Biri son filminde büyük bir fiyasko yaşayan ve istediği hasılatı bırakın yakalamak, yanından bile geçemeyen Cem Yılmaz, diğeri ise son iki yıldır hiç bir dizi veya sinema filminde karşımıza çıkmayan, tüm umutlarını Bergen'in hayatını konu alacak acıların kadını temalı sinema filmine bağlayan ama bir buçuk yıldır bir türlü kamera diyemeyen Serenay Sarıkaya.
Son bir haftadır Türkiye’nin magazin gündemi iki ünlünün ortaya çıkan aşkını konuşuyor. İki insanın aşkını konuşmak aslında dedikoducuların işi, hiç sevmem, ama bu iş farklı. Bu iki insanın iki ortak özelliği var. İkisi de ünlü ve ikisinin de işleri eskisi gibi iyi gitmiyor.
Biri son filminde büyük bir fiyasko yaşayan ve istediği hasılatı bırakın yakalamak, yanından bile geçemeyen Cem Yılmaz, diğeri ise son iki yıldır hiç bir dizi veya sinema filminde karşımıza çıkmayan, tüm umutlarını Bergen’in hayatını konu alacak acıların kadını temalı sinema filmine bağlayan ama bir buçuk yıldır bir türlü kamera diyemeyen Serenay Sarıkaya.
İşleri iyi gitmeyen iki ünlü
Bu iki ünlüden biri yani Cem Yılmaz, politize olmuş söylemleri ve sosyal medya paylaşımları ile iki kutubun bir tarafına da kendisini küstürdü. Defne Samyeli ile yaşadığı aşkla gündeme gelmekle beraber siyasi tarafı ile de sık sık gündeme geliyordu. Daha önce işiyle gündeme gelen bu komedyen, artık işi ile değil siyasi propagandaları ve sevgilileri ile gündeme gelmeye başlamıştı. Böyle bir gündemde magazin basınına bomba gibi bir iddia düştü. İddiaya göre Defne Samyeli ile aşk yaşayan Cem Yılmaz, gönlünü Serenay Sarıkaya’ya kaptırmıştı. Yok, mok derken, ne alakaysa birden Yunanistan’da Atina’da ikilinin beraber fotoğrafları çekildi ve bu fotoğraflar Türkiye’de geldi.
Hatalı bir PR çalışması
Allah aşkına taa Atina’da bu ikilinin kaçamağını kim nerden bilecek? Ama ne tesadüf ki birisi görüyor ve fotoğraflarını çekiyor, hem yolda hemde bir mekanda. Olay beni daha bu aşamada delirtti. Hadi diyelim ki bu konu bir gazetecilik başarısı oldu. Bu kamuya malolmuş ikilinin aşk yaşamasına ne demeli? Peki bu aşk yaşayanlardan erkek olanının aynı anda bir başka kadınla aşk yaşaması? Bu basit gibi gözüken seri olaylar zinciri bu olayın aslında öyle sanıldığı gibi basit bir aşk oyunu olmadığını gösteriyor. Bence bu çok ciddi bir PR çalışması , ciddi ve hatalı bir PR çalışması. Bu iki ünlünün aşk yaşaması gerçek de olsa yalan da olsa ciddi bir hata. Bu iki insan tıpkı eski kraliyet aileleri üyeleri gibi halktan birileri ile aşk yaşamak yerine kendi burjuva çevrelerinden birileriyle aşk yaşıyorlar. Böylece hem PR yapıyorlar hem de kariyerlerine bir magazinel içerik katıyor. Şöhretli insanların yapması gerekeni yapmıyorlar, yani “sorumlu ve örnek yaşam” kuralına uymuyorlar. Cem ile Serenay’ın aşkı patlak verince bir de aldatılan kadın konumuna düşen Defne Samyeli konuşunca olay tamamen bir rezalete döndü.”Konduramadım” diyen Defne, şaka maka aldatılan kadın pozisyonuna düştü.
Espirileri ile Değil Aşkıyla Konum Duruma Düşen Komedyen
Bu iş olmadı, bu pozisyon baştan ofsayt. Ben ünlülerin bu kadar ucuz bir biçimde gündem olmasının onlara uzun vadede zarar vereceğine inanıyorum. Aşkın gerçek bile olsa dikkat edeceksin. Sen şöhretsin, senin sorumlu olduğun bir kariyerin, bir marka kimliğin var. Serenay’ın zaten önceden bir iki tane aşk sabıkası vardı, tam toparlıyordu ki bu aşk mevzuları ile bir andan bu marka kimliğini mahvetti. Cem ise artık komedyen olarak yaptığı espirilerle değil, düştüğü komik durumlar ve yaptığı siyasi açıklamalarla kendisini güldürmeye başladı. Cem Yılmaz’ın şöhretinin çok abartılı olduğunu ve onun sermayenin bir bölümü tarafından desteklenerek bir yıldız haline getirildiğine inanan biriyim, son yıllarda toplum artık onun öyle büyük bir güldürücü olmadığını anladı ve onun son filminde ona bunu düşük gişe ile gösterdi.
Serenay ise çok yetenekli bir kız olmasına rağmen, bu aşkın başrol oyuncusu olarak gündeme geldi. Muhtemelen şubat ayının en çok konuşulan iki ismi de Cem ve Serenay olacak. Gönül isterdi ki ikisi de bu basit aşk oyunlarıyla değil de yaptıkları işleri ile gündeme gelsinler. Ama demek ki artık bize sunacakları bir ürünleri yokmuş ki çareyi bir aşk, üstelik aldatma iddiası içeren bir aşkta buldular.
Şimdi ne olacak? İnsanlar bu aşkı kabul etmedi, bu aşkın samimiyetine inanmadı. Çok ciddi tepkiler verdi. Tepkiler sosyal medyada hakaretlere varan noktalara kadar geldi. Ben ikisinden de soğudum. Bir ilişki yaşarken bir başka ilişkiye yelken açmak bizim kitabımızda yoktur. Bu kırkı çıkmadan ölen bir insanın ardından halay çekmek gibi bir şey. Şimdi Cem ve onun gibi olanlar eminim, benim bu düşüncemi basitlik olarak yorumlayacaklar ama ben bir marka uzmanı olarak bu çiftin bu aşkını tasvip etmiyorum ve bunun onlara zarar vereceğini iddia ediyorum.
Bergen ile Serenay uyumsuz
Serenay Sarıkaya, bir buçuk yıldır Bergen’in hayatını canlandıracağı film üzerinde gelgitler yaşıyor. Bu gelgitler aslında onun Bergen ile alakası olmayan bir profil olmasından kaynaklanıyor. Konuşmasından tutun da, görseline kadar Bergen ile zıt bir kişiliği var. Bergen daha kırsal bir profilken, Serenay daha batı bir profil. Konuşmasından tutun da aklınıza gelen her konuda zaten kimlik uyumsuzluğu var Bergen ile Serenay arasında. Böylesine büyük bir handikapla savaşarak başarılı olmaya hazırlanan Serenay, bu aşkla bu başarısını da tamamen çöpe attı. Bergen acıyı temsil ediyor, eşi tarafından şiddet gören ve sonunda eşi tarafından öldürülen bir insan. Bergen kırsallığı, ezilen kadını temsil ediyor, Bergen doğu kadınını temsil ediyor. Hiç bir zaman kocasını aldatmadı. Hem acı çekti, onun için “acıların kadını” unvanını aldı. Serenay’a bakıyoruz son aşkı ile bir anda bir başka insanla ilişki yaşayan bir erkekle ilişkiye gidiyor. Şimdi insanlar bu filmde Bergen’in hayatını izlerken, istediği kadar başarılı olsun, Serenay’ın sosyetik aşkını, Cem’le yaşadığı ilişkiyi ve Defne Samyeli’ni hatırlamayacak mı? İnandırıcılığı olmayan bir aktristin canlandıracağı bir acılı kadın figürünü neden izlesin ki insanlar. Ben izlemem kardeşim. İzlesemde bir tek karesine bile inanmam, hiç bir şey inandırıcı gelmez bana. Burada bir mağdur var, burada iki ünlünün anlamsız bir PR hareketi var, burada iki ünlünün toplum karşısında pekde örnek olmayan bir ilişkisi var.
Yapımcı Serenay’ı filmden göndermeli
Burada ben yapımcı olsam, hemen Serenay’ı çağırır ve ona teşekkür ederim. Acıların Kadını Bergen, bir başka kadınla aşk yaşadığı sırada bir erkeğin ikinci kadını olacak bir insan değildi. Bergen, bu ülkenin kadınlarının acı sembölü. Bu hikayenin hem ticari bir yönü var hem de sosyal bir yönü. Serenay, sosyetik aşkıyla Bergen’in ruhunu anlayamaz. Ben az da olsa anlayacağını düşünüyordum, hatta Serenay Sarıkaya’yı herkese övüyordum. Bu olay patladıktan sonra çevremdeki herkes benle dalga geçmeye başladı, “Hani Serenay’a ne oldu?” dedi. Meğer Serenay’a inanan ne kadar az insan varmış, bu olayda bunu gördüm. Bende Defne gibi ne Cem’e ne de Serenay’a konduramadım.
Şimdi Bergen filminin yapımcısına bir tek şey düşüyor. Ya bu aşkın magazin rüzgarına kendisini kaptırıp bu filme Serenay ile devam edecek. Yada biraz ileri görüşlüyse bu magazin rüzgarının alt dip dalgasını tespit edip, filimin imajına ve inandırıcılığına vereceği zararı hissedip Serenay’dan vazgeçecek.
Bergen’i ya Defne ya da Beren oynamalı
Ben olsam şu aşamada, Bergen’in filminde Serenay yerine Defne Samyeli’yi kullanırdım. O duyguyu emin olun daha iyi hissedecek ve verecektir. Bu role uyan bir diğer isim ise Beren Saat’tir. Beren özellikle “Fatmagül’ün Suçu Ne?” adlı dizide otantik bir kadının hayatını çok başarılı bir biçimde canlandırdı, benzer bir rol olan Bergen’in rolünü de çok rahat biçimde kotarır. Serenay’a gelince onun şu aşamada Fox TV’de yayınlanan, “Yasak Elma” dizisinde Halit Bey’in sevgililerini ve eşlerini canlandıran aktristleri oynaması daha mantıklı olur. Şu an ki yeni marka imajı bu tür rollere daha yakınlaştı. Belki abarttın diyenler olmuştur, bu yazımı saklayın ve “Acıların Kadını” filminin başarısızlığını, gişe yapsa bile Serenay’ın başarısızlığını önceden açıklayan bir önsezi olarak hatırlayacaksınız.
Tamda sevgililer gününü kutladığımız bir günde gönül örnek aşkları, örnek ilişkileri, içinde ihanet olmayan, materyalizm kokmayan aşkları konuşmak isterdi, ama maalesef olmuyor. Tüketim toplumunun bir pençesine giren toplumumuzda bunu konuşmak her geçen gün hayal oluyor.