Şiilik ve Sünniliğin oluşum sürecini iktisadi ve siyasi tarihin verileri ile anlattığım bu yazı dizisinin üçüncüsünde sizlere bir muhalefet ideolojisi olan Şiiliğin iktidarı elde ettiğinde neye dönüştüğünü anlatacağım.
ŞİİLİĞİN KOLLARI NASIL OLUŞTU?
Şiilik ve Sünniliğin oluşum sürecini iktisadi ve siyasi tarihin verileri ile anlattığım bu yazı dizisinin üçüncüsünde sizlere bir muhalefet ideolojisi olan Şiiliğin iktidarı elde ettiğinde neye dönüştüğünü anlatacağım. Daha önce de belirttiğim gibi Şiilik aslında Müslümanlar arasında siyasi, yani iktidarın kime, nasıl ve niçin geçeceği ve/veya geçmesi gerektiği yönünde, bir tartışmanın sonucunda ortaya çıkmıştı. Şiiler baştan beri bir hanedanlık perspektifiyle Müslümanlar arasında iktidar hakkının Hazret-i Ali Efendimiz ve onun soyundan gelen Ehl-i Beyt İmamlarında olduğunu savunmaktaydılar. İktidar hakkı hanedandaysa, bu hanedanın tanımlanması da gerekiyordu. Şiiler Ehl-i Beyt ve İmam tanımlarına göre farklı fırkalara ayrıldılar: On İki İmamcılar, Beş İmamcılar ve Yedi İmamcı‘lar…
En yaygın olan Şiî kolu Câferilik adıyla da bilinen On İki İmamcılıktır. On İki İmam’ın ilki Hazret-i Ali iken sonuncusu İmam-ı Muhammed el Muntazar el Mehdi’dir. İnanışlarına göre On İkinci İmam Mehdi sırra karışmış ve kıyamete yakın yeniden ortaya çıkacaktır. Bu yüzden yeni İmamlar olamaz ancak kayıp İmamın vekilleri olan mollalar onun yerine söz söylerler. Bugün İran’ın resmî mezhebidir.
Şiâ’nın ikinci kolu Beş İmamcı Zeydilerdir. Emevi Halifesi Hişam zamanında Dördüncü İmam Ali ez- Zeynelâbidin’in oğlu, Beşinci İmam Muhammed-i Bâkır’ın kardeşi ve Altıncı İmam Câfer es-Sâdık’ın amcası İmam Zeyd bin Ali’nin silahlı ayaklanmasını destekleyen (ki kardeşi destek vermemiştir) taraftarlarının oluşturduğu kitle Zeydi’lerin temelini oluşturur. İmâm-ı Âzam Ebû Hanife verdiği fetvayla hem Zeyd’in isyanını meşrulaştırmış hem de para yardımında bulunmuştur. Zeydiler ameli olarak Hanefiliğe ve itikadi olarak da Mutezileye yakındır. İmamların yanılmazlığını ve günahsızlığını kabul etmezler, Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer’e lânet etmezler, dini liderlik olarak İmamlığın Hazret-i Hasan veya Hazret-i Hüseyin soyundan gelen herhangi birisine verilebileceğini savunurlar. Yani İmamet bugün de devam etmektedir. Zeydiler bugün çoğunlukla Yemen’de yaşamaktadırlar.
Şiâ’nın bugünkü en küçük kolu olan ve bugün Ağa Han ailesi tarafından liderliği götürülen İsmâililer 10 ve 12’inci miladi yüzyıllarda en büyük Şii kitlesini oluşturmaktaydılar. Bunda Fatimi Halifeliğinin de büyük payı vardır. Ancak zamanla parçalara ayrıldılar. Özünde ihtilâlci bir Şiilik siyaseti ile batınî – ezoterik bir din anlayışını kendilerinde birleştirmişlerdi. Zamanla başta Dürzilik olmak üzere İslam inancı dışına çıkan öğretileri savunan fırkalara ayrıldılar. Onlar için Yedi İmamcı denmesinin sebebi İmametin Altıncı İmam Cafer-i Sadık’tan sonra büyük oğlu İsmail bin Cafer’e geçtiğini savunmalarıdır. İsmailîler’e göre Kur’an’ın zahiri / yüzeysel anlamı yanında bir de batınî / gizli - içsel anlamı vardır. Bu gizli – içsel anlamı sadece imamların soyundan gelen dini rehberler bilebilir. İsmaililere göre imamlık bitmemiştir ve bugün hal-i hazırda Altıncı Ağa Han İmam kabul edilmektedir. Yedi İmamcıların çoğu diğer Şiiler tarafından sapkın ve aşırı kabul edilir. Bunun sebebi bazı İsmaili imamlarının Hazret-i Ali’ye ve Ehl-i Beyt’e uluhiyyet atfetmesi, reenkarnasyonu savunması gibi temel İslam inancına aykırı görüşleridir.
ŞİİLERİN İKTİDARI ŞİİLİĞİ NASIL DEĞİŞTİRDİ?
Tarihte Beş İmamcı Zeydiler, İmam Zeyd’in isyanı dışında ciddi bir siyasi eylem geliştirmediler. Ebu Hanife’nin bu isyana destek olması, zaman içinde onları Sünni’liğe en yakın Şiî mezhebi haline getirdi. Bu yüzden de başta Osmanlı yönetimi olmak üzere Sünni yönetimlerle barış içinde geçindiler. Hatta Sünni kökenli olup aşırılığa kaçan Selefi isyanları zamanında Yemen’de Osmanlı yönetiminin yanında Şii Hussiler yer almıştı. Bugün de Selefi Vehhabi Suudlarla Yemen’de savaşmaktadırlar.
Yedi İmamcı İsmaililer dailer (halk arasında Ehl-i Beyt davasını duyuran fedai ve ajanlar) vasıtasıyla halk ayaklanmaları çıkarmayı temel strateji olarak benimsemişlerdi. Özellikle İran, Suriye ve Mısır gibi İslam öncesi inançların halâ yaşadığı yerlerde, bu yerel inançlarını da koruyarak farklı ve aşırı İslami yorumlar üretmişlerdir. Hakimiyetlerinin zirvesi Fatımî hilâfetidir. Ancak onlardan önce Karmatiler, Deylemiler gibi isyancı topluluklar da İsmaililer arasında kabul edilir. Yine Ebu Müslim isyanında da çok ciddi İsmaili desteği bulunmaktadır. Fatımîler Mısır, Suriye ve Afrika’da hakimiyete geçtiklerinde bir din adamı sınıfı hakimiyeti oluşmadı. Çünkü bizatihi Fatımî halifeleri İmam (dini önder) ve Halife (siyasi önder) kabul edilmekteydi. Şii geleneğine göre günahsız ve yanılmaz kabul edildiklerinden, bu hükümdarların sözleri Allah’ın sözü olarak addedilmekteydi.
On İki İmamcı Şiilik diğerlerinden farklı bir gelişim yolu izledi. Bunu dört döneme ayırabiliriz: On İki İmam Dönemi, ruhban sınıfının oluşma dönemi, Safevi hanedanlığı ile devletle eklemlenme dönemi ve İran İslam Devrimi sonrası oluşan mutlak teokrasi dönemi.
On İki İmam döneminde Ehl-i Beyt imamları kendilerine taraftar olan kitleye dini anlamda bizzat önderlik etmekteydiler. Ancak siyasi iddiaları, Hazret-i Ali ve Hazret-i Hüseyin hariç, olmamıştı. Yukarıda belirttiğim gibi İmam-ı Muhammed-i Bâkır kardeşi İmam Zeyd’in isyanına destek vermemişti. Yine benzeri şekilde Ebu Müslim el – Horasani’nin isyanını katılmayı kabul etmeyen ve kendisine önerilen Halifelik teklifini geri çeviren İmam Câfer es-Sâdık “Hilâfetin dünya işi olduğunu ama İmâmetin dünya işlerinden ayrı olduğunu, İmam’ın insanlara imâni açıdan rehber olduğunu” bildirmişti. On İki İmam’ın varlığında, onlara bağlı olan Müslümanların dini açıdan rehberliği o yüzden On İki İmamtarafından yerine getirilmekteydi. Pekiyi onlardan sonra ne oldu? Bir din adamları sınıfı, yani mollalar, oluştu.
On İki İmamcı Şiiliğin Safevi devleti kurulana kadar merkezi Irak’tı. On İki İmam sonrasında, kayıp imam Mehdi’nin vekili konumunda bir din adamları sınıfının oluşma süreci başlamıştı. Kum, bir medreseler şehri olarak önemli bir konumdaydı, yine Kerbelâ ve çevresi de kutsal ziyaret bölgeleriydi. Henüz bir devletle organik ilişkiye girmedikleri durumda, Şii müslümanların toplumsal örgütlenmesi bu mollalar tarafından sağlanıyordu. Kendileri On İki İmam’ın vekilleri oldukları için inananlar üzerinde ciddi bir otoriteleri de oluşmuştu. Bu mollalar sadece halkın ibadet ihtiyaçlarını değil, aynı zamanda, kendi inançları yörüngesinde bir Hukuk sistemi, yani Şii Fıkhı, oluşturmuşlardı. Yani bir fıkıh ilmi vardı, ceza, ticaret, borçlar ve medeni hukuk hükümlerini ihtiva eden… Bu fıkhı uygulayacak ve geliştirecek bir hukukçu ve din adamları grubu da vardı, katı bir hiyerarşi ile örgütlenmiş mollalar sınıfı… Ama bunları hayata geçirecek bir devlet yoktu. İşte bu devlet 16‘ıncı yüzyıl başında İran’da kuruldu: Safeviler…
İlk başta Anadolu’dan gelen Kızılbaş Türkmen boylarının bir devleti olarak ortaya çıkan Safevi Şahlığı, tasavvufi bir İslâm yorumuna, göçebe ekonomi politiğine ve Şah İsmail’in Mehdi olduğu inancına dayanmaktaydı. Göçebe Türkmen oymaklarına dayalı bir devletin devamlılığı olamazdı. Nitekim merkezi bir devlet yapısı ve profesyonel ve düzenli bir orduya sahip Osmanlı’lar karşısında alınan Çaldıran hezimeti sonrasında bu durum açığa çıkmıştı. Rivayete göre savaştan sonra Veziri Zekeriya’ya “Bundan sonra ne olacak, ya Zekeriya?” diye soran Şah İsmail’e Veziri Zekeriya şu sözlerle karşılık vermişti: “Bu baldırı çıplak Türkmenle Şahlık kurulur, ama zinhar devam etmez Şahım!” Şah İsmail tekrar sormuş: “Ya ne gerektir, Zekeriya!”. Zekeriya cevaplamış: “Kum’dan molla Fars’tan Vezir gerektir Şahım!” Yani Osmanlı’yla baş edebilmek için kurulu ve merkezi bir devlet olması gerekir. Bunu göçebe Türkmen aşiretlerine dayandıramazsınız, çünkü bunların bir yazılı hukuku olmadığı gibi bürokrasiyi götürecek bir birikimleri de yoktur. Bu yüzden köklü İran bürokrasisi ile Şii fıkhının, dolayısıyla Mollaların,sisteme dahil edilmesi gerekliydi.
Geçen zaman içinde Safevi Şahları İran’daki sünni nüfusu ve Anadoludan getirdikleri Alevi Kızılbaş Türkmenleri zorla Şii Câferi yaptılar. Devlet yönetiminde Fars Bürokrasisi kadar mollaların da etkisi arttı. On İki İmam Şiiliği ihtiyaç duyduğu devlet yapısına kavuşmuştu. Zaman içinde mollaların etkisi Şahları bile geri bırakır hale gelmişti. Örneğin 18’inci yüzyıl Kaçar Hanedanı zamanında Nasırüddin Şah Kaçar döneminde Şah’ın haberi ve emri olmadan mollaların fetvasıyla Rusya’ya savaş açılmıştı. Tabii sonu hezimetle bitmişti bu savaşın.
Şiiliğin iktidarının son dönemi 1979 İran İslam Devrimi sonrasına denk gelir. Devrim Lideri Humeyni’nin Velayet-i Fakih doktrini, hükümetin ve meclisin kararlarının son onay merciinin din adamları sınıfı ve onun tepesinde olan Rehber’in (yani dini liderin) olduğudur. Yani ister seçimle gelsin ister hanedana dayansın bir devletin idaresinde son söz din adamları sınıfınındır. Artık mollalar sınıfı devletle eklemlenmenin ötesine geçmiş ve bizatihi devlet olmuştu. Bugün İran’da halen bu sistem uygulanmaktadır. Siyaset ve iktidar gücü o kadar büyüktür ki, kendilerine vekalet ettikleri On İki İmam’ın dünya işlerinden ayrı gördüğü din adamlığını bizzat devletin ve siyasetin tepesine yerleştirmişlerdir. Bu da İmam Cafer es-Sâdık’ın görüş ve içtihatlarının siyaseten çöpe atılması anlamına gelir.
SON SÖZ: İslam tarihinde dini kökenli olduğu düşünülen bir çok olay, tartışma ve çatışma aslında siyasi ve iktisadi etkenlere dayanmaktadır. Neyin dini olduğunu anlayabilmek için, ilk önce, neyin dini olmadığını anlamak gerekir.