İslam'da faiz/riba haramdır.

PARA VAKIFLARI VE ÇİVİZADE İLE EBUSSUD EFENDİ TARTIŞMASI- KANUNİ DEVRİNDEN BUGÜNE SERMAYE YETERSİZLİĞİ PROBLEMİ

İslam’da faiz/riba haramdır. Bu yüzden bütün 20’inci yüzyıl boyunca, Batı’nın kapitalizmi ve emperyalizmiyle karşılaşan Müslümanlar bu sisteme alternatif olabilecek ve faizin de olmadığı bir ekonomi nasıl olabilir diye kafa patlattılar. Halbuki, İslam dünyasında ve yüzyıllar boyu Osmanlı İmparatorluğu’nda farklı isimler verilerek faizli bankacılık benzeri kurumlar oluşturulmuştu: Para vakıfları. Tabiî ki, para vakıfları Osmanlı’da da ciddi tartışmalara ve siyasi kavgalara yol açmıştı. İsterseniz Doç. Dr. Mehmet Şimşek’in “Osmanlı Cemiyetinde Para Vakıfları Üzerinde Münakaşalar” adlı makalesine bir göz atalım.

“Osmanlı İmparatorluğunda para vakıflarına şiddetli karşı çıkanlardan birisi, belki de ilki, Çivi-zade Muhyiddin Efendi (ö. 954/ 1547)'dir. O, şeyhülislamlık makamından alınarak, tenzilen, Rumeli kazaskerliğine tayin edildikten sonra, Rumeli'de para vakıflarını yasaklayarak cemiyette bazı huzursuzlukların doğmasına sebep oldu; çünkü, o zamana kadar alışılagelen ve dini hüviyeti olan bir geleneğin ortadan kaldırılmak istenmesi halkı tedirgin etti. Çivi-zade, para vakıflarını yasaklamaları için, bu çeşit vakıfların gayr-ı meşrû olduğunu gösteren fetvasını idari ve dini sorumlulara gönderdi.”

Dönem Kanuni devridir, ticaret yolları ve dolayısıyla para akışının yönü değişmiştir. İklim değişikliğinin etkisiyle toprakta verim düşmüştür. İmparatorluk üç cephede savaş halindedir. Fetihler hız kesmiştir ve imparatorluk doğal sınırlarına ulaşmıştır. Devasa sınırların korunması ciddi maliyet gerektirmekte, buna mukabil devletin gelirleri bunu karşılamamaktadır. Artan vergiler hem çiftçilerin hem de tüccarların boğazını sıkmaktadır. Piyasa nakite sıkışıktır. Bu ortamda Çivi-zade meseleyi daha da zorlaştıracak bir fetva vermiştir.

“Zamanın şeyhülislamı Ebussuud Efendi (ö. 982/1574) bu duruma müdahale ederek, asırlardır halkın faydasına çalışmış ve yerleşmiş olan vakıf müessesesinin lüzumunu açıkladı. Böyle faydalı bir müesseseyi yok ederek, asırlardır yerleşmiş olan idari ve ictimai düzeni aIt-üst etmemek gerektiğini söyledi. Bu meseleyi halletmek gayesi ile de geçmiş ulemanın görüşlerine ve muteber kaynaklara dayanarak bir de risale yazdı. Ebussuud Efendi'nin bu fetvayı yazmaktan muradı, bütün İslam ülkelerinde mevcud bulunan böyle faydalı bir müessesenin devamını sağlamaktı.””

“Muhteşem Yüzyıl” dizisinden de hatırlayacaksınız. Rahmetli Tuncel Kurtiz’in oynadığı Ebussuud Efendi Padişah’a “ammenin menfaati için para vakıflarının açılması gerekir, şer’an caizdir.”, diye meseleyi aktarmıştı. Yukarıda anlatılanlar aslında ekonominin içinde bulunduğu nakit sıkıntısını gidermek için banka işlevi gören para vakıflarının aktif hale getirilmesinin zaruretini ortaya koymaktadır.

“Çivi-zade'nin para vakıflarına karşı çıkışı üzerine, bu, vakıfların meşru olduğuna inananlarla, bu vakıf gelirleri ile geçinenler' arasında hoşnutsuzlukların baş gösterdiğini o devrin kaynaklarından öğreniyoruz. Bunlardan birisi de, Sofya Halvetiyye Tarikatına mensub Şeyh Bali Efendi (ö. 960/ 1552)'dir. O, bu konu ile aktif bir şekilde ilgilenmiş, zamanın sultanına, Çivi-zade'ye ve Mevlana Şah Çelebi adında birine ayrı ayrı mektuplar göndererek bu vakıfların devam etmesi gerektiğini söylemiştir. ”

Aslında bu da çok şaşırtıcı olmamalıdır. Osmanlı’da ticaretin ve nakit işlemlerin en yoğunluklu olduğu yer Rumeli’dir. Arazi vakıfları gibi, para vakıfları da büyük oranda tarikatların kontrolündedir. Tarikatlar, bugünkü kadar olmasa bile, şirketleşme sürecindedirler. Çivizade’nin kararına itirazlardan birinin de bir Halveti Şeyhi’nden gelmesi, bu açıdan, doğaldır.

“Para vakıflarına karşı çıkanlardan birisi de Birgivi Mehmed Efendi (ö. 1573) olmuştur. Buna karşı Şeyhülislam Ebussuud Efendi, önde gelen Hanefi fıkıhçılarından İmam Züfer (ö.158/ 775), el-Serahsi (483/1090) ve Burhanu'ddin Ali (592/1196-97) gibi fıkıhçıların görüşlerine de dayanarak para vakıflarını müdafaa etmiştir. Birgivi Mehmed Efendi, Şeyhülislam Ebussuud Efendi'nin fetvasına reddiye olarak yazdığı es-Seyfu's-sarim li ibtali vakfı'n-nukûd adlı eserinde bu konudaki görüşünü açık bir şekilde ortaya koyar. … Ebussuud Efendi'nin fetvasından sonra Kadı Bilal-zade, Birgivi'yi iki yüzlü olmakla itham etti. Bunun üzerine Birgivi, 972/1564-65 de, lkâzu'n-naimin ve ifhâmu'l-kasirin adlı bir risale daha yazdı. Bununla da kalmayarak, içerisinde para vakıflarına karşı çıkış sebepIerini sıraladığı bir başka risale daha kaleme aldı… Bu risalede para vakıflarının helal olmadığını şu şekilde açıklar: ‘Para vakıfları bizim fakihlerimiz nezdinde helal değildir. İmam Züfer'e atfedilen bir görüş vardır ki o da zayıftır. Ebu Hanife ve Züfer'e göre vakfın helal olmasının şartı, vasiyete bağlı olmadır. Zamanımızın kadıları, İmam-ı Züfer'in görüşünü benimsediklerini söylemektedirler ki, bu muteber değildir. İmam Züfer, vakfın lüzumuna kaiI olsa bile, zamanımız kadılarının görüşleri makbul değildir; zira onlar rüşvet almaktadırlar .... Parayı işletmek (borç verilen paraya karşılık fazla para almak, murabahacılık) haram olup murabahacılar tarafından icad edilmiştir; hatta ulema onların mel'ün olduğunu, Hz. Peygamber de zelil ve düşmanlarına mağlub olacaklarını söylemiştir. (Menfaat karşılığı borç verilen her para faizdir), hadis-i şerifine göre, para vakfı dini amel görünümünde bu dünya için menfaat sağlıyor. İşte bunun için para vakfı yapanlar günahkârdırIar.’ "

“Hocam, bize ne Kanuni döneminden yahu, biz bugüne bakalım.”, dediğinizi işitir gibiyim. Birazdan oraya geleceğim. Yukarıdaki İmam-ı Birgivî’nin tanımına göre para kazanmak amacıyla yapılan ve para akışlarını yönlendirmek amacıyla kurulan bütün kurumlar lanetli ve günahkâr olarak adlandırılmaktadır. Para vakıfları, sizin anlayacağınız ölçüde bugünkü mevduat bankaları ile İslami Finans kurumları arasında bir yerdedir. Ama öncelikle vakıftır. Bu da, elindeki nakit bulunan insanların, bir kısmı hayır kurumlarının finansmanında kullanılmak şartıyla, paralarının işletilmesi için bir çeşit mevduat hesabı açtıkları kurumları bize göstermektedir.

“Burada üzerinde durulması gereken hususlardan birisi de Birgivi'nin faiz (riba) üzerinde ısrarla durmasıdır. O, bazı alimlerin mahzur görmediği parayı işleterek para kazanmağa (murabahacılığa) karşıdır. Bu konuda müsamahakar görüşü benimseyen alimler faiz tabirini kullanmaktan bilhassa kaçınmışlar, onun yerine ‘rıbh’ veya ‘muamele-yi şerriyye’ gibi tabirler kullanmayı tercih etmişlerdir.”

İsmi faiz olsun ya da herhangi bir başka kavram olsun, bu işlemden elde edilen gelir paranın kirasıdır. Buradaki para aslında mali sermayedir. Teknolojinin değişmediği varsayımı altında sermayenin getirisinin (yani faiz veya benzerlerinin) düşük olması için sermayenin bol, yüksek olması için sermayenin kıt olması gerekir. 16’ıncı yüzyıl kayıtlarına bakıldığında Bursa, İstanbul ve Rumeli para vakıflarında yıllık ortalama %9 – 11 aralığında bir rıbh veya muamele-yi şerriyye kazanıldığı görülmektedir. Unutmayın, bu getiri altın para üzerindendir, kâğıt para üzerinden değil. Aynı dönemde, Medici Bankası, Venedik Bankaları %4-5 arası faiz uygulamaktaydı. Bu fark nereden kaynaklanmaktadır?

Yukarıda anlatılanların özeti, Osmanlı İmparatorluğu’nda en sağlam fetvalarla kitabına uydurularak yapılsa bile, İtalyan tefecilerinin iki misli faizle çalışan “İslami” bir finans sistemi görülmektedir. Faizin bu kadar yüksek olmasının temel sebebi sermaye yetersizliğidir. Sermaye yetersizliğinin bir çok sebebi arasında -uzun dönemde- en başlıcası, yetersiz tasarruflardır. Bugün yaşanılan faiz tartışmalarına bir de bu taraftan bakalım. Eğer ülke ekonomisi sermaye birikimi yaratacak şekilde yeniden örgütlenmezse, ulusal ve küresel fonlar üretken yatırımlara sevk edilmezse ve en önemlisi değişen ticaret sistemine (yani Trans-Atlantik’ten Avrasya’ya kayan ticaret yapısına) uyum sağlayacak politikalar uygulanmazsa, ne yaparsanız yapın faizi düşüremezsiniz. Koskoca Kanuni başaramamış, bizim Merkez Bankası Başkanı mı başaracak?