Son dönemde robot ekonomisinden çok bahsedilir oldu.
Son dönemde robot ekonomisinden çok bahsedilir oldu. Aslında bu yeni bir şey değildir. Dijital teknoloji hayatımıza girdiğinden beri bilgisayar oyunlarından internete, cep telefonu – cep bilgisayarlarından CNC tezgâhlarına, SİHA’lardan dev havaalanı bilgisayarlarına hayatımızın her alanında zaten robotlarla iç içeyiz.
Genelde robot deyince akla gelen insansı makinalardır. Bunlar ise teknolojik düzey açısından şu anda hayata geçirilmesi çok zor olan, daha deneme aşamasında ve ancak basit insan hareketlerini taklit düzeyinde olan cihazlardır. Robot – İnsan karışık toplumlara daha çok zaman var.
Ancak, endüstriyel üretimde makineleşme oranı baş döndürücü bir hızla artmaktadır. Bu teknik olgunun hayatımıza getirdiği başat iktisadi sorun teknolojik işsizliktir. Üretimde makinelerin üretkenliği arttıkça, kullanılan birim işgücünün de verimliliği artar. Bu ise aynı miktarda toplam üretimin daha az işgücü kullanılarak elde edilmesi anlamına gelir. İşgücü istihdamının azalması bu anlamda teknolojik işsizlik olarak adlandırılır.
Teknolojik işsizliğin ortaya çıkabilmesi için ilk önce kullanılan makinelerin teknolojik gelişme nedeniyle verimliliğinin artması gerekir. İkinci olarak, üretimde sermaye ve emeğin birbirini ikame etmesi gerekir. Eğer sermaye ve emek birbirine tamamlayan üretim faktörleriyse, o takdirde teknolojik işsizlik ihmal edilebilecek düzeyde olabilir. Bu yüzden, teknolojik işsizlik genellikle emek ve sermayenin birbirini ikame ettiği ve işgücünün ağırlıklı olarak yarı nitelikli ve niteliksiz vasıfta olduğu sektörlerde gerçekleşir.
Yüksek makineleşme düzeyinden kaynaklanabilecek teknolojik işsizlik ihtimali birçok iktisatçının gündemine girmiştir. Bunları iyimserler ve karamsarlar olarak iki grupta toplayabiliriz. İlkönce karamsarları tartışalım:
Teknolojik gelişme ve makineleşme eğilimine bağlı olarak oluşabilecek teknolojik işsizlik ve buna bağlı olarak gerçekleşebilecek sosyal problemleri öne çıkaran karamsarlar, bu sürecin kapitalizmin çöküşüne yol açacağını söylemektedirler. Buna göre kapitalist sistem ya geleceğin “köleci toplumuna” evrilecek ya da kökten yıkılıp yerini toplumsal mülkiyete dayalı yeni nesil “sosyalist topluma” bırakacaktır. Geleceğin “köleci toplumu” bir grup çok zengin, iyi eğitimli, uzun ömürlü az sayıda üstün-insanlardan oluşan makine sahipleri sınıfının yönettiği çok fakir, düşük eğitimli, kısa ömürlü aşağı-insanlardan oluşan kitlelerin bileşkesi olacaktır. Bir nevi “yarı-tanrılarla” “cücelerin” toplumu… Ürkütücü değil mi? Bunun sonucunda çatışma çıkması kaçınılmazdır. Çatışmayı “üstün-insanlar” kazanırsa bir azınlık diktatörlüğü altında despotik bir toplum oluşur. Eğer çoğunluğu oluşturan kitleler çatışmadan galip çıkarsa, bu takdirde, yüksek teknolojili bir “sosyalist-bürokratik” toplum oluşur. Her ikisinin de demokratik olmayacağı aşikârdır.
İyimserlere göre ise her teknolojik paradigma değişiminde yeni ürünler ve yeni pazarlar ortaya çıkar. Dolayısıyla, teknolojik gelişmenin yaratacağı işsizlik ve sosyal problemler yeni gelişen sektörlerde oluşacak istihdam alternatifleri ile telafi edilebilir. Ayrıca, teknolojik gelişme tarihine bakıldıkça, yeni teknolojinin toplamda bütün toplumda çalışma saatlerinin azalması ve ürün bolluğu nedeniyle tüketim imkânlarının artması ile sonuçlandığını vurgularlar. Bu ise, anlaşılacağı üzere son kertede toplumsal refahın mutlak olarak artması anlamına gelecektir. Tabiî, iyimser bakış açısının argümanlarının gerçekleşmesi için toplumların (özellikle niteliksiz ve yarı nitelikli) işgücünü yeni üretim sistemine uyumlu hale getirmesi ve toplumsal üst yapının (eğitim, sanat, siyaset ve idari yapı) bu yeni teknolojinin gereklerine göre yeniden düzenlemesi gerekmektedir. Oluşacak yeni dünya düzeninde, işgücü eğitiminin ve toplumsal üstyapının dönüşme hızına bağlı olarak ülkelerin gelişmişlik düzeyleri de yeniden belirlenecektir. Toplumsal üst yapı dönüşümü ne kadar hızlı olursa, ülke de o kadar gelişmiş olacaktır.
Ben görüş olarak karamsar iktisatçılardan daha çok iyimser iktisatçılara yakınım. Ama iyimser olmak demek, “Her şey çok güzel olacak!”, demek değildir. Dünyada bedava ekmek yoktur. Bir hedefe ulaşmak isteyen birey, firma ya da devletlerin o hedef uğrunda çalışması, emek sarf etmesi gerekir. Mesele toplumun dönüşümü olunca, ister istemez kamu politikaları önem kazanmaktadır. Hatırlayacağınız üzere 1 Aralık tarihli yazımda Krugman’ın Dinamik Teknolojik Açık modelinden bahsetmiştim. Buna göre, eğer merkezi bir planlama olmazsa, milli devlet milli bir sanayi politikası belirlemezse, her şeyi piyasa güçlerine bırakırsa, o takdirde, ülkenin bir üst gelişmişlik seviyesine çıkması tesadüflere bağlıydı. Aksine, küresel piyasa mekanizmasının özellikle gelişmekte olan ülkelerin mevcut durumlarını pekiştiren eğilimleri içerdiğini de belirtiştim. Burada ki mesele de benzeri bir duruma atıf yapmaktadır. Büyük değişim dönemlerinde, toplum ve devlet olarak, değişimin yönü ve büyüklüğüne uygun dönüşümleri sağlayamazsak, Türkiye bırakın G-20’yi, ilk otuz ülke arasına bile giremez.
Pazartesi günü görüşmek üzere… Hayırlı Cumalar