Bütün meselemiz, mesrur ve mutlu olmaktır. Mutlu olmanın yolu ise kişinin kendisiyle barışık bir hayatı, yaşayışı benimsemiş olması, "kendisi için arzuladığını başkaları içinde arzu eden", talep eden, gayret eden bir durumda bulunması gerekir.
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’tan korkar, takva sahibi olursanız, O size iyi ile kötüyü ayırt edecek bir marifet bir nur verir.” (Enfâl: 29)
Bütün meselemiz, mesrur ve mutlu olmaktır. Mutlu olmanın yolu ise kişinin kendisiyle barışık bir hayatı, yaşayışı benimsemiş olması, “kendisi için arzuladığını başkaları içinde arzu eden”, talep eden, gayret eden bir durumda bulunması gerekir. Muhabbet dediğimiz, dostluk kapısı, güven kapısı, huzur kapısı, gönül kapısıdır. Muhabbeti oluşturan sebepler kalpte oluşan durumlarla ilgilidir. Gönül dediğimiz dünya, yeryüzü kadar geniş uçsuz bucaksız bir dünyadır. Orada var olan huzur, yeryüzüne, insanlara, birlikte olduklarımıza da huzur getirir. Yaşarken iki dünya ekseninde bir hayatı içselleştirmek asıldır. Gönül ve kalp üzerinde çokça durulur da ruhun yüceliği, kapsamı, büyüklüğü konusunda pek konuşulmaz. Oysa insan ruhunun dünyanın on kat büyüklüğünde olduğu ifade ediliyor. Ruh bu kadar büyükse insan bedeni bu ruhun neresindedir sorusunu sormak akla geliyor.
Olgunlaşmak demek, tecrübelerden dersler edinmek demektir. Olgunlaştıkça insanın şaşkınlıkları bertaraf olur. İnsan insana baktığında kendisini görür. Çünkü mümin, müminin aynasıdır. Tirmizi’de geçen bir Hadisi şerifte: “Kişi dostunun dini üzeredir” buyruluyor. Kişileri mutlu ve mesrur eden birbirimizin aynası olduğumuzu unutmamaktır. Bunun idrakiyle kişiliğimizi tanzim etmemizi sağlar. Sevinç, coşku gibi hususların kalple, gönülle birebir ilgili olduğunda kuşku yok. İnsan nasıl yaşarsa, nelerle uğraşırsa kalp de, gönül de onunla ilgilenir. Dolayısıyla kalbin ve gönlün meşguliyetini doğru ayarlamak demek muhabbetin artmasına, çoğalmasına, coşmasına yollar açmak demektir. Kalbi güzel olanın, yüzü de, sözü de, gönlü de, davranışları da güzeldir. İçte var olan huzur, dışı süsler. Aksi takdirde muhabbet zayi olur. Kişiliklerimizin oluşmasında ana unsurun aile olduğu bilinir. Böyle olunca ailede var olan değerlerin, davranışların, hallerin, kişiliklere yansıdığını ve kişiliklerin gelişmesinde, düşlerin büyümesinde de etken olduğu bir vakıadır. Buna çevreyi, cemiyeti, eğitim kurumlarını da ilave etmek icap eder.
Muhabbet, daha ziyade sevgi kelimesiyle karşılık buluyor. Muhabbette, sevgide aşktan farklı anlamlara geliyor. Aşktan kastedilen manada elbette ki sevgi de, muhabbette var. Aşkın olmazsa olmazları belki de. Lakin sevgi, aşkın karşılığı değildir. Buna sebeptir ki sevginin, muhabbetin kalıcı, derin, köklü, yerleşmiş yönleri varken aşk, yaşandıkça hatırlanan, hatırlandıkça acıtan, kanatan, içlendiren, dillendiren yönleriyle birlikte insanın külünü havaya savuracak düzeyde kışkırtıcı, kıskandırıcı, yaralayıcıdır da. Unutulur mu? Elbette unutulmaz. Üstünü örttükçe içten içe kanama ömür boyu sürer. Unuttum derken unutulmadığı her zaman insan yüreğinde ikamet etmiş olduğu görülür. Muhabbette ki asalet, dinlendirici, güven verici, doyurucu, kalıcı, bilgilendirici, ibret verici, öğretici, eğitici unsurları da yanında taşır. Kimse bedel ödemeden kendisi olamaz. Bedelsiz bir ömür, bir hayati bir cennet yoktur. Her şeyin insana kattığı değer-değersizlik bir bedeldir ya da bedelin karşılığıdır. Muhabbete talip olan kişi, erdemli vasıflara talip demektir. Erdemli vasıflarsa, dürüstlük, doğruluk, güven, teslimiyet, vakar, ahlak, doğru sözlü olmak, emanet sahibi olmak, emanete ihanet etmemek, kendin için istediğini-istemediğini karşındaki için istemek-istememektir. Kötü söz söylememek, vefalı olmak, sözüyle özü bir olmak, kötü davranışlardan, hallerden uzak durmak, büyüklerine saygı göstermek, küçüklerine şefkatte gönlü yüce olmak gibi vasıflar dostluğun, muhabbetin malzemeleridir. Değerler, birdenbire kazanılmadığı gibi, birdenbire de hayatımızdan çekip gitmez. Değerleri kaybettikçe ilişkiler maddeleşir, yüzeyselleşir.
Aynı yarayı sürekli oynarsanız kanatırsınız, iyileştiremezsiniz. Giderek daha farklı yaralara, acılara neden olur. Aynı sözleri söylerseniz kabak tadı verir, tatsız tuzsuz bir şey çıkar ortaya. Dolayısıyla yarayı tedavi etmek, sevgiyle işe başlamakla mümkündür. Yaranın ve acının en büyük ilacı sevgidir. Dostluğun, sevginin taşıdığı güven en iyi iyileştiricidir. Muhabbet çiçeklerine, kuşlarına, sofralarına insanın ne çok ihtiyacı var. Kalplerin tatmin olduğu buluşmalar, toplumsal huzura katkıda bulunur. Bireyin mutluluğu, huzuru toplumun, cemiyetin huzuru ve mutluluğudur. Bireyleri mutlu ve huzurlu olan toplumlarda mutlu ve huzurludur. O topluluklarda sekine hali gözlemlenir. Kavganın, sövüp saymanın, kötü söz söylemenin, kem gözle bakmanın ötesinde bir yaşayış gözlemlenir. Burada kastedilen mana elbette bireyci bir düşünceden ziyade toplumun bütününe şamil, kolektif bir anlayışın oluşturulmasıdır. Birliğin, beraberliğin kökü sevgiye dayanır. Sevgi toplumu oluşturmak insana değer vermekle mümkündür. İnsan değerlidir, çünkü tek başına bir şey yapmaya, başarmaya, hedefe varmaya, mutlu ve huzurlu olmaya sahip değildir. Her bir ferdin mutluluğu biraz da cemiyetteki diğer bireylerle olan ünsiyetin, fedakârlığın, beraberliğin sonucuyla sağlanır. Cemiyetteki dinamik ruh, bütün bireyleri ilgilendirir. Olumsuzluk nasıl etkense, olumlu davranışlarda, eylemler de öyle etkendir. Toplumun mayası olan ahlak ve maneviyat, sanat, kültür, şiir, kitap, düşünce ve muhabbet gibi hususlar topluma estetik bakmayı öğretir. Toplum liderlerinin, öncülerinin mesrur oluşları, muhabbetli bakışları, sevgiyle dokunuşları toplumu büyüler ve büyütür. Hiçbirimiz bir başına değiliz. Sorumluluklarımızın kendimizden başlayarak, aileden topluma doğru yayılan davranışlar oluşturduğunu söylemeliyiz. Bunun böyle olduğunu bilerek toplumdaki eylemlerimize dikkat etmeliyiz.
Her düşündüğümüzü, konuştuğumuzu hayatta uygulama şansına sahip değiliz. Lakin düşüncelerimizi, hayallerimizi gerçekleştirebilmek için verdiğimiz çabalar sonucunda hedefe en yakın, hatta hedefi aşan ulaşımlar, kazanımlar elde edebiliriz. Mesele, insana merhametle bakabilme meselesidir. Merhametle bakan, yaklaşan merhamet görür. Merhametten oluşan, muhabbetten oluşan bir toplum düşlemek ve böylece bu halkanın oluşması için bir adım öne çıkmak işin başlangıcıdır. Birbirini seven, güvenen, tahammül eden, tedavi eden, düzelten, yardıma koşan, derdini çözen, yarasını saran, el veren, el alan, güç katan, sabırla kol kola olmaktan onur duyan bir toplumun üyesi olmak, Büyük Cihan Devleti Türkiye’miz, Ümmeti Muhammet için elzemdir, önemli ve gereklidir. Asıl itibariyle bütün insanlık için kurtuluş reçetesi budur.
Ali İmran suresi 159. ayette şöyle ifade ediliyor; “İnsanlara yumuşak davranman da Allah'ın merhametinin eseridir. Eğer, katı yürekli, kaba biri olsaydın, insanlar senin etrafından dağılıverirlerdi. Öyleyse onların kusurlarını affet, onlar için mağfiret dile ve işleri onlarla müşavere et. Bir kere de azmettin mi, yalnız Allah'a tevekkül et. Allah muhakkak ki, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” Burada bize gösterilen hedefin davranışlarımızın tanzimidir. Davranışlarınıza göre karşılık alırsınız. Davranışlarınız karşılaştıklarınızdır. Nezaketin karşılığı nezaket, muhabbetin karşılığı muhabbet, şiddetin karşılığı da şiddettir. Merhameti arzulayan merhametli olmalıdır. Varlıklara gösterilen merhametin, sevgiyi yücelttiğini, sevgiyle bakan bir çift gözün yepyeni uyanışlara, dirilişlere neden olduğunu söylemek gereklidir. Sana yapılmasını istediğin davranışlarla, sözlerle, üsluplarla, tarz ve tavırlarla karşılaşmak istiyorsan kendini gözden geçirmeli ve öyle davranmalısın.
Sevgili Peygamberimizin bir sözü burada dikkatimizi celp ediyor; “Kuvvetli ve kahraman pehlivan, herkesi yenen kimse değildir. Kuvvetli ve kahraman pehlivan, ancak öfke zamanında nefsine hâkim olan ve öfkesini yenen kimsedir.” Meselenin biraz da insan ruhunun terbiyesi meselesidir. Ruhun asalet kazanabilmesi için nezaketin, tevazunun, estetiğin, kendini bilmenin davranışlarımızla bizi ele verdiğidir. Kazanmak, nefse hâkim olmaktır. İçten içe büyüyen şeytani duyguların tedavi edilebilmesi için gönlü kötülüklerden arındırabilmek için, kalbin ilacı olan Allah'ı zikretme alışkanlığına, kulluk bilincine, merhamet şuuruna ermek icap eder. Sadi Şirazi’nin bir sözü var; “Öfke, pusudan askerini saldırttığı zaman, ortada ne insaf kalır, ne takva, ne de din kalır. Ben şu göklerin altında bunca meleği ürküten böyle şeytan görmedim.”
Şöyle diyorum, geriye çekilip kendimizi gözden geçirsek, gün boyu yaşadıklarımızı, düşündüklerimizi, eylemlerimizi, davranışlarımızı, en yakınımızdan en uzaktakilere, tanıdıklarımızdan tanımadıklarımıza değin neler söyleyip söylemediğimizi, merhametin, şefkatin, sevginin, dostluğun, kardeşliğin, muhabbetin neresinde olduğumuzu kendimiz görmüş olmaz mıyız? Bence bunu hemen her gün sayısız kez yapmalıyız ki kurtuluş bizi bulsun. Sevgi, dostluk ve muhabbet bizi inşa etsin.
www.recepgarip.com