Şair ve yazar Yunus Emre Altuntaş, dikkat çeken şairlerimizdendir. Bildiğim kadarıyla üç şiir kitabı, birkaç deneme, bir eleştiri ve komisyonla birlikte yazdıkları iki şehir kitabı da bulunuyor.
“Çözümlemenin Estetiği” hem şiir felsefesi hem de şiire eleştirel bir bakış açısıyla son yüzyılın şiiri üzerine mütalaalar içeriyor. Kayseri doğumlu olsa da Bursa’da ikamet ediyor. Yazı ve şiirle olan teması küçük yaşlarda başlamış olan Altuntaş, liseli yıllarında yazmaya başlar. Ulusal gazetelerde ve edebi dergilerde kültür, sanat ve edebiyat eksenli yazılar da yazmaktadır. Evli olan şairimizin Melikşah ve Zeynep isimlerinde iki evladı bulunuyor.
Çeşitli dergilerde yazılarını ve şiirlerini okuduğumuz Altuntaş, hayatın içinde var olan iniş ve çıkışlara dikkat çeker gibi şiirdeki evirilmelere, savrulmalara, çekişmelere pek dokunmasa da, usta şairlerin şiir yolculukları üzerinden eleştiri geleneğini sürdüreceğe benziyor. Bu iyiye işaret olsa gerektir. Şiir, kuşkusuz bir yönüyle ilhama dayanan diğer yönüyle insani tasarruflardır denilebilir. Gerçi burada tasarruf kelimesinin de metafizik bir boyutunun bulunduğunu göz ardı edemeyiz. TDK sözlüğünde tasarruf: Artırım, para ve biriktirme olarak tanımlanıyor. Dikkatli harcama, birikim yapma ve kişisel tutumu belirtmek için de kullanıldığını biliyoruz. İleri geri hareket etme, bir durumdan başka bir duruma geçme; kazanmak için çaba harcama olarak da sözlüklerin tanımladığını ifade edebiliriz. Lakin biz daha çok, tasavvufi bir terim olarak olağanüstü işler yapma, varlığa hükmetme, eşya ve canlılara çeşitli şekillerde tesir edebilme, ilham ve sezgi gücü gelişmiş anlamlarda kullanıldığını ifade etmek istedik. Tasarruf, Allah’ın (cc) dostlarına bahşettiği kıymetli bir ikram olarak bilinmektedir.
Şairin kitap isimleri de dikkatimizi çekiyor: “Huzursuz Rabıta, Gökyüzü Kundağı, Keşif Bedeli, Kentin Dindarları, Çözümlemenin Estetiği” gibi sorgulayıcı, tefekküre dayalı isimleri tercih ettiği görülüyor. Kapaklar üzerinden de okumalar ve çözümlemeler yapmak elbette mümkündür. Hayatımda bazı kelimeleri kullanmadım, sevmedim de. Özellikle dilimize yabancı duran, kök değerlerimizi inciten, inceliği ve nezaketi olmayan yabancı kelimelerin insanı hoyratlaştırdığını, kökünü zedelediğini düşünmüşümdür. Yabancılaşma belki de en çok kelimelerle gelip içimize yerleşti. Çünkü her kelimenin dinle olan bir teması vardır. Vahiyden ilham almamış olan kelimeler, yalnızca ağızları-dilleri bozmaz, ahlakı da, anlayışları da, yaşayışları da, kavrayışları da, teslimiyeti de, tesanütü de, tevhidi de bozar. Bu sebeptir ki kullandığımız her kelime bizim ahlakımızdan haberler taşır. Ağzımızdan çıkan her bir kelimenin kalple, gönülle, ruhla ilgisi vardır. İnsan kendine yakıştırdığı kelimeleri kullanmalıdır. Kendine yakıştıramadığı hiçbir kelimeyi hiç kimseye sarf etmemelidir. Yazıda da kullanmamalıdır. Örneğin, Fransızcadan Türkçeye geçen “avangart” kelimesi içindir sözüm. “Öncü, öncü birlik” anlamları vermiş TDK sözlüğü. Ne güzel bir tanımlama yapmış. Neden "öncü", "öncü birlik" diye kullanılmaz? Kullanılan kelimenin kabalığı, sertliği kötü bir çağrışımla dilimizi kirletir? Dilimize hiç yakışmadığı gibi dildeki ağırlığı, eğretiliği de içten içe insanı incittiğini ifade ederken hissediyorsunuz. Unutulmamalıdır ki her yabancı kelime, kendi içindeki enerjiyle, hastalıkla, ahlakla, dinle ve fıtratla gelir. Kelimeleri dikkatli kullanmak, şairi ve yazarı belirgin kılar. Dil, fıtratına uygun olandan hoşlanır. Vahyin dili fıtrattır. Bizim dilimiz de fıtratımıza uygun olanlarla güzelleşir. Biliyoruz ki “her doğan çocuk İslam fıtratı üzerine doğar”, “sizin ağzınız Kur'an ağzıdır, ağzınızı kirletmeyin” buyrulmuştur.
Altuntaş bir yazısında; “Şiirin kendine özgü bir geleneği vardır. Kendini “avangart” olarak yansıtan şairlerde bile avangart geleneğin izlerini görebilirsiniz. Nedense kimi şairler birazcık bilinir hâle geldiklerinde kendilerinden başka bir şair ismini anmak istemezler. Oysa herhangi bir şairin diğer şairleri okumadan, diğer şiirleri sindirmeden kendi şiirini inşa etmesi mümkün değildir. Dolayısıyla ortaya çıkan her yeni şair, geçmişin şiirlerinden harmanlanmış yeni bir sesten başka bir şey değildir. Bir şairin, sevdiği diğer şairleri yazması o şairin tevazuuna ve büyüklüğüne işaret eder. Sezai Karakoç’un her fırsatta Yunus’tan, Akif’ten, Necip Fazıl’dan bahsetmesi, bu şairlere çok şey borçlu olduğumuzu dile getirmesi, bu büyüklüğün güzel bir örneğidir. Nitekim hiçbir şair gökten zembille inmez. Öncekilerin hiçbirine benzemediğini, kendinden önceki şiirden hiçbir şey almadığını söyleyen bir şairin şiiri de hiçbir şeye benzemez, benzeyemez!” diye belirtiyor. Ne güzel ifadeler bunlar. İkinci cümlede kullanılan kelimeden dolayı küçük bir bakış açısı getiriyoruz. Yunus Emre Altuntaş yazısını şöyle sürdürüyor: “T. S. Eliot bu konuda şöyle der: Hiçbir şair, hiçbir sanatçı, kendisinden sonrakilere iletmek istediği bütün bir dünya görüşünü tek başına veremez. Onun bize vereceği dünya görüşü, hayat felsefesi, geçmişteki şair ve sanatçıların görüşleri ile ilişkisi bakımından değerlendirilebilir. Onu tek başına değerlendiremezsiniz; onu ölülerin arasına yerleştirip eserlerini onlarınki ile karşılaştırmalı ve mukayese etmelisiniz. Bunu sadece tarihî şuur açısından söylemiyorum, bu eleştiride estetik bir kaidedir. Tanpınar, üstadı Yahya Kemal’i yüceltirken; Cahit Zarifoğlu, üstadı Karakoç’u ve Necip Fazıl’ı unutmazken; Cemal Süreya, büyük şair Dağlarca’yı selamlarken; İsmet Özel çok sevdiği Turgut Uyar’a dikkat çekerken; Süleyman Çobanoğlu ısrarla Behçet Necatigil’i işaret ederken Eliot’ın bahsettiği gerçekliğin farkında olduklarını izhar etmiş olurlar. Bu durum onları daha da yüceltir.”
Aslında bu yazıyı, Suavi Kemal Yazgıç’ın “edebistan.com” için yaptığı söyleşiden bazı bölümleri aktarmaktı. Lakin yazarlar bilirler ki, yazıda ilk cümle yazardandır. İlk cümleden sonrası yazının kendisi yazarı teslim alarak yazdırma ameliyesidir. Böylesi bir yolculuğun bu yazıyı şekillendirdiğini de ifade edeyim. Şairimiz söyleşide sözlerine şöyle başlıyor: “Şiir ve eleştiri birbirini tamamlayan bir döngü olarak düşünülebilir. Eleştiri yazsın veya yazmasın her şairin bu döngüyü yaşadığına inanıyorum. Çünkü şiirin en acımasız eleştirmeni şairidir. En azından böyle olması gerektiği kanaatindeyim. Dolayısıyla eleştiri benim için şiirle birlikte gelen bir şey. Uzun zaman bu döngüyü yaşayınca şairin bakış açısı kendiliğinden beliriyor. Ben de bu tecrübeyi kâğıda dökerek paylaşma gereği duydum. “Çözümlemenin Estetiği” bu ihtiyaca binaen doğdu. Kitabın önsözünde de belirttiğim gibi bu kitap aslında bir arayışın sonucu ortaya çıktı. Şiirin yapısına ve doğasına dair sorgulamalarım bu eserin omurgasını oluşturuyor. Okuduğum onlarca kitapta parçalar halinde bulduğum cevapları kendi yorumumla bir araya getirmiş oldum… Kısacası “Çözümlemenin Estetiği” doğuşundan itibaren modern şiirin gelişim ve dönüşüm aşamalarını isimler üzerinden ele almaya çalışan bir eser. Modern şiirin kaynağı Avrupa olduğu için konuya oradan başladım ve aşamalar halinde bizim şairlerimize kadar geldim. Böylece hikâyenin başı ve sonu bir araya gelmiş oldu. Bu sayede konunun daha açık şekilde kavranacağını sanıyorum. Yola çıkarken aradığım şeyi yine bu sayede bulmuş oldum. Biraz zahmetli oldu ama artık şiir okurlarının ve şairlerin elinin altında modern şiirin doğasına ve oluşumuna dair –küçük de olsa- bir kılavuz var. “Çözümlemenin Estetiği” işte bu toplamın bir yansımasıdır diyebilirim” diye akıp gidiyor. Ne diyelim eserlerin de bir kaderi, bir şahsiyeti, bir etki gücü ve bir tezahürü var. Şairimize nice yeni eserler temenni ediyorum.
Necip Fazıl Kısakürek’in “Edebiyat Mahkemeleri”, Sezai Karakoç'un “Edebiyat Yazıları – I, II, III, Yunus Emre, Mevlana ve Mehmet Akif” eserleri, Fethi Naci'nin “Yaşar Kemal'in Romancılığı”, İsmet Özel’in “Şiir Okuma Kılavuzu”, Ahmet Oktay’ın “Emperyalizm, Roman ve Eleştirisi”, Ebubekir Eroğlu’nun “Modern Türk Şiirinin Doğası”, İbrahim Demirci’nin “Ahmet Haşim'in Nesirleri” incelemesi, Gökhan Tunç’un “Modern Türk Şiir Okumaları” gibi birçok eleştiri eserinin varlığını da yok saymamak icap eder. Bu ve benzeri eserler önemlidir. İyileştirme yolu, ikaz ve uyarmadır. “Çözümlemenin Estetiği”, şiire yeni bakış açıları getirme, modern şiir üzerindeki hantallığı kaldırma uğraşı olarak değerlendirilebilir. Şair ve yazar Yunus Emre Altuntaş’la yapılan söyleşi sözü şöyle tamamlar gibidir: “Çözümlemenin Estetiği, şiir okuyucuları için hem dünün hem de bugünün eleştirisine dair kaynak metinler içeriyor. Bunun yanı sıra dünün ve bugünün eleştirmenlerinden örnekler sunarak; eleştirinin iki asrı bulan yolculuğunu isimler ve teknikler üzerinden ele alarak meseleyi somutlaştırmaya çalışıyor…” Yazara nice yeni çalışmalar, eserler temenni ediyorum. Tebrik ve muhabbetlerimle okuru bol ve bereketli olsun.