Uzunca yıllardır bu sayfalarda, Türk'ün yaşam değerlerini yazıyor, çiziyor ve hocalarımızdan da aldığımız ilham ve bilgilerin ışığında kendi süzgecimizden geçirerek, sizlerle paylaşıyoruz.
Konuya hiç dolaştırmadan doğrudan gireceğim. Bu yazının özeti aslında şu cümle ile açıklanabilir; “Kutsalın içi boşaltılınca o değer puta dönüşüyor”. Yazılarımızı takip edenler, bizim değerler dediğimiz unsurların kaynağını nerden aldığımızı bilirler. Uzunca yıllardır bu sayfalarda, Türk’ün yaşam değerlerini yazıyor, çiziyor ve hocalarımızdan da aldığımız ilham ve bilgilerin ışığında kendi süzgecimizden geçirerek, sizlerle paylaşıyoruz. Hala şu kavrama geçemediğimizi de üzülerek, tekrar tekrar burada söylememiz gerekiyor. Medeniyet kavramından bahsedildiğinde şu iki kutuplu dünyadan söz ediliyor; biri batı medeniyeti diğeri de doğu medeniyeti. Bir zamanlar cahilce yapılan bu ayrımın artık günümüzde kasten yapıldığını düşünüyorum. Bir üçüncü medeniyet kavramının sözünü etmemenin artık maksatlı olduğu apaçık ortadadır. Tüm bu medeniyetlerin dışında bir medeniyet daha vardır ve güneşin balçıkla sıvanamayacağı gerçeğinden yola çıkarak, bunun Türk medeniyeti olduğunu burada tekrar ifade ediyoruz. Benim medeniyetim senin medeniyetini döver. Ya da bizim medeniyet daha önce vardı gibi bir mahalle kavgasına getirmeden söylüyorum bunları. Bu ciddi bir araştırma konusudur Hatta artık bir bilinçlenme bir eğitim sisteminde öze dönüşümüzün gereğidir.
Türkçe ve yapısöküm
Bir milletin değerler sistemini anlamanın en doğal yolu bugüne değin gelinen yolların tam tersini takip etmektir. Yani aynı izlerden geriye doğru, o izleri takip ederek kaynağa doğru kazı yapmaktır. Bu kazıları yapabilmenin bizim ülkemizde çok kolay olduğunu söylememiz mümkün değil, biliyorum. Geriye doğru yakın tarihimiz açısından bakıldığında resmi tarih, resmi inanç argümanları, resmi ideolojik kalıplaşmalar, siyasi tartışmalar ve daha sayabileceğimiz birçok mayın döşeli yapılar sayesinde çok kimse ya o geriye dönülecek izleri göremedi ya da cesaret edemedi. Oysa en kolayından Türkçe’yi bir yapı söküme (etimoloji ve diğer bilimsel çalışmalar) uğrattığınızda biz kimiz sorusunun tam cevabını bulmanız mümkündür.
Her yerde putlar
Keşke putları sadece kalbimize yerleşen gizli kıskançlıklar, hasetlikler olarak alabilsek. Keşke böyle kalsaydı. Günümüzde gözümüzün içine baka baka işlenen kutsalı çiğneme ya da kutsalın üzerinden ortaya dökülen her türlü bilgiçlikler başta gençleri soğuttu. Bizler de geçmişi bildiğimiz için şimdilik sabır gösteriyoruz. Binalara bakalım baştan başa put. Güya okul binası ve içinde eğitim alınacak. Her türlü estetikten yoksun tek tip, bir ideolojiyi müteahhitin eline teslim edilen taştan putlar. Din adına işlenen tüm kutsal cinayetler bizde. Kut dediğimiz o yaşamsal kaynağın ana fonksiyonunu dar alanlara hapsederek buhran geçiren gençler yarattık. Çünkü amelleri dahi putlaştırdık kalıplara sokarak. Aynı şeyi tüm izimler adına da söyleyebiliriz. İdeolojileri de kutsallaştırarak formlar üretildi. Oysa form puttur. Asla dediğimiz, uğruna ölürüz dediğimiz değerleri hamaset kavgaları üzerinden bayraklaştırdık, sloganlarla putlaştırdık. Şimdi bu putları nasıl yıkacağız? İnsana nasıl yeniden ve yeniden Tanrı’nın her an doğuşta ve doğmakta olduğunu anlatacağız?
Kut’u putlara terk ettik
Doğal olan nedir? Yani insanın doğasına uygun olan tecrübeyi nasıl keşfedeceğiz? Amerika’yı yeniden yeniden keşfetmek yerine neden yeni keşiflerle ilgilenmiyoruz? Eğitim kutsaldır derken içindeki bilim, bilgiyi keşfetme merakını ortaya çıkaracak doğallık nerede? Dört duvar sınıflara sıkıştırdığımız bu kutsal eğitimde mi, yeni nesil kutsal olana sahip çıkacak! Bu arada bilimi kutsallaştıranların da bilimi kendi putlaştırdıkları dünyaları için istediklerini unutmayalım. Bu örnekleri say say bitiremeyiz. O yüzden şunu dememiz gerekir ki kutsal dediğimiz şeyin arkasına gizlenip de gerçek Kut’u gölgeliyoruz. Yani ister Tanrı deyin, ister Allah (..ki burada büyük eleştiriler alacağımı biliyorum. Zira Allah adına kutsalın bekçiliğini yapanlar henüz daha yeni bir şey söylemekten ve adil olmaktan çok uzaktalar) tek ve biricik öz olarak Tanrı’nın ilahi adaletinin her an yeniden tecelli ettiğini bilseler dahi kolay olan puta sarılmaktan geri kalmıyorlar. Oysa Kut ışığını Allah’ın nurundan alıyor. Kut ancak Yüce olan Yaratıcının ve onun şu dünyada gördüğümüz her türlü yansımasının düzeninin dengede durması için kurulan tüm değerlerin toplamıdır. Kim ki bu değerleri kendi veya başkalarının putu adına koruduğunu söylüyorsa kendi özüne ihanet içindedir vesselam.
BİZ KENDİMİZE BAKALIM
Amerikan bankaları batıyormuş. Şöyle oluyor böyle oluyormuş. Ekonomist değilim. Ayrıca inanın hiç de ilgilenmiyorum. Yani gazeteci olarak elbette kulağımın bir tarafında olan biten. Ama ABD ekonomisi batıyor diye de sevinecek bir şey bulamıyorum. Çünkü ben kendime bakıyorum ve kendimizle ilgilenmemiz gerekir diye düşünüyorum. Onlar bir birlerin elinden öyle ya da böyle tutarlar. Onlar yine ayağa öyle ya da böyle kalkarlar. Kalksınlar da. Başkalarına bakarak ayağa kalkılmaz. Ben ayağa kalkıyor muyum ona bakarım. Düşerken elimden tutan var mı bir de ona bakarım. Biz ne kadar bir birimizi destekliyoruz? Desteklemekle de kalmıyoruz anlamaya hemhal olmaya çalışıyor muyuz? O yüzden başkasına baktırmayın bana. Kendimize bakalım. Başkasına baktırıp kendi yanlışlarımızı görmezlikten gelmeyelim. Her şey ayan beyan ortada. Hepimiz bir birimizi biliyoruz.
HER ŞEYE RAĞMEN
Her şeye rağmen geriye dönebilsek. Her şeyin başladığı o yalın hikâyeye. Taş yollardan zar zor geçtiğimiz ve emek harcayarak kendimizi inşa ettiğimiz o esas yere. Ana kaynağımıza tekrar dönebilsek. Aslȋ bedenimizden tekrar doğabilsek, aynı yanlışları ve arsızlıkları yapmadan tekrar döşeyebilsek taşları. Mümkün mü diye soruyorum kendime ve sizlere? Aynı şeyleri yapmayacağımıza hiç inanmıyoruz değil mi? İnsan bu! Aynı taşları döşeyecek aynı hataları yapacak ve pişman olacak. Acı çekecek ve öyle anlayacak kendisinin her şey olmadığını. İnsan birçok şey ama değil her şey. Bu yanılgıyla alem, gök hepsi birbirine girdi bu karmaşada kendini yıldızların konumuna yerleştirdi insan. Kafalar karışık; insanım ben diye haykırdı. Öyle bir kibirle haykırdı ki dağlar yarıldı, yer ayrıldı, kaşaneler, saraylar, viraneler ne varsa hepsi yıkıldı. Her şeye rağmen ayakta kaldı insan ve dönemeyeceğini bile bile bir kuytu köşede yalnızlığı ile baş başa, kimi zaman pişman kimi zaman bir umutla ayağa kalkacak. Yine de aynı hataları yapacak, şaşacak bu beşer insan olana dek.
..............................
SUNA YILDIRIM
.....
DEPREM SONRASI AVRUPALI TÜRKLERDEKİ
SOSYAL DAYANIŞMA DUYARLILIĞI.
.....
Doğal afetlerin meydana getirmiş olduğu kayıplar sadece ülkemiz insanının acıma ve yardım duygularını etkilemekle sınırlı kalmamış, aynı zamanda insanlığın acıma duyguları evrensel bir boyut kazanarak, sınırlar ötesinde de, zor durumdaki muhtaçlara yardım götürülmesini amaçlamıştır. Bu kapsamda deprem sırasında, yurt dışından yapılan yardımlar insanlığın ve vicdanın ortak sesidir. Bu yardımlaşma hareketi sevgi, şefkat, merhametin en güzel örneğidir. Barış ve huzur toplumu oluşturmada, darda olana, zorda olana el uzatmak tarif edilemez ulvi bir duygudur.
Yaşadığım ülke olan Avusturya’dan, acılarımızı hafifletmek için tüm imkanlarını seferber edip, devlet ve millet olarak hatırı sayılır yardımlar toplandı. Gerek tıbbi malzemeler, temel ihtiyaçlar, çocuklara oyuncaklar gerek milyon avrolar yerini buldu. Avusturya devletinin bu konudaki çabaları, 27 yıllık Avusturya yaşamımda beni derinden etkiledi… Avusturya'nın yerli halkının duyarlılığı ve Avusturya Federal Ordu Yardım Komitesinin Türkiye'deki deprem bölgelerine giderek yaptıkları yardımlar, hiç olmadığı kadar bizleri birbirimize yakınlaştırmıştır. Açıkçası bu yardımlaşma hareketi bir bütün olmamıza vesile olmuştur. Aslında birlikte yaşamanın ne kadar önemli olduğunu geç de olsa, bu acı afetle anlamış olduk. Bir toplum acısıyla tatlısıyla birlikte oluyorsa bilinçli toplumdur. Bilinçli toplum birbirine sevgi, şefkat, merhametle muamele ediyorsa bir huzur toplumudur. Bunu hepimiz hak ediyoruz.
Özellikle gençlerimizden oluşan yurdumun güzel insanlarının, Avusturya Federal Ordusu’nun Türkiye’den dönen Ordu Afet Yardım Birimi (AFDRU) karşılaması, teşekkür niteliği taşıyan bir seremoniye dönüştü. Bu seremonide Türk bayrağını eğilip öpen bir Avusturya askeri, diğer yandan yaşadıklarını anlatırken gözyaşlarını tutamayan bir diğer asker dikkat çekiyordu. Avusturya askerleri çiçeklerle, hediyelerle, tam bir coşkuyla karşılanıyordu. Askerlerin cankurtaran köpeklerine, yanlarında mamalar getiren duyarlı kalabalık arasında, duygu dolu atmosfer yaşanıyordu. Bu durum bütünüyle coşkulu, duygulu, birleştirici ve kenetleyici bir atmosfer oluşturmuştu…
O gün ‘Vatanım vatanıma yardım ediyor (Meine Heimat, hilft meiner Heimat)’ seklinde anlamlı bir pankart gözüme ilişmişti. Bu pankart hem beni çok etkilediği gibi, hem de birçok insanın da ilgisini çekmiş ve bundan etkilenmiştir. Birçok bültende geniş yer bulan bu sözün aslında evlatlarıma ait olduğunu öğrendiğimde de, çok büyük gurur duydum. Sessizce bir köşede, gözyaşlarımı silerken, aslında gurbetçi bir annenin, evlatlarını büyütürken çektiği çilelerin, böyle güzel bir söz ile nasıl vücut bulduğunu görmenin de sevincini yaşıyordum.
Böyle naif düşüncelerinin bu denli anlam bulan bir pankarta dönüştüğünü görmek takdire şayandı. Dünya gözüyle görülebilecek en büyük başarıdır bu, evlatlarını güzel yetiştirebilmek adına… Belki bazılarına göre normal bir söz ama altında yatan derin anlam ziyadesiyle önemlidir benim gibi bir anne için…
Biz gurbette evlat yetiştiren anneler her daim çileli ve korku içindeyizdir. Vatanını seven, koruyan kollayan, hem devletiyle hem milletiyle, aynı acıyı duyabilen hem de bir o kadar doğduğu vatana da sahip çıkan, buranın kültürüyle eğitim alıp burada kendilerini kabul ettiren bireyler olabilmek ve o ince çizgiyi koruyabilmek inanın hiç de kolay değildir.
Vatanseverlikle, kültür ve inançlarıyla yabancı kültürde yaşayıp, yasadığı yerde imtiyaz sahibi olmuş, bu ülkeye destek olmuş, çalışıp üreten, kendi işlerinin basına geçmiş işverenlerimizden tutun da, üniversite öğrencilerimiz, sağlık çalışanlarımız, doktorlarımız, binlerce dernek gönüllüsü ve kendi çapında ben de varım diyen birçok yardımsever vatandaşımız, gerek bireysel, gerek teşkilat olarak Türkiye'nin yeniden ayağa kalkması için tek yürek olmuştur. Avusturya kapsamında sayamadığım birçok yardımların beni en etkileyen kısmı ise Elbistan’a 100 adet konteyner ev kurma projesi kapsamında ‘Avusturya Mahallesi’ için bir gecede 500.000 Avro toplayıp Avusturya'da yaşayan 320 bin Türkiye kökenli insanın bir yürek olması..
Birliğimizin daim olması duasıyla bir nebze olsun yaraları sarabildiysek ne mutlu bize…
Elbirliği ve gönül birliği ile devam edeceğine emin olduğum, tüm çaba, gayret, yardımlar; bütünüyle her şey Türkiye’m için.
DEPREM BÖLGESİNDE GÖNÜLLÜ ÖĞRETMEN
Deprem bölgesinde ordu ve emniyet teşkilatımız güvenliği, sivil toplum yardımlaşmayı sağlarken öğretmenlerimiz dayanışmanın oluşturulmasında önemli görev üstleniyorlar. Çadır ve konteyner kentlerde yer alan Mehmetçik Okullarında eğitim hayatlarına devam eden öğrencilere afet bölgesi dışından gelen gönüllü öğretmenler öğrencilerimizin tekrar nefes almalarında büyük rol oynuyorlar. Milli Eğitim Bakanlığımız dönüşümlü olarak teşvik ettiği gönüllü öğretmenlerimiz, okul müdürlerinin insiyatifinde deprem bölgesine gitmelerini sağlıyor. Deprem bölgesine gitmek isteyen çok sayıda öğretmenimizin olduğunu biliyoruz. Bu dayanışma sürecinin daha sağlıklı işleyebilmesi için gönüllü öğretmenlerimizin bölgeye kademeli olarak sevk ve idare edilmesinde kolaylığın ve sürdürülebilirliğin sağlanması büyük bir önem arz ediyor. Öğretmenlerimiz belki de meslek hayatlarının en önemli bir veya iki haftasını bölgede geçiriyorlar. Çünkü burada çocuklara sadece öğretim vermiyorlar. Depremden etkilenen öğrencilerimizin hayatlarına dokunarak onlara adeta yeniden cansuyu oluyorlar. Malatya özelinde 600 bin civarı vatandaşımızın şimdilik bölgeden ayrıldıklarını biliyoruz. Kalan 150 bin vatandaşımızın ise imkânları daha kısıtlı ve bu imkânlarla orada kalmaya devam ediyorlar. Bunların arasında başarılı, ülkesine ve milletine daha faydalı olma noktasında çeşitli türdeki nitelikli okullarda öğrenim gören öğrencilerimiz de var. MEB her türlü araç gereci deprem bölgelerine sağlamış durumda. Bölgeye gelen öğretmenler sağlam vaziyetteki okul pansiyonlarında kalarak motivasyonlarını düşürmeden öğrencilere destek olabiliyorlar. Gönüllü öğretmenlerimizin başta okul müdürleri tarafından bölgeye gitmeleri teşvik edilip öğretmenlerimize izin verilmesi bu noktada pek kıymetli. Böylece bu bölgelerdeki eğitim-öğretim faaliyetlerinde devamlılık yakalanarak özellikle ergenliğin başında olan bu çocuk ve gençlerimizin elinden tutulmuş olacaktır. Onları korkunun tuzağından, çaresizlikten ve ümitsizlikten bir nebze de olsa kurtarabilmek ancak dayanışma ile mümkün olacaktır. Bu yazımız bir çağrı olsun ve bu pırıl pırıl depremzede çocuklarımızın yanına koşmaya hazır öğretmenlerimize destek olup, onları daha da yüreklendirelim. Belki önümüzdeki haftalarda bölgede okullar açılacak ve bu konuları tekrar konuşmayacağız. Ama bilelim ki hayat oralarda hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak. Çocuklarımızın bizlere ihtiyacı hep olacak.
ARTI
Kuş ve merhamet
Okul bahçesinde toparlaya zıplaya bir kuş iki çocuğun dikkatini çekti. Çocuklardan biri hemen yanına koşup kuşu ayağı ile dürtmeye çalıştı. Kuşun besbelli bir sıkıntısı vardı. Kuş güçsüz ve savunmasızdı bunu anlayan çocuk kuşa biraz daha sert davranmaya başladı. Akabinde dayanamayan diğer çocuk kuşu korumak üzere diğer çocuğun yanında geldi. Arkadaşını uyaran çocuk da kuş gibi tekmeye maruz kaldı. Sinirlenen çocuk şiddet gösteren çocuğa bağırmaya ve yumruklamaya başladı. Öyle ki teneffüs zamanının sonu olmasına rağmen bütün okulun dikkati bu bağrışa dikkat kesildi. Korkan çocuk kaçtı. Çünkü şiddet korkaklıktan ileri gelir. Diğeri de kuşu usulca eline alıp okşadı. Çünkü merhamet sevgiden ileri gelir. Kuşu öğretmeni ile birlikte veterinere götürdüler. Kuş iki günlük tedavi sonucunda iyileşti. Çocuk kuşu doğaya geri saldı. Çocuk kuşu zaman zaman okul bahçesinde görmeye devam etti.
EKSİ
Dezenformasyon ile mücadele
Sosyal medya yasası çıktı fakat kullanılıyor mu? Şu ana kadar hiç bu konuda hüküm giymiş veya ceza almış, kapatılan bir site var mı diye araştırırken yine cevap sosyal medyadan geldi. Söz konusu yasayı buraya yazacağım ve beraberinde de şunu sormak istiyorum. Neden bu kadar karmaşık işin içinden çıkılamaz cümlelerle bu yasalar yapılıyor. Edebiyat mı yapılacak, adalet mi yürütülecek? Yasanın tam tanımı şöyle; “ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yaymak” yerine “gerçeğe aykırı bir bilgiyi üretmek ve yaymak” desek olmaz mıydı demiş Mehmet Çek sosyal medya hesabından. Kesinlikle bu kadar adice bir suçu bu karmaşanın içine sokarak nasıl adalet sağlanacağını ben de merak ediyorum doğrusu. İşgüzarlıktan iş yapamıyoruz.