Kültürel iktidar konulu yazılara başlamamla eş zamanlı olarak birçok kalem erbâbı bu konudaki tartışma mecrâsına dâhil oldu.
Kültürel iktidar konulu yazılara başlamamla eş zamanlı olarak birçok kalem erbâbı bu konudaki tartışma mecrâsına dâhil oldu.
Kimisi kültürel iktidar konusuna cepheden girip konuyu belediyelerin faaliyetleri üzerinden ele aldı. Kimisi, Batı kültüründen tamâmen arınmadan kültürel iktidârın mümkün olmadığı yönünde fikir beyan etti.
Kültürel iktidârın nasıl tesis edileceği konusu, herkes için farklılık arz edebilir. Kültür kavramının özü açısından bu farklılık, normal ve gereklidir de. Ancak sıra, kültürel iktidâra geldiğinde, bu eksikliği fark etmemiz için geçen yıllar içinde, bu ihtiyâcı dillendiren en üst isim olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyâsî iktidar konusundaki çizgisinin ne kadar değişerek geliştiğini de gözden kaçırmamak gerekir.
Dünün kültürel iktidar yöntemleri, bugüne çâre olmayabilir. Dolayısıyla bugünün yöntemleri de yarının kültürel iktidar ihtiyaçlarına yeterli olmayacaktır. Bu anlayış belki, târihî eserleri sevmek ve korumak için yeterli olabilir.
Bir tarafta târihî eserleri korurken, gelecekte târih olacak bugünler için kültürel iktidar, “kültürün güncellenmesi” şiârı üzerine kurulmalıdır. Öncelikle bu olgunun kabulü üzerinde mutâbık kalınmalıdır. Aksi takdirde “atalar dini”nin sakıncalarını “atalar kültürü” hâline dönüşebilecek sakıncalı bir kültürel iktidar olarak da yaşayabiliriz.
Kültürel İktidâra Târihsel Örnek
Önce Selçuklu ve sonrasında Osmanlı tecrübesi göstermektedir ki, siyasal iktidar, kültürel iktidar temeli üzerine inşa edildiğinde mümkündür.
Moğollar, kültürel iktidar olmadan siyasal iktidârın gelip geçici olduğunun en bâriz örneğidir. Cengiz Han’ın Çin Denizi’nden Avrupa’ya uzanan siyasal iktidârı, bir sonraki nesilde parçalanmış ve yıkılmıştır. Böyle temelsiz bir iktidar, önce muhaliflere sonra da kendisine zarar verir.
Oysa Selçuklu ve Osmanlı’nın uzun süreli hâkimiyetlerinin altında, fethedilen coğrafyalarda, fetih öncesi kültürel olarak zemin oluşturulması yatmaktadır.
Ahî Evren (Hasreddin Hoca)
30 Ağustos târihli yazımda bahsettiğim gibi, ordunun fetihleri birçok yerde, sâdece siyâsî iktidârın ilânı için olmuştur. Onun öncesinde bölge halkının gönülleri fethedilmiştir. Onlara can, mal ve namus güvenliği, inanç serbestliği konularında garanti verilmiştir.
Selçuklu ve Osmanlı’ya bunu sağlayan yöntem, ahîlik ve dervişlik ekolleridir. Bunun en önemli isimlerinden biri de Ahî Evren, yâni Pir Ahî Evran-ı Velî’dir. Anadolu ve Balkanlar’da Nasreddin Hoca olarak bilinen Ahî Evren, halkın, devlet yönlendirmesi olmadan oluşturduğu iktidârın kurucu örneklerindendir.
Horasan ekolünün en etkili temsilcilerinden olan Ahî Evren, Pir Ahmed Yesevî’nin dergâhında yetişmiş ve tıpkı aynı yolun tâkipçileri olan Hacı Bektâş-ı Velî ve Yunus Emre gibi Anadolu’daki Türk-İslâm kültürünün iktidârını tesis etmiştir. Yunus Emre için söylenen “Bizim Yunus” sıfatı, halkın gönlündeki iktidârın bir ifâdesidir.
Ankara Ahî Cumhuriyeti
Ahîlik sistemini kuran Ahî Evren, Kırşehir’de; Ahî Mesud da (ki adı Etimesgut olarak deforme edilmiştir) Ankara ve çevresinde kültürel iktidârın kendi zamanlarına hitap eden yöntemleriyle çalışmışlardır. Hatta Moğollar’ın Anadolu’yu yakıp yıktığı dönemde, Ankara ve çevresini Moğollar’a karşı savunan halk, daha sonra bir beylik tesis etmiştir. Bu beylik, 1290-1354 yılları arasında “Ankara Ahî Cumhuriyeti” adıyla hüküm sürmüştür.
“Pir Ahî Evran-ı Velî” isminden anlaşılacağı gibi bir mutasavvıf; Moğollar’a karşı savaşırken 93 yaşında şehid edilmesinden anlaşılacağı gibi bir alperen; deri tabakçılığından kuyumculuk ve marangozluğa kadar 32 mesleğin ustası olmasından anlaşılacağı gibi bir esnaf ve tüccar olan Ahî Evren’in beslendiği kaynak, bugün ihtiyaç duyduğumuz kültürel iktidar için keşfedilmeyi beklemektedir.
Ahîyân-ı Rum, Gâziyân-ı Rum, Bacıyân-ı Rum ve Dervişân-ı Rum (Abdalân-ı Rum) isimleriyle anılan zamânın sivil toplum örgütleri, zamânımızın ihtiyaç ve sorularına cevap verecek engin bir hazine ve öz mirâsımızdır.
Birkaç gün önce yıldönümünü kutladığımız 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı bize hediye eden ruh, Anadolu’da siyasal olarak kurulan iktidarların değil, bu ve daha önceki zaferleri kazanan ordudaki farklı inanç ve etnik kökendeki insanların gönüllerindeki bağlılığı oluşturan kültürel iktidârı tesis eden ruhtur.