Haline bakıyorum da pek bir şensin.
Haline bakıyorum da pek bir şensin. ABD’de görülen kumpas davasına gözünü dikmiş, acaba Cumhurbaşkanı Erdoğan bir ihtimal düşer mi diye pusuya yatmışsın. Ah be “vatansever” kardeşim, it gibi sen de farkındasın orada görülmekte olan davanın Cumhurbaşkanı Erdoğan’la ilgisinin olmadığını, orada Türkiye’nin mahkum edilmek istendiğini… Bundan mı memnuniyet duyuyorsun, yüzünde açan gülücüklerin sebebi bu mu?
Merak ediyorum, hangi ara bu kadar vicdansız olmayı, hangi ara bu kadar topraksız kalmayı göze aldın? Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan nefret edebilirsin, AK Parti’den nefret edebilirsin, hatta onlara ölümüne muhalifte olabilirsin. Ama olayın farkında değil misin!.. Orada yargılananın Zarrab değil, senin ülken olduğunu hiç mi görmüyorsun? Ne karşılığında kendini sattın da bu kadar aleni bir şekilde doğup büyüdüğün, ekmeğini yediğin, gününü gün ettiğin bu ülkeye ihanet ediyorsun? Bunun bedeli kaç para? Paha biçilemeyecek bu değerleri kaç kuruşa sattın da gözünü kör eden Erdoğan nefreti seni kendi benliğinden bile soyutlayacak bir duruma dönüştü? Nasıl bir öfke bu?
10 Kasım’da, 29 Ekim’de profil fotoğrafını “Mustafa Kemal’le” donatmayı biliyorsun, yeri geldiğinde sesin çok çıkıyor, “endişeli modern” gibi bas bas bağırmayı biliyorsun da, 11 bin kilometre uzaktaki bir davadan ülkenin ekonomik özgürlüğüne, bağımsızlığına alçakça suikast yapılırken gülmeyi nasıl başarıyorsun? Bu seni nasıl dertlendirmiyor? Günün sonunda senin istediğin olursa sanıyor musun bu topraklarda istediğin gibi hareket edebilecek, istediğin gibi at koşturabilecek ya da şimdi ahmakça güldüğün gibi etrafa gülücük saçabileceksin? Buna izin verecekler mi sanıyorsun? Bu derece mi gözün döndü senin?
Hadi beynini tüm kıvrımlarına kadar sattın da yüreğini nasıl satabiliyorsun be “vatansever” kardeşim? Yeri geldi mi “vatan” edebiyatında üstüne yok, yeri geldi mi “ölmekten” bahsediyorsun da “buyur er meydanına” dediklerinde topuklayıp kaçmayı çok iyi beceriyorsun. Her daim aşağıladığın, nefret ettiğin, gördüğünde bir kaşık suda boğacağın insanlar vatanı için 15 Temmuz’da şehit olurken sen bankamatik kuyruklarında, market sıralarında beklemeyi kendine reva gördün. Şimdi ise güya her fırsatta söylediğin “biz zaten FETÖ’ye hep karşıydık” sözünün yalan tarihini yazıyorsun. FETÖ malzemeleriyle, FETÖ’cü hakimleriyle ve savcılarıyla kurulan bir mahkemeden medet umacak kadar ikiyüzlülüğün tarihini yazıyorsun. Ben senin ölesiye nefret ettiğin adamlardan biri olarak yüzüne karşı söylüyorum ki; bu durum sana bile yakışmıyor “vatansever” kardeşim… Sana bile yakışmıyor!
Ölmekten mi korkuyorsun? Ne diye korkuyorsun… Nasılsa bir gün, er ya da geç ölümü tatmayacak mısın? Hiç değilse yeri ve zamanı geldiğinde vatanın için canını vererek en onurlu ölüme sahip olmak istemez misin? Çocukların, torunların, kardeşlerin ya da canını vereceğin her kişi için, miras bırakacağın bağımsız bir ülke için vereceğin o son nefes, şimdi bıyık altı gülerken verdiğin o nefesten çok daha değerli be güzel kardeşim. Hem de çok değerli! Hiç değilse şimdi iki dakika otur ve düşün. Şen olduğun, güldüğün ve mutluluktan havalara uçtuğun o şey ülkenin hedef alınması mı? Eğer “evet” diyorsan, diyecek sözüm yok, kendine yedirip celladına satmış olduğun o benliğinle mutlu mesut yaşa “vatansever” kardeşim…
Neden “bahşiş” veriyoruz?
BBC’de gördüm, güzel bir konu. Oturduğumuz bir kafede hesabı öderken ya da güzel bir restoranda yemeğimizi yedikten sonra hesabın üstüne bahşiş öderiz. Daha önce hiç düşünmemiştim, neden bahşiş veriyoruz diye? Halbuki böyle bir yasal zorunluluk yok, kimse sizi zorlamıyor ama bir çeşit doğal “mahalle baskısıyla” bu durumu açıklayabiliriz.
ABD'de garsonlara yüzde 15-25 oranında, Brezilya'da yüzde 10, İsveç'te ise yüzde 5-10 civarında bahşiş veriliyormuş. Türkiye’de ne kadar bilemiyorum ama azımsanmayacak bir oran olduğunu söyleyebilirim. Bence birlikte yaşamanın ve dayanışmanın en önemli ayaklarından biri bu bahşiş geleneği. Doğal bir gelenek hem de! Neden verdiğimizi bilmesek bile doğal bir sonuçla karşı karşıyayız. Parasını harcamaktan imtina eden insanlar bile bahşişi düşünmeden veriyorlar.
Ben de bu yazıyı Üsküdar’daki bir kafeden yazıyorum. Muhtemelen yazımı bitirip çayımın son yudumunu içtikten sonra hesabı öderken bahşiş bırakacağım. Belki de olması gerektiği gibi…
Bu utanç hepimize yeter!..
ABD’de görülen kumpas davasını izleyenler arasında müzmin muhalif olarak tanıdığımız Cüneyt Özdemir de var. Özdemir, davanın ikinci gününde yapmış olduğu sosyal medya yayınında en sonunda isyan ederek, hedefin Türkiye ekonomisi ve Erdoğan olduğunu ifade etti. Ve üstüne basa basa da ilgili ilgisiz her şeye Erdoğan’ı karıştırmak istiyorlar diye de söyledi.
Amansız muhaliflerimizden Cüneyt Özdemir bile bu davanın bir tiyatro olduğunun farkında. Bizim mahalleden hala da birileri mırın kırın ederken, Cüneyt Özdemir’in isyan etmesinin utancı hepimize yeter.
Ama bundan daha büyük utanç… Televizyon kanallarında, gazetelerin köşelerinde boy gösteren bazı yazarlarımız. Televizyonlarda ve yazılarında davayla ilgili tek kelime edemiyorlar, Türkiye’ye kurulan bu kumpasın nedenlerini anlatamıyorlar, hedef alındığımız bir davadaki son durumu bile Özdemir’in yayınından öğreniyoruz, orada bu kumpas davasını takip edip en ince ayrıntıları yakalayıp kumpası çarşaf çarşaf ortaya dökecek bir kişimiz bile yok. Bu utancı hep birlikte yaşayalım. Aynı kelleler ise ekranlarda boy göstermeye devam etsinler hala…