Geçen yazıda Narin Kızımızı öldürenin aşiret yapısı olduğundan bahsetmiş, topluluk ve toplum kavramlarını açıklamış ve aşireti hem konum tabanlı hem de kimliğe dayalı kapalı bir topluluk olarak tanımlamıştım. Burada kritik kavram aşiretin "kapalı bir topluluk" olmasıdır.

Kapalı topluluğun, dışarıdakilerle ve toplulukların dışındakilerle olan bağlantılarının kasıtlı olarak topluluk tarafından sınırlandırıldığını, kapalı toplulukların dini, etnik veya politik nitelikte olabildiğini ve toplumun genel kuralları olan hukuk ve genel yönetim sistemi olan devletten bağımsız bir şekilde yönetilmeye çalışıldığını söylemiştim. Bugün bu yapının arka planındaki iktisadi ve toplumsal güç ilişkilerinden bahsederek bu yapıyı tanımlamaya çalışacağım.

BOY VE AŞİRET FARKI

Eski Osmanlı kaynaklarına bakarsanız aşiret göçebe oymakları tanımlamak için kullanılır. Bu oymaklar her biri Oğuz Boylarından birine bağlı göçebe Türkmen gruplarını tanımlar. Örneğin kendimden örnek verecek olursam Ben Adapazarlı bir Manavım. Manavlar Osmanlı kaynaklarında şöyle tarif edilir: “Oğuzların Kayı Boyu Manab Aşireti, konar göçer etrâk yörükânındandır.” Yani Oğuzların Kayı Boyunun Manab Aşireti yörük Türkmen oymaklarından biridir. Zaman içinde Manab sözcüğü “manav” haline dönüşmüştür. Bugün Bursa, Sakarya, Kocaeli, Bolu, Bilecik ve Balıkesir vilayetlerimizde yerli Türkler kendilerini bu şekilde tanımlarlar. Yani, aslında, Ertuğrul ve Osman Gazi ile Bitinya bölgesini fethedip yerleşen ilk Oğuzların soyundan gelmekteyiz. Ancak Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki aşiretler, Türkmen oymaklarından çok farklı bir ekonomi politiğe dayanır. Bu kısımda bu farkı anlatacağım.

Göçebe Türkmenler’in ekonomi politiği hayvancılık ve avcılığa dayanan, özel mülkiyet yerine grup mülkiyetinin geçerli olduğu ve obanın yönetiminde bütün ailelerin söz sahibi olduğu bir yapıyı getirmişti. Hayvancılık yaptıkları için sürüleriyle beraber hareket ederler, “yurt” denen çadırlarını yani evlerini yanlarında taşırlardı. Obanın sürüsü obanın ortak mülküydü. Yemekler ortak olarak pişirilir ve askeri bir disiplinle herkese pay edilirdi. Obanın kilimhanesi de ortaktı. Burada dokunan kilimlerin ihtiyaç fazlası satılırdı. Oba yönetimi eski Oğuzca “toy”, bugünkü dilde “kurultay” denen meclislerle yürütülür ve Oba Beyi toyda seçilirdi. Yani ilkel bir kabile demokrasisi vardı. Son söz olarak kadın – erkek eşitliği çok önemliydi, çünkü savaş zamanı hem erkekler hem de kadınlar atlı asker olarak savaşırlardı.

Doğu ve Güneydoğu’daki aşiretler çoğunlukla Kürt ve Arap etnisitesine dayanır. Bu aşiretlerin çoğu göçebe geleneğinden değil yerleşik tarım ekonomisi geleneğinden gelir. Bu aşiretlerde kapalı bir toplum yapısı bulunur ama grup mülkiyeti değil özel mülkiyet vardır. Yani aşiretin soydan geçen reisleri veya günlük deyimle “ağaları” aşiretin ekip biçtiği toprakların da sahibidir. Aşiret, yönetici aileye soy veya hısımlık bağıyla bağlanmış ailelerden oluşur. Ekip biçtikleri topraklar aşiretin yönetici ailesinindir. Ağanın topraklarını sürerler, ağanın evlerinde kalırlar, ağaya hizmet ederler. Ağa bu ailelere, yani marabalara iş, aş ve başını sokacak ev verir. Bunun karşılığında da mutlak sadakat ister. Bu hiyerarşik yapı din adamları tarafından da kutsanır. Ehl-i Sünnet itikadında “ulü’l emre itaat esastır.” Ancak bu “ulü’l emr” ile aslında devlet otoritesi kastedilir. Yani iyi bir Müslüman devletin kanunlarına uymak durumundadır. Şia’da “ulü’l emr” din adamları sınıfı anlamına gelir. Bizdeki aşiretlerde ise “ulü’l emr” Ağadır. Yani devletin yerine Ağa ve kanunun yerine “töre” konmuştur.

AŞİRET MENSUBU OLMANIN ANLAMI

Bugün aşiretler kırsal kesimde oldukları kadar şehirlerde de meskûndurlar. Aşiret mensuplarının bir kısmı şehirlerde yine aşiretin yönetici ailesinin sahip olduğu şirketlerde, iş yerlerinde çalışırlar. Bazıları onların sahibi olduğu konutlarda kiracıdır. Aşiret mensubu olmak demek, her şeyden önce soy olarak aşiretten olmayı gerektirir. Aslında aşireti Batı Avrupa’daki klanlarla benzer bir geniş aile tanımı ile tanımlayabiliriz. Bununla birlikte evlilik yolu ile de aşirete girilebilir. Aşiret bağlarının şehirlerde ve sanayi kapitalizmi içinde nasıl ayakta kaldığı da önemli bir sorudur. Şehirli toplum bireyin kendi emek, yetenek ve üretimiyle ayakta kalabildiği, kendi hayatını kendi yönlendirebildiği bir toplumdur. Yani bireyselleşme öne çıkar. Bunun doğal sonucu yaşam tarzında tarım ekonomisinden kaynaklanan değer ve normların öneminin azalmasıdır. Şehirli bireylerin bu sebeple tüketim kalıpları da değişir. Kasaba toplumunun içinde sahip oldukları tutucu yaşam tarzından daha özgür ve seküler bir yaşam tarzına geçerler.

Pekiyi sahip oldukları üretkenlik gücüyle şehirde tutunamayacak olan bireyler ne yaparlar? Ya kendi içine doğdukları değerler ve yaşam tarzından vazgeçecekler ve başka bir insan olacaklardır ya da şehirde tutunamayacaklardır. İşte tam bu noktada aşiret bağları devreye girerek üçüncü bir alternatif sunar: Adamın eğitimi ve yeterliliği ne düzeyde olursa olsun, aşiret ona şehirde ayakta kalması için gerekli iş imkânını sağlar. Bunun karşılığında aşiret hiyerarşisini aynen korumasını, sadakatini ister. Böylece aşiretler ucuz ve sadık işgücüne kavuşurlar. Aşiret mensubu da normalde şehirde sahip olamayacağı imkânlara kavuşur. Bunun karşılığında da özgürlüğünü verir. Bir aşiret mensubu için varlığının sebebi ve anlamı o aşiretin mensubu olmaktır. Sahip olduğu her şeyi aşirete borçludur. Aşiretin kapalı bir topluluk olduğundan bahsetmiştim. Bunun anlamı aşiret içi insan ilişkilerinin Töre’ye göre düzenlenmesidir. Aşiret içi bir suç işlenirse, hesabı aşiretin içinde görülür. Suçlunun devlete teslim edilmesi veya devletin koyduğu hukuk kurallarının uygulanması aşiretin iktidarını ortadan kaldırır. Bir aşiret mensubunun kendisi ve ailesi için en uygun çözüm aşirete ve Töre’ye karşı çıkmamak olacaktır. Çünkü aşiret mensubiyeti hem bu dünyada hem öte dünyada ona kendisinin sahip olamayacağı mükâfatlar sunacaktır. Öte yandan aşiret yönetimi ve Töre’sine karşı gelirlerse hem bu dünyada hem de öte dünyada hayatı kendisi ve ailesi için Cehenneme dönebilir. Aşiret benzeri örgütlenme, aynı zamanda, Cemaat yapıları ve mafyatik örgütlenmelerde de geçerlidir. Üyeler, bu organizasyona bağlı olarak menfaat elde ederler. Bunun karşılığında sadakatlerini verecek ve özgürlükten vazgeçeceklerdir. Devlet ve kanundan yana değil, içinde bulundukları örgüt ve örgütün iç yasasından (Töre, Erkân veya Racon, her ne ise, DMD) yana olacaklardır.

AŞİRETLERDE KADININ YERİ

Modern toplumda kadın ve erkek, cinsiyetine bakılmadan eşit haklara sahiptir. Sanayi toplumu şartlarında tarım toplumunun ilkel feodal yaşam tarzını devam ettirmeyi amaçlayan aşiretlerde (ve cemaatlerde, DMD) kadın bir kuluçka makinesi, ev işlerini yapan bir hizmetçi olarak görülür. Sözüne itibar edilmez. Okuması tasvip edilmez. Erken yaşta evlendirilip başlık parası kazandıracak bir nevi sermaye olarak değerlendirilir. Aşiretin kendi hiyerarşik yapısı, aile bazında, erkeğin egemenliği şeklinde daha küçük hiyerarşilerle desteklenir. Üstü örtülen, göz önünden, hukuktan ve kamu otoritesinden saklanan birçok genç kadının ölümünün, erken yaşta evlendirilmesinin ve okutulmamasının sebebi yaratılan bu hiyerarşik ve kanundan bağımsız toplumsal yapının, aşiretin otoritesinin dağılmamasıdır. Nüfusun yarısını oluşturan kadınların üretim dışı bırakılması hem kadınlara mahpusluk hem de toplumun tamamına fakirlik olarak geri döner.

YİRMİ BİRİNCİ ASIRDA AŞİRET YAPISI MI OLUR?

Olur. Eğer toplum düal bir iktisadi yapıda ise, olur. Yani ülkenin yarısı Avusturya standartlarında modern bir sanayi ekonomisi şartlarında yaşarken, diğer yarısı Pakistan standartlarında tarım ekonomisi şartlarında yaşarsa olur. Cumhuriyetin kuruluşundan beri tartışılan ve 1950 sonrası (Hamdolsun, yerli ve milli siyasetçilerimiz sayesinde) rafa kaldırılan toprak reformu yapılmazsa olur. Siyasetçiler aşiretlerde hazır oy deposu, aşiretler marabalarda ucuz iş gücü, marabalar aşiretlerde dünya ve ahiret saadeti görürse olur. Ülkenin bir kısmındaki geri kalmışlığı giderecek planlı ve kamucu kalkınma planları uygulanmazsa olur. Anayasa’da yazan Sosyal Devlet ilkeleri uygulanmazsa olur. Bu yapılar varlığını devam ettirdiği müddet sürece daha çok Narin’ler ölür.