Soğuk Savaş'ın bitişiyle beraber her geçen gün artan bir hızla hayatımıza giren ve hayatımızı değiştiren yeniliklerle karşılaştık.
Bunların başında mekanik teknolojiden dijital teknolojiye geçişimiz gelmekteydi. Bugünkü yaşam tarzımızın vazgeçilmez ögeleri olan cep telefonları, kişisel bilgisayarlar, internet ve çeşitli otomatlar o zamandan itibaren üretim ve tüketim kalıplarımızı kökten değiştirdi. Bu birbiri ardına gelen yenilikler süreci birkaç devrimci değişime sebep oldu:
· İletişimin neredeyse sınırsız hale gelmesi: Görsel ve yazılı haberlerin anında bütün dünyaya yayılması, dünya piyasalarındaki gelişmelerin anında bütün dünyaya duyurulması, bilimsel çalışma ve projelerin çok düşük bir maliyetle bütün öğrenci ve araştırmacıların hizmetine sunulması, kişisel iletişimin sözlü ve görsel olarak neredeyse sınırsız kullanımı ve benzeri.
· Genelde Hizmetler Sektörü ve özelde Finans Sektörünün küreselleşmesi: İletişim imkânları ve haber akışının artan oranda hız kazanması dünya finans piyasalarının entegrasyonunu sağladı; her türlü mala dünyanın her tarafından müşterilerin ulaşması ve her türlü malın dünyanın her tarafına çok düşük ücretle pazarlanması mümkün hale geldi; milli para birimlerinin değerleri milli hükümetlerin kontrolünden çıkarak küresel para piyasasında akımlara bağlı hale geldi; dolayısıyla milli devletlerin para ve maliye politikaları üzerindeki kontrol gücü ve etkinliği azaldı. Sonuç nettir: Resmi veya fiili biçimde de olsa dış finansal liberalleşme.
· Artan üretim kapasitesi ve üretim çeşitliliği: Dijital teknolojinin getirdiği en önemli yenilik üretim tesislerinin hem toplam üretim kapasitesinin artması hem de aynı anda aynı malın birden fazla çeşidinin üretilebilir hale gelmesi mümkün oldu. Bunun sonucunda her ülke üreticisi için sadece kendi pazarı değil aynı zamanda diğer ülkelerdeki pazarlarda bulunan müşterilere ulaşmak önemli hale geldi. Sonuç açıktır: Artan dış ticaret ve dış ticari liberalleşme.
· Milli Devlet ve millete olan aidiyetin azalması, etnik ve dinsel aidiyetlerin öne çıkması ve anarşizme kaçan bir bireycilik: İktisadi altyapının bu hızlı değişimi yaşam tarzlarında da ciddi bir değişime yol açtı. Temel aile değerleri kozmopolit büyükşehirlerde gitgide yıpranırken alternatif ve marjinal hayatlar revaç görmeğe başladı. Büyükşehrin iyi eğitimli ve iyi kazanan insanları çıkarcı, bencil ve hedonist bireyler haline dönüştü. Kırsalda ise düşük eğitimli insanlar arasında radikal dini eğilimler ve mikro etnik milliyetçilikler kök salmaya başladı. Bunların hepsi bir millete ait olma duygusunu ve milli devletin vatandaşı olma şuurunu tahrip edici etkileri doğurdu.
Bütün bu saydığımız etkiler kabaca “Küreselleşme” olarak bildiğimiz sürecin ana hatlarını sergilemektedir. Açıktır ki, küreselleşme önündeki en büyük engel milli devlettir. Tek bir küresel pazarın olduğu, dev uluslararası firmaların güdümündeki robotlaşmış bir tüketici kitlesi ve son iliğine kadar sömürülen bir emekçi ordusu. Kendini hümanist, çevreci, barışçı ve demokrat olarak lanse eden liberal-sol aydın(latılmış)ların da defaatle bildirdiği gibi, bu süreçte hedeflenen “ulus-devletlerin tarihe karıştığı, katılımcı demokrasi (!) ile yönetilen küçük şehir-devletlerin küresel piyasaya (emperyalizmin dev firmalarına) entegre olduğu” bir ütopyaydı: Yani yüksek teknolojili bir orta çağ feodalizmi. Atlantik ötesindeki emperyalist güç de bu süreci kendi dünya imparatorluğunu tesis etmek için bir kaldıraç olarak kullanmaya başladı. 1990’lardan bu güne emperyalist güç küreselleşmeye direnen ulus devletleri terör eylemleri, halk isyanları, darbeler, ekonomik krizler, açık ve örtük savaşla teslim almaya çalıştı. Her şey iyi gidiyordu, ta ki Küreselleşme bir bumerang gibi Atlantik merkezli emperyalist gücü vurana kadar… İşte o andan itibaren başka bir hikaye yazılmaya başlandı.
Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi Küreselleşme süreci, zannedildiği gibi “tek kutuplu dünyada Amerikan İmparatorluğu’nu” değil ama bölgesel güçlerin yükseldiği çok kutuplu bir dünyayı doğurdu. Amerikan emperyalizminin ABD Hazinesi’ne maliyeti o kadar yüksekti ki, ABD ekonomisi bile bunu finanse edemez hale geldi. Diğer devletleri etkilediği gibi, Küreselleşme, ABD’yi de etkiledi ve ABD’nin politika otoritelerinin gücü zayıfladı. Öte yandan ABD’den kaçan ciddi bir finansal ve beşeri sermaye Çin’i dünyanın üretim merkezi haline getirdi. Almanya’nın AB üzerinden bir süper güç adayı olmaya başlaması ve tabiî ki Çarlığı dirilten modern Çar Putin’in Rusya’sı. Yukarıda anlattıklarımın zorunlu sonucu ise ABD’nin yeryüzü üzerinde bıraktığı boşluğun diğerleri tarafından doldurulması sürecinde yaşanacak kırılma ve yıpranma sürecidir. Bugün Ortadoğu’da, Latin Amerika’da, Asya’nın muhtelif bölgelerinde yaşanan fiili savaş süreci aslında bunu temsil etmektedir. Bu savaş sonunda ortaya çıkacak olan küreselleşmenin değişen yüzü ve yeni bir dünyadır.
Kısaca özetleyelim. Küreselleşmenin değişen yüzünde uluslararası firmaların yerini bizatihi milli devletler alacaktır, milli devletler küreselleşmenin tasfiyeye yöneldiği engeller değil aksine küreselleşmenin en önemli oyuncuları olacaklardır. Fiilen gerçekleşen ülkeler arası iktisadi bloklar resmiyet kazanacak ve her iktisadi blok çok kutuplu dünyanın büyüklerinden biri etrafında oluşacaktır. Ticaretin, mal ve para akışının güzergâhı okyanuslardan eski İpek ve Baharat yollarına dönecektir. Bu ise ister istemez Akdeniz, Karadeniz ve Hazar havzalarını zenginleştirirken, Atlantik’in iki yakasındaki servet gitgide azalacaktır. Doğal olarak bu değişen dünyada yeni bir para sistemi, yeni bir Dünya Bankası, yeni bir IMF ve en önemlisi (tek bir cahil ve haris devletin değil) tüm devletlerin ortaklaşa karar alabileceği yeni bir Birleşmiş Milletler kurulacaktır.
Pekiyi, biz ne olacağız? İçerde “kendini tabip sanan eşkıyalar birliği”, “terör mimarlığı ve bölücülük mühendisliği odaları” ve benzeri eski dünyanın ajanlarının feryadına bakılırsa Türkiye değişimin tam ortasındadır. Onun için bugünkü örtük dünya savaşının cephe ülkesi olmuş ve eski dünyanın bütün şer odaklarının şimşeklerini çekmektedir. Türkiye yanlış bir şekilde eski dünyanın yoluna dönerse büyük bir fırsatı kaybeder kendi bütünlüğünü bile sağlayamaz. Ama bugün olduğu gibi Yeni Dünya’nın yükselen milli devletleri arasında ise geleceğin büyük güçlerinden biri olacaktır.
Hayırlı Cumalar.