Evet, hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.

Koronavirüs salgını hepimizin hayatını öyle veya böyle etkiledi. Bu satırların yazıldığı sırada başta güzel şehrimiz İstanbul olmak üzere 30 büyükşehir ve Zonguldak’ta iki günlük sokağa çıkma yasağı uygulanıyor. Herkesin dilinde aynı klişe cümle: “Salgından sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!” Doğru, bugüne kadar insanlığın elde ettiği başarılara rağmen medeniyetin yol açtığı yan etkilerin ne derece vahim olabileceğini bu salgın sayesinde hatırladık. Ancak, yine de, salgın hastalıklar insanlığın tarihiyle beraber olagelmiştir hep. Daha önceki salgınların hiçbirinde insanlığın ortak hastalıkları olan şehvet – şöhret – servet aşkı değişmedi. Para ve iktidar hırsı ile yapılan canilikler, hainlikler ve üçkâğıtlar azalmadı. Eskiler der ki. “Beşer nisyan ile maluldür”. Yani “İnsanlık unutkanlıkla sakatlanmıştır!” İnsanlar geçmişteki hatalarından ders almamak, hatta bu ibret vesikası olayları çabucak unutmak gibi kötü bir haslete sahiptir. Bu açıdan bakıldığında, insanların toplumsal örgütlenmesi ne kadar değişse de temel hastalığı “şehvet – şöhret – servet hırsı” bir gün yeniden hortlamak üzere bir yerlere sinecektir.

Evet, hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Cuma günkü yazımda dünya siyaset ve ekonomisinde nasıl değişimler olabilir, onu anlamıştım. Bugün ise salgın sonrası Türkiye’ye dair öngörülerimi paylaşacağım. Tabiî bu öngörüler salgının ne kadar süreceğiyle de alakalı.

SALGIN SONRASI EKONOMİK KRİZ NE ŞİDDETTE OLUR?

“Türkiye’nin yakın tarihinde yaşadığı en büyük ekonomik sıkıntılar ne zaman olmuştur?”, diye bir soruyla başlayalım. Hemen vereceğiniz cevap bellidir: 1994, 2001, 2008 ve 2018 Krizleri. Evet, bu krizler Türkiye’nin kendine özgü borçlanma ekonomisinin, dış borçla finanse edilen sahte refah dönemlerinin, çalışmadan ve üretmeden kısa yoldan zengin olma arzusunun doğurduğu “en hakiki öz yerli ve milli krizlerdir”. Ancak yakın tarihte yaşanan en büyük iktisadi sıkıntılar bunlar değildir. Türkiye tarihinde halkın ortak bilinçaltına kazınmış büyük iktisadi sıkıntılar iki büyük savaş zamanında gerçekleşmiştir. Birinci Dünya Savaşı’na biz de Almanya safında girdik. Yüzbinlerce askerimiz Sarıkamış karlarından Arabistan çöllerine yedi ikilimde vuruştu. Ama sorun sadece bu değildi. Savaşın kapattığı yollar ithalatı engellemekteydi. Bu da yokluk ve kıtlık demekti. Üstüne bir de hain Ermeni eşkıyaların Müslüman yerleşimlerinde kadın, çocuk ve yaşlıları katletmesini koyun. Durum bir felaketti. Ancak Türk halkının yaşadığı güvenlik problemi iktisadi sıkıntı ve yokluğun üstünü örtmüştü. İkinci Dünya Savaşı’na ise biz girmedik. Bu da görece güvenilir bir toplum hayatını bize sundu. Ama savaşın iktisadi etkileri yıkıcıydı. İkinci Dünya Savaş’ı Birincisi’ne göre hem daha yaygındı hem de daha uzun sürdü. Bu da, Türkiye’nin üzerindeki abluka etkisini arttırdı. Altı yıllık (1939 - 45) bir yokluk ve kıtlık döneminden, ekmeğin ve temel ihtiyaç maddelerinin bulunmadığı bir zamandan, sadece bir avuç partili azınlığın müreffeh yaşadığı süreçten sonra, dönemin iktidar partisi CHP ilk serbest seçimleri kaybetti ve 70 yıldır da tek başına iktidar olamadı. Halk CHP’yi kıtlıkla, fakirlikle ve yoklukla özdeşleştirdi. Halkın kıtlık ve yokluk yüzünden refahının düştüğü üçüncü dönem de 1974-1980 arasıdır. Bu dönemde Kıbrıs Savaşı sebebiyle ABD emperyalizminin ekonomik ambargosu nedeniyle gaz, benzin, yağ, şeker ve benzeri temel ihtiyaç maddelerinde kıtlık hâsıl olmuştu. Buna ABD’nin “bizim çocuklar” tabir ettiği istihbarat elemanlarının memleketteki sağcı – solcu gençleri birbirine kırdıran istihbarat oyunlarını da ekleyin. Millet 1980 darbesini keyifle ve sevinçle karşıladı. Bir avuç idealist insan dışında milletin çoğunluğu “Kenan Paşa!” diyordu, başka da bir şey demiyordu. Millet açlığın, yokluğun ve anarşinin faturasını siyasilere kesmişti. Şimdi size salgının süresine bağlı olarak iki senaryo vereceğim. Birinci senaryo iyimser senaryodur. İkincisi ise kötümser senaryodur.

İYİMSER SENARYO: Eğer salgın Mayıs Ayı sonunda kontrol altına alınırsa, Ramazan Bayramı sonrası hayat yavaş yavaş eski haline döner. Bu dönemde artan iç ve dış borçların, genişlemeci para politikasının etkileri nedeniyle Hükümet hem vergileri arttırmak hem de para arzını kısmak zorunda kalacaktır. Bu da, 2020 yılının yüzde 3-4 küçülme ve 2021 yılının da yüzde 1-2 küçülme getireceği ama enflasyonun da tek hanelere ineceği anlamına gelir. Eğer Hükümet bunu yapmazsa 2020 yılı yüzde 1-2 küçülme ile geçer 2021 yılında da yüzde1-2 büyüme olur. Ama enflasyon da yüzde 30’lara dayanabilir. Bu anlattıklarım iyimser senaryodur. Burada iktisat politikasının araçları çözüme ulaşmak için yeterli olabilir.

KÖTÜMSER SENARYO: Salgın ve karantina koşulları 2020 sonuna kadar uzarsa, ülkede bırakın sanayi üretimini tarım üretimi bile sıkıntıya girer. Bu durum Büyük Buhran’dan bile daha tehditkârdır. Büyük Buhran’da piyasada mal vardı ama onları alacak satın alma gücü yoktu. Hükümetler vatandaşlara para ve iş vererek problemi çözebilirlerdi. Eğer salgının etkileri uzun dönemli olursa, o takdirde, para bassanız da bir önemi olmayacaktır. Çünkü karantina koşulları nedeniyle üretim olmayacaktır. Dışarıdan mal getirmek de mümkün değildir, çünkü bütün ülkeler başta tarım mamulleri olmak üzere temel ihtiyaç maddeleri ihracatını durdurmaktadır. Sonuç, kıtlık ve açlıktan kırılan kitleler, belki şehirlerde yağmalar ve asayişin bozulması olabilir. Böyle bir sürecin sonunda siyasete bir pay çıkarılması kaçınılmazdır.

Benim tahminim ve temennim İyimser Senaryonun gerçekleşeceği yönündedir. Ama bu bile bize ciddi ekonomik problemler vaat etmektedir.

SALGINDAN TÜRKİYE İÇİN ÇIKARILMASI GEREKEN SONUÇLAR

Salgından çıkarılması gereken dersleri birkaç maddeyle özetledim:

1. Türkiye’nin sağlık sisteminin özellikle Avrupa ve ABD’ye göre daha başarılı olduğu ortadadır.

2. Önümüzdeki dönemin siyaset açısından vurucu teması gıda, sağlık ve bilgi güvenliği olacaktır.

3. Liberalleşme, finansallaşma ve özelleştirme saçmalığının sonuna geldiğimiz açıktır. Önümüzdeki dönem hem güvenlik açısından önemli hem de stratejik değere sahip sektörlerde üretim kamu eli veya desteğiyle yürütülecektir.

4. Türkiye’de bundan böyle her anlamda ayrılıkçı ve ayrımcı siyasetin başarılı olması zordur. Gelecekte başarının sırrı kapsayıcı ve birleştirici siyasettir.

5. Hedonist, hodkâm, idealsiz ve materyalist bir gençlikle bir yere gidilemeyeceği ortaya çıkmıştır. Önümüzdeki dönemde idealist, halkçı ve toplumcu reflekslere sahip, manevi değerleri kuvvetli, paylaşımcı bir gençlik yetiştirmeliyiz.

6. Devlet yönetiminde şeffaflık, denetlenebilir ve hesap verebilir olmak önem kazanacaktır. Türkiye de bu konulardaki eksikliklerini gidermek durumundadır.

SON SÖZ: Eğer musibetlerden ibret alırsak, tarihteki hatalar tekerrür etmez.