Bugün "şeriat"la yönetilmiyoruz fakat dilimizde darb-ı meseldir; "Şeriatın kestiği parmak acımaz!" deriz.
Bugün “şeriat”la yönetilmiyoruz fakat dilimizde darb-ı meseldir; “Şeriatın kestiği parmak acımaz!” deriz.
Peki, şeriatla yönetilmiyor olmamıza rağmen, Diyanet İşleri Başkanlığı bir mesele hakkında fikir ileri sürerken veya hüküm verirken Türk Ceza Kanunu’na mı bakacak? Şeriatın ne dediğine mi?
Şeriat kelimesini kullanıp, bilgisiz fikir sahiplerini rahatsız etmeyelim de şöyle diyelim: Kur’an-ı Kerim’e ve Hadis-i Şerifler’e ve bu iki kaynağın ilimlerinde allame olmuş İslam Büyüklerinin kitaplarına mı bakacak? Yoksa ilgili konudaki cari kanunlara mı?
Diyanet’e soruyorum:
“Bir bölgede belli bir imar izni varken, ama belediyeyi kafaya alarak ama belediye yetmezse ilgili bakanlıkta adamını bularak herkese tanınan haktan daha fazla hak elde etmek için rüşvet vermek veya hatırla özel izin çıkarmak caiz midir?”
Böyle bir soru için Diyanet topu imar mevzuatına mı atar, yoksa helal/ haram noktasından söylenecek bir hüküm var mıdır?
Diyanet’e soruyorum:
“Belli bir göreve gelmek için torpil yaptırmak caiz midir?”
Diyanet’e soruyorum:
“Ankara’da iş bitirmek için, o işin meblağı üzerinden belli bir komisyon almak caiz midir?”
Şimdi…
Bir soru daha:
İmam-ı Gazali Hazretleri gibi bir İslam Âlim’inin bugünkü imam-hatip ve devamında ilahiyat fakülteleri tedrisatıyla yetişmesi mümkün müdür?
İlahiyat Fakülteleri YÖK’e bağlı…
Diyanet ise yüzbinlerce cami görevlisinin idari işlerinin yükü altında…
Mesela “müçtehid” seviyesinde bir İslam alimi olmak için bilinmesi gereken ilimler ve varılması gereken seviye nasıl tarif edilebilir?
Kime Hadis alimi denir?
Kim Kur’an-ı Kerim’i tefsir edebilir? Tefsir için Arapça bilmek yeter mi? Yeterse, ana dili Arapça olanlar anasının karnından tefsir alimi olarak mı doğuyorlar?
“Horozdan kurban olur” diyen adamın ilahiyat fakültesi dekanlığı yaptığı bir Türkiye’de yaşıyoruz.
“Hazreti Adem’in de babası vardı. Evrime inanmak lazım” diyen adamın dini kanal işlettiği ve vaaz verebildiği bir Türkiye’de yaşıyoruz.
İtalyan klasik erotik programı tutti fruttiye tur bindirecek müstehcenliklerin içinde ve pavyon dekoru eşliğinde mehdilik iddia edenlerin yayın yaptığı bir Türkiye’de yaşıyoruz.
Tasavvuf müziği safsatasıyla başlayıp, uyduruk sözlü çakma ilahileri pop/ caz/ fantastik ritimlerle icra eden programların işgali altındayız.
Hadi bırakın bunları, Diyanet’in rezil evlilik programları için itiraz etmesi ve ahlakımıza kasteden hareketlere karşı çıkıp kampanyalar düzenlemesi gerekmez mi?
Klasikleşmiş Büyük İslam Alimlerinin temel kaynak kitaplarını canı isteyen istediği gibi tercüme edip basıyor. Diyanet bunların tercümelerini kontrol edip, orijinal metne uygunluğunu teftiş etmemeli mi?
Eyüp Camii etrafındaki kitapçılarda ve benzeri tezgahlarda “Damping” sloganlı, çirkin pazarlama usullerine teslim olmuş Kur’an-ı Kerim ticareti hakkında Diyanet ne düşünüyor?
Uçuran ve kaçıran ve dahi şapadanak sonuç vaat eden “Dua Kitapları Sektörü” Diyanet’in ilgi sahasına giriyor mu?
Ve mesela bütün bunları merak etmek, “Diyanet”e muhalefet ve “arıza çıkarmak” olarak görülürse sorularımızı ramazan bitmeden açık hava tiyatrosunda şov yapan hocalara mı yöneltelim?
Dini Yayınlar Fuarı’nı gezince ayarlarım bozuldu.
Aklıma Sultan Hamid Han geldi.
Onun zamanında «Maarif Nezareti Teftiş ve Muayene Encümeni»nden onay alamayan din kitapları basıp yayılamazdı.
Ama siz bunu sansür olarak görürseniz, o zaman keyfinize uygun bir din şekillendirebilirsiniz.
Namazı üç vakte indiren de bulursunuz bugün olduğu gibi…
Karı-kızla göbek atıp, inşallah- maşallah cennete yollayan da…
Ne halt karıştırırsanız karıştırın, parmağınıza da bişey olmaz. İstediğiniz yere sokabilirsiniz.