YeniBirlik'te yazmaya başlayalı sanırım bir yılı doldurduk.
YeniBirlik’te yazmaya başlayalı sanırım bir yılı doldurduk. Her hafta bu köşede sizlere çeşitli konular üzerinde yazmak için gayret ettim, ediyorum. İnsan ara sıra bir yankı duymak istiyor. Hani bir vadinin karşı tarafından seslenirsiniz de ses karşı yamaca - dağlara ulaşır ve yankı verir. Onu duyarsınız. İnsan öyle bir yankı da duymak istiyor. Yazdıklarının nerelere, kimlere ulaştığını bilmek, anlamak istiyor. Kendi başımıza bir yemek pişirip pişirip ikram ettiğimizi sanmayalım istiyor. Eh okuyucularımızı bu vesileyle haberdar etmiş olalım. Bir gazetenin köşe yazarı iseniz eğer, okuyucu yazar arasında bir köprünün olduğunu düşünürsünüz. Dergiler de böyledir.
Örneğin geçenlerde Beylikdüzü’nde Tüyap Kitap Fuarı’nda Motto yayınlarında yeni baskısı yapılan kitabımız “Herkes İçindeki Dünya Kadardır” için imzadaydım. Aynı yayınevinden “Şehir ve Medeniyet” eserimizde bugünlerde basılıp okuyucuya ulaştığının bilgisini de aktarmış olayım. Fuar oldukça hareketliydi. Sabahın erken saatinde İstanbul’un her köşesinden insanlarımızın fuardan kitap alabilmek, yazarlarla, şairlerle görüşebilmek, imzalarını alabilmek için geldiklerine tanıklık ettik. Azımsanmayacak kadar kalabalıktı. İnsan bunu görünce, gelecek için umutlarımız artıyor. Ben de bazı stantlara uğrayıp kimi yazar dostları selamlayıp kitaplar aldım. Fuarlar, kültürel hareketliliğimiz açısından kuşkusuz son derece önemlidir. Yine bu vesileyle ifade etmek istiyorum ki gazetemiz de fuara ilgi göstersin, yazarlarının imzasının bulunduğunu, konferanslarının olduğunu okuyucuyla paylaşıp haberdar etsin.
İkinci bir örnek daha vermek istiyorum; bu hafta EkoAvrasya Vakfı’nın bir toplantısı için Ankara’ya geçeceğim. “KKTC Türk Devletleri Teşkilatına Kabulü” nedeniyle gerçekleştirilen programda Ersin Tatar beyefendinin konuşmalarını dinleyeceğiz. Yine bu ay içerisinde Diyanet TV Kahve Bahane programının çekimleri devam ediyor. Ocak ayı sonunda Gençlik ve Spor Bakanlığımızın (KYK) gerçekleştireceği Mersin’deki Üniversiteli Güzel Sanatlar’da okuyan gençlerimizle buluşup hasbihal edeceğiz. “Sanat ve Edebiyat” üzerine konuşacağız inşallah. Bunları neden yazdım diye düşünmeyiniz. Şu sebeple yazma gereği duydum; Birbirlerinden haberdar olursak daha güçlü oluruz. Daha birlik ve beraberlik içinde oluruz. Birlik ve beraberlik bizleri kardeş ve güçlü kılar, daha diri, daha iri, daha canlı ve heyecanlı yapar diyedir.
Adana'dan kıymetli dostum Mustafa Özcan'dan aralıklarla kıymetli "sorgu"lar aldığımı ifade edeyim. Bu sorgu aynı zamanda açılımlara da sahip. Bazen geçmişe gönderiler yapsa da çoğunlukla güne ve yarınlara dair umut aşılayıcı notlar gönderiyor. Bu günlerimize işaretle şu sorguları kaydıma alıyorum. Buradan selam ve muhabbetlerimi ifade edeyim kıymetli dostum Mustafa Özcan’a, bütün dost ve okuyucularıma.
"Sahi bir insan günde kaç saat yaşar? Bir saatte insan kaç gün yaşar? Kaç rekât sevebilir insan kendini? Bunu hangi seccâde anlar? Günde kaç ihsan yaşar bir insan?
Ahhh ki ah efendim. En güzel kelam; olsun...
Olana olsun, olmayana da selam olsun. Geceden sabaha da hayrolsun."
Kaç günü, kaç saati bilmedim, bilemedim lakin ânı yaşamak olduğu söylendi. Ânı yaşarsan gün de senin, saat de, anda dediler. Böyle denilse de kaç rekâtlık sevebildik kendimizi, yaratılışımızı, hangi seccade tanıklık eder, hangi vakit uyanık kılar insanı? Hem bildim, hem de bilemedim.
Vaktin sahibine muhtacız. Vaktin idrakinde olana, olmakta ve olacak olana selam olsun. İbnül vakt (yani vaktin oğlu) abdi mahz (yani saf, temiz, halis kul) için yol açıktır. Yola çıkmış, yolu yarılamış anlamındadır. Ebul Vakt (yani vaktin babası) menzile ulaşana işaret eder. Yolda olan İbnü'l vakt-oğuldur, Baba ise (ebulvakt) evvelemirde yola koyulup menzili maksuda erişmiştir. Biri henüz mürit iken diğeri mürşittir yani yol gösterendir. Burada baba tasarruf sahibidir. Tasavvuf; yolcunun emniyet içinde -zarar ziyana- kurda kuşa yem olmadan menzile ulaşmaya giden yolun adıdır. Farklı - türlü isimlerde olması asliyetini değiştirmez. Mesele sırrı keşifle sırlanarak sırlar âlemine karışmaktır.
Peki, "Sır" nedir? Kur’an-ı Kerim’de on bir yerde sırdan bahsedilir. İnsanın kendi içinde gizli tuttuğu, duygu ve düşüncelerini başkalarından saklayarak kimselere söylemediği, duyulmasını istemediği hususlara genel anlamda sır diyoruz. Sırrın yayılmasına ifşa, yaptığı şeyleri gizleyen kimseye sırrî deniliyor. Sır saklamaya kitman ifadesi de kullanılıyor. Allah'ın ilminin, bilgisinin özelliği olduğunu, sınırsız olduğunu evvela bilmek gerekiyor. Gizli hiçbir bilginin Allah'ın bilgisinin dışında olmadığını da kabul etmek icap ediyor. Sırdan daha gizli olan insanın içinden geçirdiği lakin hiç kimseye söylemediği hususlara deniyor. Sırdan daha gizli olan hususlar ise Allah'ın yarattığı lakin insanların henüz o sırları kaldıramayacakları nedeniyle gizli durmasına işaret eder. Vakti gelene kadar bekletilir. Bazı kullar bildikleriyle amel ettiklerinden bilmedikleri öğretilir. Fatır suresi 29. ayet şöyle: "Allah'ın kitabını okuyanlar, namazı özenle kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda gizli ve açık olarak harcayanlar asla zararlı olmayan bir kazanç umabilirler". Tarık suresi 9. ayette ise: kıyamet gününe atıfta bulunarak "Sırların ortaya döküleceği gün" diye işaret edilir. "Sır senin esirindir, sırrı söylediğinde sen sırrını esir olursun" buyrularak sır saklanması konusunda Peygamberimiz (as) çok hassas davranmışlardır.
İbn. Hazm, "nice sırlar vardır ki gizlenmesi konusundaki aşırılık onun yayılmasına sebep olur” diye ifade ediyor. "İhya-i Ulumiddin" eserinde imam-ı Gazali ise; konuya kardeşlik hukuku açısından bakarak "kişinin kendisine emanet edilen sırları en yakın dostlarına dahi açmaması, hatta yalan söyleme pahasına bile olsa bu sırları koruması" gerektiğine dikkatlerimizi çekiyor. Tasavvufta sır ise; "ruhtaki idrak mertebesinin gönle verilen-ikram edilen bir latife" olduğu belirtiliyor. Hüseyin b. Yemin Hüseynî'ye göre; "kalp, ruh, sır ve hafî insanın idrak edici latifesinin isimleridir. Latifeye bazı mertebelerde kalp, beşeri kayıtlardan kurtulup daha saf olduğu diğer mertebede ruh, saflık arttıkça sır, olgunlaşınca kafî derler" diye notlar düşüyor.
İşimiz, abdi aciz gibi yolda olanlara yoldaşlık etmek, onlara yarenlik edip halleriyle ilgilenip sağ -salim menzile ulaşma gayretidir. Onların hem surette hem de sîrette arkadaşı olmak, meşk halinde zuhurata tabi olmaktır. Bu tabi oluşta benliği örse koyarak edep ile edeplendirmek, hizmet ede ede nefsi pisliklerden, ucupluktan, gurur ve kibir tuzaklarına düşmekten kurtularak zikri cehri ve zikri hafi üzere gönlü olgunlaştırıp bedeni müeddep kılma çabasıdır. Bu yol, zor gözükse de müminlik vasıfları böylelikle elde edilebilir. Müslümanlar milyonlarca olsa da müminliktir bizden istenen.
İlim, irfana götürmelidir. Kendini keşfetme - bilme daimi ibadetle, zikirle, şükürle zahirden sıyrılıp batın âleminin feyziyle feyizlenmek ibadetin, duanın ve insan olmamız hasebiyle günlük işlerin peygamber sünneti olduğunun idrakiyle zorlanmadan gayret içinde dünyayı peşinden koşturmaktır. Sen dünyayı terk edersen dünya sana koşarak gelir. Vakti ibadetin, vakti zikrin, vakti mananın ve vakti âlemin ziyaretinin kapıları bir bir açılır. Bu yol, vaktin içinden geçmek değil vaktin kendisi olmaktır. Bereket budur, şuur budur, kulluk budur.
"Hûş der dem" her anda-her nefeste kulluk şuuru anlamına gelir. Attığında sen atmadın, tuttuğunda sen, gördüğünde sen tutmadın, görmedin. Her şeyin sahibi tuttu, attı ve gördü. Böylelikle zamana, mekâna sahip olma "zaman bende ve mekân bana emanet" halleriyle buluşuverirsin. Bu hale, zanlardan, vesveselerden kurtuluşla tam bir teslimiyetle aklını, dilini gönül değirmeninde öğütenler ulaşır.
Rasûlullah (as) şöyle buyurdular: “Din, Allah için, Allah’ın kitabı için, Resûlü için, Müminlerin yöneticileri ve bütün Müslümanlar için dürüst ve samimi olmaktır.” (Müslim, İman 95)
Seyyid Ahmet Er - Rifai Hazretleri şöyle ifade ediyorlar; "Dervişin Hak'la muamelesi edep ve hayâ üzere olmalıdır. Cenabı Hak bundan dolayı yüksek mertebeler verir ve o kimseyi rahmetini mazhar kılar. Derviş, söz söylediği vakit, sözleri hikmetli ve faydalı olmalıdır. Akan su gibi olmak dervişin alametlerindendir. Derviş kendisi ile arkadaşlık eden kimsenin içindeki kirleri temizlemelidir". Enbiya suresi 30 ayette bahsedilen "Her canlıyı sudan yarattık" ayeti bu vasıfları anlamamızı sağlar. Hazretin sözüyle yazıyı bitirelim: "Halk ile edep üzere ol. Halk ile edep Hak ile edeptir. Az bir edep, çok ilimden ve amelden hayırlıdır" vesselam.