Yaşı otuz civârında olan herkes hatırlayacaktır. Yirmi, yirmi beş sene öncesinde popüler olan siyâsî konuların başında şeriat ve dindarlaşma (âmiyâne tâbirle "dincilik") vardı.
Yaşı otuz civârında olan herkes hatırlayacaktır. Yirmi, yirmi beş sene öncesinde popüler olan siyâsî konuların başında şeriat ve dindarlaşma (âmiyâne tâbirle “dincilik”) vardı. Gün geçmiyordu ki, “bir kısım medya” organlarında “Mollalar İran’a”, “Türkiye Arabistan olmayacak” gibi söylemler yayınlanmasın. O konu o kadar prim yapıyordu ki, müzmin muhalefetin başını çektiği kesim seçimlerden önce mutlaka “laiklik” vurgusu yapar ve bundan oy devşirme yoluna giderdi. Muhalefetin “iktidar rüyâsı” gördüğü mitinglerde “Türkiye laiktir, laik kalacak” sloganları atılırdı.
Son yıllardaki seçim süreçlerine baktığımızda artık bu söylemlerin oy getirmediği anlaşıldı. En fazla yerel seçimler öncesinde Cuma namazına gidenler, Yâsin-i Şerif okuyanlar oldu. Kamuoyu, iftar sofrasına oturup akşam ezanından önce orucunu açanları görse de artık pek önemsemedi.
Ancak moda dünyâsında belli model ve kalıpların yirmi, otuz yıllık döngülerle piyasaya sürülmesi gibi, son günlerde medyada yine bir “din vurgusu” görülmektedir. Bir taraf, “din eğitimi çağdaşıdır” derken, diğer taraf “Hz. Adem ve Hz. Havva’ya dil uzatılıyor” veya “Hz. Meryem’e hakaret ediliyor” gibi paylaşımlarla aynı keyfiyette söylemlerle ortaya çıkıyor. Aslında bu, “din” kavramının modası geçmeyen bir konu olduğunun itirâfıdır. Dindarı da, din düşmanı da dinsiz yapamıyor.
Deizmin yeni boyutu
İşin bir de deizm tarafı vardır. Din bu kadar vazgeçilemez bir öneme sâhipken ve ateistler bir taraftan, dindarlar bir taraftan çekiştirirken, oyuna bir de deistler girdi. “Tanrı inancı” gibi çok güçlü bir emniyet ve güven hissinin kaynağından mahrum kalmak istemeyenler, dinin kurumsal tutum ve tavrından memnun ve tatmin olmasalar da, tanrı mefhumundan haklı olarak vazgeçemiyorlar.
Dünyâdaki ekolojik sistemin düzeninden, evrendeki kozmolojik düzene kadar gözlem yapılabilen her ortam, bu düzenin bir yaratıcısı ve kural koyucusu olduğunu gösteriyor. Ama bir sonraki adımda, insan eliyle yapılan bozulmasının faturasını “yaratıcı” güce kesmemek için, “Tanrı yarattı ama sonra kenara çekildi” deme yolunu tercih edenlerin sayısı artıyor.
Bu tercih şöyle bir rahatlık da getiriyor. Yaratıcı gücün yarattığı ve hâlâ müdâhil ve hâkim olduğu kabul edilse bile, bunun getirdiği görev ve sorumluluklardan, emir ve yasaklardan kurtulmak için kısaca “deizm” denen tavrı ortaya koyuyor.
Deizmin tanımı, içeriği, işlevi ve sağladığı dünya görüşü başka şekillerde yorumlanabilir. Ama bu yazının içeriği açısından meselenin bir de siyasal boyutu vardır.
Neden siyasal deizm?
Mevcut din kurumlarından tatmin olmadığı için “deist” olanlar gibi, mevcut siyâset kurumlarından tatmin olmadığı için kendisini “apolitik” olarak tanımlayan ve “apolitik” kalmaya çalışan özellikle genç neslin, aslında yeni bir politik tavır geliştirdiği söylenebilir. Ben bu tavrı “siyasal deizm” olarak isimlendiriyorum. Bunun sebebi, genç neslin ateizm-deizm ikileminde tercihini deizm yönünde yapmasının verdiği rahatlık, böyle bir alt seçeneği de berâberinde getirmesidir.
Bu alt başlığı şöyle açıklayabilirim. Apolitik olmaya çalışan gençlik, böyle bir direnç gösterip enerjisini harcamak yerine, kendince daha “verimli” bir tavır ortaya koyuyor. Bir taraftan devletin varlığını ve gerekliliğini kabul ediyor ama diğer taraftan devletin sağladığı bu güven hissinin karşılığında ortaya çıkan görev ve sorumluluklardan azâde olmak istiyor. Yâni devleti bir çeşit “yaratıcı güç” olarak kabul ediyor ama o gücün emir ve yasaklarını üstlenmek istemiyor.
Daha önceki nesilde “devrimci gençlik”, ateist fikir altyapısı sebebiyle her türlü otoriteye karşı çıkıp hem tanrıyı hem devleti karşısına alırken, yaşananlar ve değişen şartlar bunun çıkar yol olmadığını, romantik bir hevesten ileri gidemediği göstermiştir. Şimdi kendine yeni bir yol arayan genç nesil, elinin altındaki sınırsız bilgi erişim imkânı ile kendine yeni bir evren oluşturuyor. Bunu yaparken bir şekilde karşısına çıkan devlet yapısını da kendince yeniden kurgulamak istiyor.
Dönemin İngiliz kralı VIII. Henry’nin hem Hristiyan kalıp hem de Vatikan’ın baskılarından kurtulmak için 1563 yılında Anglikan Kilisesi’ni kurması gibi, şimdi de deizm eksenli bir “devlet-birey” yapılanması ortaya çıkmaktadır.
Bunun başarılı olup olmayacağını târih gösterecektir. Ama dünyânın neresinde olursa olsun, hem din kurumu hem de devlet kurumu mevcut yapısı içinde güncel ihtiyaçlara hantal bürokratik yapısı ile çözüm bulmakta ısrar ederse, “siyasal deizm” sürecinin kendine yer bulacağını tahmin etmek çok da zor değildir.
Din ve devlet ayrılınca…
Avrupa yaşadığı sosyal, siyâsal ve dinî garâbeti sonlandırmak için bulduğu “laiklik” çözümünü geliştiremediği için Avrupa’ya “Ortaçağ karanlığı” yaşatan Hristiyanlık geri dönerken, “demokratik devlet” anlayışındaki “bireysellik” ve “insan hakları” gibi kavramlar da toplumu artık tatmin etmemektedir. Durum böyle olunca günlerce evden ve hatta odasından çıkmayıp sosyal medya ve sanal ortamda yaşama tercihini kullanan nesil, dünyânın yönetimini ele geçireceği yaşa geldikçe, kendi tatmin yapısını oluşturmaktadır.
Bunu da kısaca şöyle ifâde etmektedir. “Tıpkı tanrı gibi devlet de benim varlığımı ve güvenliğimi sağlasın ama daha ileri gitmesin.” Bunun kısa vâdede işe yarayacağını, ama orta vâdede çökeceğini görmek zor değildir. Fakat bunun onlar için bir önemi yok, çünkü onlara göre dünyânın zâten kırk elli yıllık bir ömrü kaldı. En azından son günleri gönlümüzce yaşayalım, diye düşünüyorlar. Bu arada Mars’ta yaşam mümkün olursa oraya gitme ihtimâlini de pembe bir rüyâ olarak ihmâl etmiyorlar.
Tanrıya bunu yapan devlete ne yapmaz!
Ama gerçekler hiç de bu kadar basit değildir. Avrupa kaynaklı anlayışta devlet, elini kolunu bağlayan din kurumundan kurtulup laik bir yapıya sâhip olurken, sıranın kendisine geleceğini düşünemedi. Devlet hem dini hem de tanrıyı arka plâna iterken, aynı şeyin kendi başına geleceğini düşünmedi. İki yüz yıl önceki nesil, dini ve tanrıyı bir kenara koyup “kilisede emeklilik” sistemi kurarken, şimdiki nesil de aynı şeyi devlete yapmaktan geri durmayacaktır. Deist anlayışa göre tanrının evreni yaratıp köşesine çekilmesi gibi, devletin düzeni kurup gerisine karışmamasını istemek, onlara çok mantıklı gelmektedir.
Avrupa, Hristiyanlığı kiliseye hapsedince, Allah bir şey kaybetmiş olmadı. “Hesap gününün sâhibi” olarak Allah sâdece imhâl etmiş (süre vermiş) oldu. Ama devlet kurumunun görünüşte olsa da tanrısal bir gücü ve kudreti bulunmaktadır. Bence devlet kurumu, kendini din ile yeni bir ortak noktada tekrar buluşturmalıdır. Bunu yaparken de hem dinî hem de siyâsal deizm akımında yer alanları görmezden gelmemelidir.