Eylül ayı sonunda gerçekleşen Soçi Zirvesi, Türkiye ve Rusya'nın ikili iş birliklerini ve bölgesel meseleleri görüştükleri liderler arası mutat temaslardan sonuncuydu.
Eylül ayı sonunda gerçekleşen Soçi Zirvesi, Türkiye ve Rusya’nın ikili iş birliklerini ve bölgesel meseleleri görüştükleri liderler arası mutat temaslardan sonuncuydu. Erdoğan ve Putin’in hızla belirip kaybolan fırsatları değerlendirmek, büyüyebilecek riskleri yatıştırmak için uygulayageldikleri bir yöntem bu görüşmeler. Ayrıca her iki lider yan yana geldiğinde, telefonla konuştuklarında ve birbirlerini iş birliği ve diyalog içerisindeki iki aktör olarak tanımladıklarında, aslında bu “aramızdaki ilişki modeli işliyor” mesajını da iletiyor.
Mesaj kime?
Bu mesajın adresi genellikle Batılı aktörler ve tabi ABD’leri. Dolayısıyla Rusya ve Türkiye’nin beraber çalışabileceğinin söylenmesi Ankara ve Moskova’nın elinde aynı zamanda bir pazarlık kozu. Ankara, bu pazarlık kozunu daha etkili hale getirmek için Türkiye’nin Batı güvenliğine katkısını, Ankara’nın merkezi ve doğu Avrupa ülkelerine sağlayabileceği İHA/SİHA desteğini, Kırım, Ukrayna’nın geleceği ile ilgili Rusya ile aynı yerde durmadıklarını da görünür hale getiriyor, yani Batı güvenliğini desteklemekten kopmadığı, yani ‘kaybedilmemesi gereken’ bir aktör olduğu sinyalini iletiyor. Ankara’nın bu hamlesi sadece Türkiye-Batı ilişkilerine canlılık katmak için bir pazarlık hamlesi olarak da görünmemeli.
Müttefiklik ilişkilerinin her gün test edildiği bir dönemde Karadeniz-Akdeniz arasında Batı’nın bıraktığı boşlukları doldurarak ilerleyen Rusya’ya “kırmızı bir çizginin” henüz çekilmediği bir noktadayız. ABD, böyle bir çizgiyi bizzat kendi elleriyle çekerek Rusya’yı doğrudan karşısına almayı arzu etmiyor. Bu nedenle bölgede ABD’nin kullandığı/kullanabileceği dolaylı mekanizmalar, vekiller ve destek için gösterdiği sudan bahaneler var. Tüm bunlar bugüne kadar Rusya için pembe çizgiler ve istemeden yakılan yeşil ışıklar anlamına geldi. Ancak Rusya bir yerlerde bu rüyanın sonuna gelebileceğini de biliyor. ABD’nin esas takıntısı Çin iken ve AB hazırlıksız, bölünmüş ve güçsüzken kapattığı alanları sağlamlaştırmak, mümkün olduğunca rakip ve caydırıcı unsurları kendi alanının dışına çıkartmak için acele ediyor. Zaten bu yüzden Ankara’nın zihninde olan hesap, Moskova’nın Doğu Akdeniz/Orta Doğu/Afrika’daki alan kontrolünün dengelenmesi, ama bu dengelemenin Türkiye’nin hareket ve kontrol alanına ve Moskova ile kurduğu kazançlı diyaloğa zarar vermeden gerçekleşmesi. Son Soçi Zirvesi’nin odak noktalarından biri olan Suriye meselesini tartışılırken unutmamız gereken arka-plan bu.
ABD faktörü
Unutmamamız gereken bir faktör daha var: ABD, Suriye’de Rusya’nın varlığını sınırlamak isteyen/sınırlayan aktör olma isteğinden henüz vazgeçmedi. Suriye özelinde bu amaç doğrultusunda Washington şimdilik birbiriyle çelişkili çeşitli araçları kullanıyor. Bu araçlardan en görüneni ABD’nin DEAŞ ile mücadele söylemi üzerinden PYD/YPG’ye verdiği destek. Bu destek ABD’nin Suriye’nin doğusunda stratejik bir derinliği de olan kritik bir konumu- ki bu ülkenin neredeyse üçte birine tekabül ediyor- kontrolü altında tutmasına ön açıyor. ABD, Suriye’de YPG’nin Amerika’nın bir dış politika aracı haline gelmesi için çok yatırım yaptı. Bu aracın Irak-Suriye bağlantısının ve Suriye’nin gelecekteki siyasal düzeninin belirlenmesinde çok işe yarayacağını hala düşünüyor. Ayrıca Rusya’nın YPG politikası, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde terörle mücadeleyi taşıyabileceği zemin ve ABD şayet pozisyon değiştirirse Türkiye ve Rusya’nın -Membiç-Tel Rifat gibi taktik alanlarda değil- Suriye’nin geleceği içerisindeki kompartımanlarda anlaşabilme olasılıkları ABD’ni Suriye’de varlığını göstermeye itiyor. Zaten, son bütçe görüşmeleri öncesi Biden Suriye’deki ABD varlığının devamı için mazeret bulmaya çalışıp yine torbadan DEAŞ’ı çıkardı. Bu hamle ve YPG’ye verilen güvence ABD ve Rusya varlığının sınırlarının keskinleşmediğini, Rejim’in de tüm Suriye’yi kontrol etme hayalinden çok çok uzakta olduğunu bize gösteriyor. Bu durum, Membiç protokolü ve Tel-Rifat ile ilgili Türkiye’nin haklı taleplerini gerçekleştirmek konusunda Rusya’nın niçin ayak sürüdüğünü anlamamızı da sağlıyor. Rusya, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin kontrolüne belli bir alanın açılmasına boşuna göz yummadı. Zira İran milisleri, Rejim kuvvetleri Türkiye’nin caydırıcılığının sağladığı alan kontrolünü yapamazdı, bugün de yapamaz, yarın da yapamaz. ABD Suriye’de Rusya ile anlaşmadıkça ya da sahayı terk etmedikçe Moskova ne YPG kartını ne de Ankara ile anlaşma kartını elinden bırakmak istiyor.
ABD faktörü Suriye’nin doğusu ile mi sınırlı?
Öncelikle Washington, bir yandan Rejim’in boğazını Sezar yaptırımları ile sıkıyor diğer yandan özelikle ABD’nin Asya’ya dönme söylemi sonrasında artan Arap yönetimlerin Esad Rejimi ile temasa geçme, Arap Birliğinin “Arap politikalarına” geri dönüş gibi okunabilecek kararlar almasının önünü tıkamıyor. Bir taşla birkaç kuşu vurmak, ama her şeyden çok İran’ı sıkıştırmak hala Washington’da popüler. Ve İdlib.
İdlib, birkaç nedenden Türkiye, Rejim ve dolayısıyla Rusya için çok çok önemli. İdlib’in kontrol edilmesi ekonomik olarak köşeye sıkışmış Şam’a nefes aldırmakla kalmayacak, Suriye’nin geleceği görüşmelerine de Rejim Suriye muhalefetinin büyük kısmını temizlemiş olarak masaya oturacak. Rejim’in İdlib’de kontrolünün, Rusya için Suriye’deki kontrolünün perçinlenmesi anlamına geldiği muhakkak. Bu nedenle Moskova baştan itibaren İdlib’e sıkıştırılan Rejim hariç her unsurun süpürülmesini destekliyor. Böyle bir harekatın, hiç Suriye’nin geleceğinde Türkiye’ye yönelik tehditlerin bertaraf edilmesine köstek mi olur sorusunu dahi sormadan, bugün Türkiye için yaratacağı riskler ortada.
İdlib düğümü
Bu nedenle Türkiye ve Rusya arasında İdlib’de nefesi tıkanan Astana sürecine ruh vermek için iki tarafın karşılıklı caydırıcılığına dayalı bir diyalog geliştirildi. İdlib Mutabakatı, Muhtırası ve Ek Protokolü faklı vurgularla (kimi zaman M4’ün açılması, kimi zaman terörle mücadele) aslında bu caydırıcılığın teyidiydi. Karşılıklı caydırıcılık, adı üzerinde, kazan-kazandan ziyade “asla kaybetme- asla kaybetme” ye dayalı bir pozisyondur ve özü her iki tarafın sahada varlığının, bu arada Türkiye’nin varlığının da tanınmasıdır. Türkiye’nin varlığının İran, Rejim ve Rusya destekli bir kara harekâtını caydırdığı da TSK gözlem noktalarının yerleri haritada işaretlediğinizde kolayca fark edeceğiniz bir gerçeklik.
İdlib’de ortaya çıkan bu caydırıcılık baştan itibaren sınamalara açıktı. Ancak 2018’den bugüne kadar taraflar tüm sınamalara ve revizyonlara rağmen İdlib’de kurulan caydırıcılığa dayalı ve Türkiye’nin sahada varlığını tanıyan statükoyu değiştirmediler. Burada hatırlanması gereken caydırıcılığa yönelik bu sınama-teyit sürecinin boş bir kâğıtta gerçekleşmediği ve ABD’nin yüzünü sadece Suriye’nin doğusunda göstermediği. James Jeffrey’in İdlib meselesine yaklaşırken Türkiye’nin hoşuna gidecek bir dil kullandığı hatta HTŞ’yi ABD’nin çok da radikal bir unsur olarak görmeyebileceğini ima ettiği günler çok geçmişte kalmadı. Jeffrey artık özel temsilci değil ama ABD’nin İdlib’de bazı radikal unsurları vurduğu, bazılarını vurabilirken bazı radikal unsurlara da hiç dokunmadığı sır değil. Mesele ABD için İdlib’de radikalizmi radikalizme kırdırmanın ötesinde mümkünse Ankara-Moskova arasına bir kama sokmak. Bu noktada Washington’un sahadaki radikalizmi kimi zaman kaşıması, hatta sırtını okşaması kimseyi şaşırtmamalı. Rejim, İran ve Rusya’da İdlib’de tek başlarına at koşturdukları izlenimine kapılmamalı.
Bu çerçevede Soçi Zirvesi, İdlib’deki statüko üzerinden Ankara ve Moskova için bir güven tazeleme, statükonun devam edeceği mesajını verme zirvesiydi. Bu hassas caydırıcılık pozisyonunun devam edeceği, kimi zaman sınamaların da olacağı anlamına geliyor. Kamuoyunun dikkatinin baskıyı uygulayanlara yönelmesi doğal ama Moskova’nın bir gözüyle Washington’un Suriye’de ne yaptığına, nasıl bir mesaj verdiğine baktığına emin olabiliriz. Ayrıca muhtemelen Moskova Türkiye’nin boşlukları doldurmaya her zaman hazırlıklı olduğunu biliyor. Bu noktada Rusya’nın elinin de göstermek istediği kadar serbest olmadığı Soçi’de İdlib statükosunun tazelenmesinden anlaşılıyor.