü niyetli, istilâcı uzaylılardan kurtaran ABD, bu sefer hem kendi halkını hem de dünyâyı “kötü başkan”dan kurtarmanın senaryo örgüsünü yapıyor olamaz mı?!
Öyle ki, alt edilecek düşmana karşı kazanılacak zaferin büyük, etkili ve itibar getirici olması için, düşmanın ne tehlikeli ve kötü olduğu gözler önüne serilmesi gerekir. Daha sonra, herkes bu düşmana cephe alır. Bu cephenin başına da bir kurtarıcı geçer ve sonunda zafere ulaşılır. Kötü adam gider ve işler tatlıya bağlanır.
Trump gibi bir “kötü” başkanı, hem kendi vatandaşlarının hem de dünyanın başına bela eden Amerika, fırsata çevirmek üzere tasarlanan bir kriz manevrası ile post-modern imparatorluğunun ikinci evresine yeni ve tâze bir başlangıç yapmanın yolunu arıyor olamaz mı?
İşgâl etmek istediği ülkelere ordu göndermenin mâzereti olarak, kendi topraklarındaki simgesel binâlara göstermelik terör saldırısı yapmaktan çekinmeyen ABD, emlak krallığından gelip Beyaz Saray’a oturan bir başkanı önce var edip sonra neden yok etmesin?
Bugüne kadar milyonlarca yerliyi soykırımla yok eden, Afrika asıllı Amerikalılara zulmeden ABD, hâlâ dünyânın en popüler ülkesi ise, olumsuz imajdan olumlu sonuç çıkarma konusunda başarılıdır. Reklamın kötüsü olmaz, sözünün bu kadar büyük boyutta başka bir örneğini bulmak mümkün değildir.
Türkiye’deki bir kesimin bir zamanlar, “Türkiye’ye komünizm bile gelecekse, biz getiririz” demesi gibi, ABD derin devleti “Her şeyin düzelmesi için bir başkan fedâ edilecekse, onu da biz yaparız” diyor olamaz mı?
Vietnam’da bozguna uğramasına rağmen, binlerce kahramanlık filmi çeken Hollywood, Trump sonrası dönemde ABD’yi yine dünyânın kahramânı yapmanın plânlarını işletiyor olamaz mı?
Vesâyet dönemi Türkiye’sinin aksine, Amerikan ordusu kendi ülkesinde hiçbir zaman kamera önüne çıkmamıştır. Şimdilerde Trump’ın dört bir yanını tutmuş olduğu söylenen asker bürokratlar, ABD târihinde hep olmuştur.
Dünyânın ilgi odağının târihî bir kaçınılmazlık olarak Atlantik’ten Asya’ya kayma sürecinde, BM’nin merkezinin New York’ta olmasının sembolize ettiği Amerikan merkezli dünya düzenini devam ettirmek için bir ABD başkanının günah keçisi olarak fedâ edilmesi, “Amerikan etiği” açısından kabul edilmez bir oyun değildir.
Türkiye’de askerî vesâyeti güçlendirmek için oluşturulan terör ortamından sonra yapılan askerî darbeler misâli, ABD, dünya üzerindeki hâkimiyetini güçlendirmek içi tüm eleştiri oklarına hedef olup, Trump’ı kurban vererek ayak oyunu yapıyor olamaz mı?
Daha önceki başkanlara kıyasla, en düşük ulusal popülariteye sâhip başkan olan Trump, âdeta düştüğünde çok ses çıkması için olabildiğince büyük bir hedef hâline getiriliyor. O kadar ki, ABD böyle kötü bir başkan tarafından yönetilmiş olmayı bir “mağduriyet fırsatı”na bile dönüştürebilir.
Bence Hollywood, târihinin en büyük yapımlarından birini ortaya koyuyor! İnşallah gişede hayâl kırıklığına uğrar.