İnsan, yaşadığının farkında olmalıdır ki yaratılış sırrını keşfedebilsin. İdrak, bilmek, tanımak, farkında olmak, kavramak ve tasavvur etmek anlamlarına da gelir.
İnsan yaşadığı hayatın farkına varmalıdır. Neyi, neden ve niçin yaptığının bilincinde olmalıdır. Eylemlerinin sonucunu sorgulayan insan, adımlarını özenle ve dikkatlice atar. Hayat, bir bilinç ve şuur meselesi olarak insanın karşısında durur. İdrak tutulması, bilinçsizce hareket etmek, düşünmemek, gelişigüzel yaşamak ve sıradan davranışlarla eylemlerinin farkında olmamak gibi zihinsel karışıklıkları ortaya koyar. Bu durum, idraksiz ifadesini kullanmamıza neden olur. Sıklıkla, "Oldukça idraksiz, dikkatsiz, ayağı yere basmıyor" gibi ifadelerle bu durumu tanımlarız. İnsan, yaşadığının farkında olmalıdır ki yaratılış sırrını keşfedebilsin. İdrak, bilmek, tanımak, farkında olmak, kavramak ve tasavvur etmek anlamlarına da gelir.
Kur'an'da İdrak Meselesi: Yunus Suresi 90. ayetinde şöyle buyrulmaktadır: “Derken İsrâiloğulları’nı denizin öteki yakasına geçirdik. Firavun ve ordusu da haksız yere onlara saldırmak üzere peşlerine düşmüştü. Sonunda Firavun boğulmak üzereyken şöyle dedi: ‘El-hak inandım ki, İsrâiloğulları’nın iman ettiğinden başka tanrı yokmuş! Ben de artık kendini O’na teslim edenlerden biriyim.” Bu ayette, son aşamaya gelme anlamında bir idrak unsurundan söz edilmektedir. Yakalama ve yetişme fiilleri üzerinden ise Nisa Suresi 78. ayette şöyle buyrulmaktadır:
“Nerede olursanız olun, ölüm sizi yakalar; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa ‘Bu Allah’tan’ derler, başlarına bir kötülük gelince de ‘Bu senden’ derler. ‘Hepsi Allah’tandır’ de. Ne oldu bu topluluğa ki bir türlü söyleneni anlayamıyorlar!”
Yasin Suresi 40. ayetinde ise şöyle buyrulmaktadır: “Ne güneşin aya yetişip çatması uygundur ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzüp gider.” Bu üç ayet-i kerimede, idrak meselesinin farklı boyutlarına işaret edilmektedir.
İdrak ve Tasavvurun Anlamı: Meseleyi biraz daha açacak olursak; herhangi bir olayı, nesneyi veya meseleyi gözümüzün önüne getirdiğimizde, onun aklımızın onaylamasına, hakikatinin ayan olmasına ve karşımızdaki şahısların zihninde karşılığını bulmasına idrak denir. İdrak meselesini tasavvurdan ayrı ele almak gerekir. Olumlu ya da olumsuz bir sonuca ulaşmadan zihinde beliren hususa tasavvur denilir. "Öyle düşündüm, tasavvur ettim" gibi ifadelerle karşılığını bulur. Tasavvur edilen bir şey hakkında bir yargıya veya hükme ulaşılıyorsa, bu tasdik etme, onaylama ve mühürleme anlamına gelir.
İslam Düşüncesinde Tefekkür ve İdrak: İslam düşüncesinde tefekkür oldukça kıymetlidir. Kişinin tefekkür etmesi, düşünmesi, idrak etmesi, bilmesi, aydınlanması, karanlıktan aydınlığa ulaşması, körlükten kurtulması şeklinde konuyu kavramak gereklidir. Sıklıkla Kur’an bizlere ne zaman uyanacağımızı, idrak edeceğimizi, düşüneceğimizi, bakıp göreceğimizi sorgular. Aslında zihni kavrayışın her türlüsü bir değere sahiptir. Bizden istenen, fıtrata uygun olanı tercih edip etmediğimizdir. İnsan düşüncesinde akıl her zaman devrede bulunmalıdır. Çünkü düşünme, öncelikli olarak aklın ameliyesidir. Akıl gönülle buluşabilirse eğer, gönlün tercihi ağır basar. Böylelikle iman ve tefekkür konusu gündemdeki yerini alır. Akıl devrede yoksa nefis ve hayvani duygular devrede demektir. Bu da bize insan ve hayvanın ortak yönüne işaret eder. Akıl yoksa hayvanlar gibi yaşar, hayvanlar gibi hareket eder, hayvanlar gibi sürünebilir ve hayvanlar gibi ulu orta her yerde insana uymayan hallerde görülebilir.
Düşünen, akleden, karar veren, uygulayan, söz dinleyen, emir veren, emir alan, teslim olan, teslim alan, plan yapan, imar eden, inşa eden ve tefekkürün her türden inceliğini keşfeden insan elbette hayvanlardan üstündür ve kıymetlidir. Aksini düşündüğümüzde hayvanlardan aşağı bir derecede değerlendirilir. Batıcı bakışta bu, "insan düşünen hayvandır". İnsan seçkin ve seçilmiştir. Övülmüş olan, kıymet verilendir. İnsan, bilendir, arayandır ve bulandır. Tefekkür edişiyle mevcudatın emrine verildiğini idrak eder. İdrak ediş aslında kendini bilmektir, kendini tanımaktır. "Sen kimsin?" sorusunu sıklıkla sormak ve karşılığında idrak açılmasıyla Üstat Necip Fazıl’ın ifadesiyle "Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur" demektir. Bu bize "Kendini bilen Rabbini bilir" hükmünü icraata dökmemizi söyler. İbn Teymiye bu hadis için "mevzu hadis" olduğunu söylese de İbn Arabî (ks) keşfen bunun "sahih hadis" olduğunu ve gördüğünü söylemiştir.
İdrak ve Beş Temel Unsur:
1. Müşterek Duygu (His): Buna bazen hissi kablel vuku yani sezgi, hissetme, bilme, sezme anlamlarında kullanıldığı olur. "Kalbime doğmuştu. Ben bunu hissetmiştim. Dilimin ucuna geldi lakin söylemekten vazgeçtim" gibi izahlar bu durumu ifade eder.
2. Hayal Kurma (Tasvir): El-Musavvir (Allah’ın isimlerinden biridir) yani her şeye şekli veren, ayrı bir şekil vererek tasvir eden, yarattığı varlıklara suret veren anlamındadır. Allah’ın (cc) yarattığı ve suret verdiği hiçbir varlık birbirine benzemez. Kendisi de hiçbir şeye benzetilemez. Mevcudat onundur ve istediğini istediği surette yaratır. Hayal kurma gerçekleştirme imkânları çerçevesinde ele alınsa da sınırsız bir hayal gücü fayda getirmez. Elbette hayalleri gerçekleştirme tefekkürü içinde barındırır.
3. Düşünen ve Düşündüren: Müfekkire ve mütehayyile kelimelerini kullanarak maddenin bizdeki anlamı belirginleşir. Zihnimizde beliren, hayalini kurduğumuz madde ve mesele anlam kazanır.
4. Zikreden ve Hatırlayan (Zâkire): Zâkire kelimesi psikolojide hatırlama ve iç sesi duyma olarak karşımıza çıkar. Tasavvufta zikreden, yükselen, zikredici ve dünya kirlerinden arınan anlamlarına gelir. Zakir, hafızası kuvvetli olan kişilere denildiği gibi ilahi okuyanlara, zikri yöneten kişilere de zakirbaşı denilir. Osmanlı Cihan Devleti’nde zâkir kelimesi daha çok kullanılıyordu. İdrak ile ilgili bu unsurları tamamlayıcı olarak, Tevfik Fikret’in “Tefekkür” şiirinden kısa bir bölüm eklemek uygun olacaktır:
“Zaman olur ki düşünmekten ihtirâz ederim;
Müfekkirem o zaman bir nihâle benzer ki
Alil ü raşe-nümâ şâh-sar-ı bî-berki
Şikest olur küçücük darbesiyle bir kanadın;
Ogün, fasîh u muakkad, bütün neşidelerim
Harâb-ı girye birer levha-i teessürdür.” Şair, burada şöyle demek istiyor: “Düşünmekten sakındığım zamanlar olur. Düşünme gücüm o zaman bir kanadın küçücük darbesiyle kırılan, hasta ve titreyen yapraksız bir dala benzer. O gün, açık ve kapalı anlamı olan bütün ezgilerim ağlamaktan harap düşmüş birer keder tablosu olur.”
Düşünme, maddeden henüz ayrılmamış olan tefekkürde açılımlar sağlayarak soyutlaşır ve küllî bilgiye yönelir ki, buradaki soyutlama aklı idrakin üzerine çıkarak “bildim seni ey Rab” diyerek ikrar eder. Akli idrakimiz elbette bir sezgi ve ilham haliyle bilme ameliyesidir. Farabi ve İbn Sina gibi filozoflar, insanın içinde mevcut bulunan ruhi gerçekliğin üstün geldiğini ve insan hasletleri ile ruhani mevcudatın birlikte hareket etme kabiliyetini ortaya koyduğunu söylerler. En kıymetli husus ise, idrak meselesinde metafizik boyutun insan aklının dışında zuhur ettiğidir. Akıl ile bunu kavramak ve iki dudak arasındaki dil ile ifade etmek olası değildir. Nefsin, yani dünyanın terk edilmesiyle bu idrak yolculuğu başlar.
İmam Gazali'nin İdrak Görüşü: İhya Ulumiddin’de İmam Gazali (ks), bütün idraklerin evvel emirde kapalı, sonradan bütün alanlarıyla açıldığını zikreder. Bu bize arayışı ve idrak içinde bilmeyi getirir ki, bu da kendini tanımak ve bilmek meselesinin en önemli eylem olduğuna bizleri götürür. Kendini bilen insan taşkınlık yapmaz. Aşırılıktan kaçar, kötü fiilleri terk eder. Günahlardan kaçınır, her baktığı yerde, her eşyada, maddede idrak içinde Rabbimizle mülaki olur. Akıl, insanın kendini bilme ve tanıma yolunda anahtarı olsa da ruhun idraki daha kıymetlidir. Akıl, ruhta teslimiyet göstererek tefekkür kapısını açar ve sırra ulaşınca yaratıcısını idrak etmiş olur. Farabi’de bu durum bilgi ve hikmete ulaşma yoludur. Descartes de bunu “düşünüyorum öyleyse varım” diyerek ikrar etmiştir. Enam Suresi 50. ayeti kerimeyle sözü Kur’an’a bırakalım: “De ki: ‘Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyarım.’ De ki: ‘Hiç kör ile gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?’”