Zira neresinden bakarsanız bakın iktidar cephesinden altılı masaya yapılan "adayını açıkla" çağrısı bir anlamda muhalefet partileri arasında -olmasa dahi- bir görüş ayrılıkları olduğuna dair algı üretiyor.

Hangi muhalif arkadaşımla konuşsam altılı masanın hala daha adaylarını belirleyememiş olmasından şikâyet ediyorlar. AK Parti’nin altılı masa üzerinde psikolojik baskı kurmasında başarılı olduğunu söylemek mümkün.

Zira neresinden bakarsanız bakın iktidar cephesinden altılı masaya yapılan “adayını açıkla” çağrısı bir anlamda muhalefet partileri arasında -olmasa dahi- bir görüş ayrılıkları olduğuna dair algı üretiyor. Daha adaylık konusunda anlaşamayan partilerin iktidar olduktan sonra ülkeyi nasıl yöneteceklerine ilişkin de seçmenin kafasında soru işareti yaratıyor.

Ki iktidar olunca altılı masa partileri arasından yükselen yönetim şemasının nasıl olacağına dair yorumlar da Millet İttifakı’nın disiplinsiz bir şekilde hareket ettiğini doğrular nitelikte. Özellikle böyle bir dönemde hiçbir seçmen belirsizliğe oy vermek istemez, evet seçim yapmamak da bir seçimdir ama seçimsiz kalabilmek için de seçilecek tercihleri görmek gerekir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim süreci başlamadan bu süreci çok iyi yönettiğini ve psikolojik üstünlüğü ele geçirdiğini çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz.

Zaten tüm muhalif arkadaşlarım da “ben saldım artık” pozisyonuna geçmiş durumda. Her ne kadar sandığa gidip Erdoğan’ın karşısında adaya oy verecek olsalar da muhalefetin bu dağınık tavrından ötürü umutlarını kesmiş haldeler.

Öte taraftan bu dağınıklığın AK Parti üzerinde “kesin kazanırız” tarzında bir rehavet yaratıp yaratmadığını da seçim süreci başladıktan sonra daha net anlayacağız.

Çünkü AK Parti’yi 20 yıl boyunca iktidarda tutan motivasyon kendini sürekli güncelleyebilmesi, özeleştirilerini seçmene ikna edici bir şekilde yapabilmesi ve somut eserleri zamanında seçmene sunabilmesi oldu.

Seçim süreciyle birlikte iktidar nerdeyse çeyrek asırlık bu misyonunu korursa seçimleri kazanacak yeni bir hikâyeyi yazması işten bile olmayacak.

Travma

Türkiye’de ağır travmalar yaşayan bir grup söyleyin derseniz, Fenerbahçeliler olduğunu söyleyebilirim. Çünkü kendimden biliyorum. Her kötü gidişatta “yine mi şampiyonluk gidiyor” travmasına kapılmadan duramıyoruz, uzun yıllardır bize uğramayan şampiyonluk da bu durumu haklı kılıyor.

Fakat bu kırılgan sürecin yeni travmalara sebep olabileceği de bir gerçek. Evet 3-0’lık Galatasaray yenilgisi büyük hayal kırıklığına uğratmış olsa da kötü oyunla kazanılan bir maç sonrası dahi orantısız eleştirileri anlamak güç. Halbuki Galatasaray bu sene en az beş maçını çok kötü bir oyunla kazandı.

Ve Fenerbahçeliler olarak bizler böyle durumlarda bir “günah keçisi” aramayı alışkanlık haline getiriyoruz. Yeni hedef ise Jorge Jesus. Daha üç hafta öncesine kadar “Profesör” olarak anılan biri şimdi yerden yere vuruluyor. 3’lü savunma sayesinde yerlere göklere konulamayan o muhteşem oyun unutulmuş, şimdi “Fenerbahçe 3’lü oynamaz” deniyor. Çok çabuk unutup, çok çabuk göklere çıkartıyoruz sanki.

Uzun bir sezonda inişler çıkışlar olur, evet Arda Güler mesela daha fazla vakit almalı, belli bölgelere transferler yapılmalı ama artık kazanılan maç sonrası bile cefa çekmenin romantizminden de bir şekilde kurtulmak gerek.

Yoksa yeni travmalara yeniden kapı aralanmış oluyor.

120 BPM

Ekim ayından bu yana 93.4 frekansında RadyoBir’de 120 BPM programıyla her Cumartesi ve Pazar saat 22.00’da eğlenceli bir program yapıyoruz.

House ve elektronik müziğin önemli müzik yapımcılarının setlerine yer verdiğimiz bu program dinleyiciler tarafından çok sevildi. Solomun’dan Monolink’e, Tiesto’dan Ben Böhmer’e kadar 2 saat boyunca kesintisiz bir müzikle house severleri bir anlamda dünya gerçeklerinden uzaklaştırmak istiyoruz.

Dinlemenizi öneriyorum, biz bu programı hazırlarken çok eğleniyoruz çünkü.