Siyasi, sosyal ve ekonomik zararların yanı sıra, bu krizin Türkiye açısından yarattığı en büyük tehdidin güney sınırlarımızda ABD eliyle bir terör devleti kurma çabaları olduğunun altını çizmek gerek.

Kuşku yok ki, Mart 2011’de başlayan ve halen devam eden Suriye iç savaşı, Suriye’den sonra en büyük zararı, bu ülkeyle 911 km sınırı bulunan Türkiye’ye verdi.

Siyasi, sosyal ve ekonomik zararların yanı sıra, bu krizin Türkiye açısından yarattığı en büyük tehdidin güney sınırlarımızda ABD eliyle bir terör devleti kurma çabaları olduğunun altını çizmek gerek.

Türkiye’nin Suriye’deki iç savaş konusundaki yaklaşımları her ne kadar insani esaslara dayandığı için makul görülse bile, krizin ülkemize yansımalarının bu denli büyük ve ağır olmasında, gerek Suriye’deki iç dengelerin doğru değerlendirilememesi, gerekse de başta ABD ve Fransa olmak üzere aynı tarafta yer aldığımız Batı blokunun büyük bölümünün tavır değiştirmelerine, gerekli ve yeterli refleksin gösterilememesi ve politikaların da yeni durumlara göre yeniden oluşturulamamasının etkileri olduğunu kabul etmek gerek.

Bu açıdan bakıldığında bu konuda en büyük sorumluluğun, dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na ait olduğunu söylemek lazım.

Bu tespitleri yaptıktan sonra Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun geçen hafta, Kasım ayında Belgrad’da yapılan “Bağlantısızlar Konferansı” toplantısında Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Miktad ile ayaküstü konuştuklarını açıklamasıyla gündeme oturan Ankara-Şam hattında yeni bir süreç ile ilgili tartışmalara geçelim.

Gerek Suriye krizinin, gerek bunun Türkiye’ye yansımalarının çözümü gerekse de güney sınırlarımızda bir terör devleti oluşumunun bertaraf edilmesi için Ankara ile Şam arasında doğrudan görüşmelerin başlaması gecikmiş de olsa, yerinde, doğru ve yararlı bir adımdır.

Hükümet kanadından yapılan açıklamalar Ankara’nın, bu sürecin ilerletilmesi konusunda istekli olduğunu gösteriyor.

Suriye’den ise bu konuda şu ana kadar her ne kadar kayda değer bir açıklama gelmediyse de Şam yönetiminin terör örgütü PYD/YPG’nin uzlaşma çabalarına olumlu yanıt vermemesinin, onların da Türkiye ile ilişkileri geliştirme arzularına işaret olduğu kanısındayım.

Ancak Ankara da, Şam da bu konuda ne kadar istekli olursa olsun bu sürecin oldukça zor ve çetrefilli olduğunun altını çizelim.

Böyle bir süreci bozmak isteyen çok sayıda iç ve dış unsur olduğuna ve olacağına dikkat çekmekte yarar var.

Bu unsurların neler ve kimler olabileceğine bakmak için Suriye krizinin çözümünü kendi çıkarlarına aykırı gören ülkelere bakmak gerek.

Kuşkusuz birinci ve en önemli güç ABD

Washington yönetiminin kendi denetimindeki PYD/YPG unsurlarının etkisizleştirilmesine yol açacak bir sürece sıcak bakmayacağına, dolayısıyla böyle bir süreci engellemek için her türlü çabayı sarf edeceğine kuşku yok.

Ancak Rusya’nın güçlü bir şekilde böyle bir sürece ağırlığını koyması halinde ABD’nin süreci bozmaya yönelik çabalarının bertaraf edilmesi mümkündür.

ABD’den sonra bu konuda en ciddi sıkıntıyı çıkarmaya çabalayacak ülke İran olacaktır.

Tahran yönetimi her ne kadar hemen hemen tüm Soçi Zirveleri’nde olduğu gibi masada, sorunların çözümü konusunda olumlu bir yaklaşım gösteriyor gibi gözükse de gerek kendisine en büyük rakip olarak gördüğü Türkiye’nin güçlenmesine katkı sağlayacak gelişmeleri baltalama arzusu, gerekse de Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de çıkarlarını çözümsüzlüğün sürmesinde gördüğü için süreci baltalama çabasına gireceğini kestirmek güç değildir.

ABD ve İran’ın baltalama çabalarına karşın bu sürece en güçlü desteğin Rusya’dan gelmesi muhtemeldir.

Özellikle Ukrayna savaşı nedeniyle yükünü hafifletmek isteyen Moskova’nın Suriye krizinin çözümüne her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardır.

Bu durum, bu sürece Rusya’nın güçlü bir şekilde destek vermesinin sağlanması konusunda fırsat olarak değerlendirilebilir.

Öte yandan her ne kadar Atlantik İttifakı’nın güçlendirilmesi planı çerçevesinde giderek daha fazla ABD’nin güdümüne girmiş olsalar bile Avrupa ülkelerinin büyük kısmı gerek Suriye kaynaklı göç, gerekse de bölgenin yarattığı terör tehdidinden kurtulma arzuları nedeniyle Suriye krizinin çözümünün önünü açacak gelişmelere destek vermeleri beklenebilir.

O nedenle Avrupa nezdinde yürütülecek güçlü bir diplomasiyle söz konusu ülkelerin desteğinin alınmasıyla sürecin ilerletilmesi kolaylaştırılabilir.

İç unsurlar anlamında kuşku yok ki, Ankara ile Şam arasında ilişkilerin gelişmesinden en büyük endişeyi PKK ve Suriye’deki uzantısı PYD/YPG duyuyor ve duymakta.

Gelen bilgiler, terör örgütünün Suriye’deki yöneticilerinin bir kısmını Kuzey Irak’ta denetiminde tuttuğu Sincar bölgesine kaydırmaya başladığı yönünde.

Terör örgütünün özellikle Suriye üzerinden Türkiye’ye yönelik saldırılarını yoğunlaştırması da süreci baltalamaya yönelik arzusuyla ilgili.

Bunlar, sürpriz olmayan gelişmeler ki, güvenlik güçleri bu saldırılara misliyle cevap veriyor ve verecek.

Bu konuda en dikkat edilmesi gereken bir konulardan birinin Suriye muhalefetinin yaklaşımı olduğunu düşünüyorum.

Süreci baltalamaya çalışan güçlerin, “Türkiye sizi satıyor” diyerek gerek Suriye içindeki gerekse de Türkiye’de bulunan Suriyeli muhalif unsurları provokatif eylemlere ve olumsuz yaklaşımlara yöneltmesi muhtemeldir ki, bunların emareleri görülmeye başlandı bile.

Şam yönetimiyle temasa geçilerek Suriye krizinin çözüm çabalarının hızlandırılmasının muhalif unsurların da lehine olduğu konusunda bu kesimlerin ikna edilerek bunların da sürece desteklerini açıkça beyan etmelerinin sağlanması gereklidir ve önemlidir.

Bu, hem Suriye krizinin çözümünün kolaylaştırılması hem de sözünü ettiğimiz provokatif gelişmelerin önünün alınması konusunda kritik önemdedir diye düşünüyorum.