Geçen bahar yaşanan krizden farklı olarak Ukrayna üzerinden zamana yayılan sürekli bir kriz hali içerisindeyiz bir süredir.
Geçtiğimiz hafta NATO Dış İşleri Bakanları Riga’da bir araya gelerek 2 gün süren bir toplantı yaptılar. Toplantı gündeminin bir ayağı Afganistan’dan çıkarılan derslere ayrılmıştı. Ama uluslararası kamuoyunun dikkatini daha çok Ukrayna ve NATO’nun Doğu kanadının karşı karşıya kaldığı risklerin tartışıldığı Riga toplantısının diğer ayağı çekti. Geçen bahar yaşanan krizden farklı olarak Ukrayna üzerinden zamana yayılan sürekli bir kriz hali içerisindeyiz bir süredir. Riga Zirvesi ve ardından Stockholm’de gerçekleşen Blinken-Lavrov zirvesi bu kriz halini dağıtmış gözükmüyor.
Salam taktiği
Bahar 2021’de yaşanan Ukrayna krizinin özünde de kimin neye niyet ettiği sorusu yatıyordu. O gün de bugün de Doğu Ukrayna’daki durum üzerinden, yani ayrılıkçıların oluşturabileceği oldu-bitti üzerinden ve Kırım’a yapılan/yapılabilecek büyük askeri yığınak üzerinden Moskova, Ukrayna toprak bütünlüğünü Kırım’ın ötesinde tehdit edebileceğini gösteriyor. Aslında Doğu Ukrayna’daki çatışmalar başladığında Rusya yanlısı güçlerin kullandığı melez çatışma taktiğinin “salam taktiği” olarak adlandırıldığı hatırlanırsa Ukrayna üzerinde dilim-dilim ilerlemenin baştan itibaren tasarlandığı düşünülebilir. Karadeniz dengesi açısından Kırım’ın ilhakı ve Donbass üzerinden baskının daimî hale getirilmesi Moskova’nın işine çok yaradı, bu avantajlı durum yeni bir dilimin hiç düşlenmeyeceği anlamına gelmez. Nitekim geçtiğimiz günlerde Zelensky’nin yapmış olduğu Rusya yanlısı bir darbe tehlikesiyle ilgili açıklamalar Ukrayna için Rusya tehlikesinin, yani salam dilimini kopartmak için yaklaşan bıçağın sadece top, tüfek ve füzelerle sınırlı olmadığını da gösteriyor.
Bu noktada Rusya’dan Güney Osetya hatırlatması sık sık geliyor. Bilindiği üzere Gürcistan, Ukrayna ve Beyaz Rusya zaman zaman Batılı aktör ve kurumlar tarafından cesaretlendirildiler. Gürcistan Batı caydırıcılığının bir parçası değilken bu cesaretlendirmeler neticesinde Güney Osetya sorununu güç kullanarak halletmek için yola çıktı ve Rusya’nın müdahalesini tetikledi. Sonuçta Rusya Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü ve Karadeniz’e çıkışını sınırlandırdı. Karşılığında da Batı durumu protesto etmek dışında bir şey yapamadı. Dolayısıyla bugün Ukrayna’nın Donbass ya da Kırım üzerinden eski statükoyu kurma çabasının Kiev’e çok daha pahalıya mal olabileceği Moskova tarafından hatırlatılıyor. Moskova’nın amacının Kiev’i caydırmak mı, yoksa 2008 ve 2014’te olduğu gibi üçüncü tarafların cesaretlendirmesinin yarattığı riskten faydalanıp müdafaa kisvesi altında kesebildiği kadar dilim kesmek mi olduğu ise belirsiz.
Rusya’nın adresi Washington
Aslında Biden Yönetimi göreve geldiği günden itibaren Moskova’yı böyle bir saldırgan hamlenin peşinde olmakla suçluyor. Avrupalı devletlerin özellikle de Almanya ve Fransa’nın Rusya’nın Ukrayna’yı işgal niyeti konusunda ikna edilmesi çok kolay olmasa da artık 2013 öncesi Avrupalı devletlerin Rusya’yı dönüştürmeyi düşündükleri dönemde değiliz. Dahası Avrupalıların tasarladıkları Normandiya Formatı yani Ukrayna sorunu için Avrupalılar aracılığında Ukrayna-Rusya görüşmelerinin bir geleceği varmış gibi gözükmüyor. Kremlin, Riga öncesi ve sonrası kararlı bir biçimde Ukrayna ile doğrudan görüşmeleri reddetti. Geçtiğimiz günlerde Moskova; Almanya, Fransa ve Rusya arasındaki diplomatik görüşmeleri basına sızdırarak Lavrov’un Normandiya Formatı çerçevesinde görüşmelere katılmayacağını da ifade etti. Moskova’nın tansiyonun düşürülmesiyle ilgili gösterdiği tek adres, Washington. Bu da Ukrayna’yı da Avrupalıları da belirli diplomatik garantilerle oyalamak gibi bir derdi olmadığını, tam tersi Moskova’nın tansiyon düşürücü garantileri Washington’dan beklediğini gösteriyor. Oysa Blinken, Riga Zirvesi çerçevesinde yaptığı açıklamalarda gerginliği azaltma sorumluluğunun Rusya’da olduğunu söyledi. Tüm bu bir oradan bir buradan gelen açıklamalar, Rusya’nın niyetleriyle ilgili belirsizliğin hem Rusya hem de Batı tarafından hala kullanışlı bir araç olarak elde tutulduğunu gösteriyor.
Moskova’nın kırmızı çizgi uyarısının mahiyetinin da belirsiz olduğu düşünüldüğünde sahada çok fazla belirsizlik var, yine de Ruslar doğrudan ABD ile görüşmekte hevesliler. Nitekim Riga sonrasında önümüzdeki günlerde yeni bir Putin-Biden zirvesinin olabileceğini Blinken açıkladı. Rusya’nın Ukrayna özelinde Batı’dan istediği garantiler, başta da Ukrayna’nın NATO’ya üye yapılmaması sözü bize Kremlin’in yumuşak bir “yeni Yalta düzeni” peşinde olduğunu hissettiriyor. ABD’nin bu olasılığı elinin tamamen tersiyle ittiğini de düşünmemiz için de bir sebep yok.
Yumuşak bir Yalta arayışı mı, caydırıcılık mı, cezalandırma mı?
Gerçi Riga Zirvesine Ukrayna ve Gürcistan Dışişleri Bakanlarının katılımı rüzgârın Yalta paylaşımından ziyade Rusya’nın caydırılması lehine estiğini gösteriyor. Zirve sonrası yaptığı değerlendirmede Stoltenberg, Ukrayna ve Gürcistan'ın NATO üyesi olmak istediklerini hatırlatarak, "Her iki ülkenin toprak bütünlüğü ve egemenliğine olan desteğimiz sarsılmazdır. İki ülkeye desteğimizi artırmaya taahhüdümüz devam etmektedir" açıklamalarında bulundu. Bu desteğin iki ülkeye -ki burada Kırım, Güney Osetya ve Abhazya’nın durumunun ne olacağı sorusu da devreye giriyor- caydırıcılık sağlamak konusunda ne kadar ileri gideceği ise henüz belirsiz, cevapları belirginleştirmenin riskleri de çok yüksek. NATO üyelerinin Rusya’nın tehdit ve koşul politikasını kabul etmeyecekleri mesajına odaklandıkları ve üyelik prosedürünün sadece NATO’nun karar vermesine dayalı olduğunu vurgulamak gibi bir dertleri olduğu anlaşılıyor.
Caydırıcılığın politik destek mesajları ve NATO’nun karar verme otonomisi üzerinden yeterince sağlanamayacağının bilincinde olan Batılı aktörler bu yüzden yaptırım tehditlerini devreye sokuyorlar. Stoltenberg ve Blinken’in hemen hemen aynı tonla konuştuğu gözlerden kaçmıyor: Örneğin Stoltenberg, "Ukrayna'ya karşı güç kullanması durumunda Rusya'ya verilecek olası karşılıklar nedir sorusuna “geniş bir yelpazede seçeneklerimiz bulunuyor” yanıtını veriyor. Bunlar, ekonomik ve mali yaptırımlar ve siyasi kısıtlamalar gibi ceza mekanizmalarını içeriyor anladığımız üzere. Blinken de Moskova güç kullanma yoluna başvurursa başına neler gelebileceğini biliyor diyor ve Rusya’nın canını ekonomik olarak acıtabileceklerini sözlerine ekliyor. Cezalandırma aracı olarak yaptırım silahının sallanması yeni değil, bu tür bir cezalandırma stratejisi de Türkiye’nin altını çizdiği üzere caydırıcılığı sağlamada çok güvenilir bir enstrüman değil.
Risk nerede?
Mesele şu: ABD’nin aynı anda çıkacak krizleri yönetme gücü ve bunun maliyetiyle ilgili sorunları var. Bu hafta sonu İran’daki Natanz nükleer tesisleri yakınında gerçekleşen ve tam ne olduğu anlaşılmayan ya da açıklanmayan patlama Viyana’da bir sonuç alınmadığı takdirde İsrail- İran arasında suların ısınabileceğini ve Washington’un bu mesele ile ilgilenmek zorunda kalabileceğini hatırlattı. Tayvan Boğazı Ukrayna krizine çok benzeyen bir dinamiğin, her an tırmanabilecek bir Soğuk Savaş’ın içine hapsolmuş gözüküyor. Dolayısıyla ABD’nin sorunları çözmek için fazla vakti yok ve yumuşak bir Yalta, yani “etki alanları paylaşımı fikri” cazip görünebilir. ABD’nin bu konuda kesin bir karar verdiğini söylemek zor, karar verse dahi bu yeni Yalta ruhunun saldırganı ödüllendirme olmadığını müttefiklerine ve rakiplerine anlatması gerekiyor. Sözün özü, Batı 2008 öncesi ve sonrası Rusya karşısında benimsediği hatalı stratejinin olumsuz etkilerini silecek bir politika daha bulamadı. Bu nedenle de 2021 baharında tecrübe ettiğimiz Ukrayna krizi tüm belirsizlikleriyle 2021 sonbaharına hatta kışına taşındı, daimî bir huzursuzluk halini aldı.