Öncelikle geçmiş Mevlid Kandilinizi kutlarım.
Öncelikle geçmiş Mevlid Kandilinizi kutlarım. Bu vesileyle dînen çelişkili bir durum olan miladi takvimle “Kutlu Doğum Haftası” hicri takvimle Mevlid Kandili kutlamalarına son verdiği ve “Kutlu Doğum Haftası’nı” aslına rücu ettirdiği için Diyanet İşleri Başkanlığı’nı da tebrik ederim.
* * *
Paul Krugman, günümüzün en önemli iktisatçılarından birisidir. Genel olarak kullandığı yöntem açısından Neo-Ricardocu sayılabileceği için belli ölçüde egemen iktisat anlayışının takipçisi olduğu söylenebilir. Ancak, düşünsel boyutta Paul Krugman daha çok Keynesçi sayılabilir. Şöyle ki, piyasanın her derde deva olmadığını, özellikle gelişmekte olan ülkelerde devletin ekonomiye müdahalesinin kaçınılmaz olduğunu savunur. Yirmi birinci yüzyılda iktisatçıların önündeki en önemli problem, bence teknolojik değişimin yaratacağı iktisadi ve sosyal problemlerin tespiti ve çarelerinin aranmasıdır. İşte bugün sizlere Paul Krugman’ın teknoloji farklarına dayalı bir dış ticaret modeli olan “Dinamik Teknolojik Açık” modelini tanıtacağım. Onun üzerinden Türkiye ekonomisinin son yıllarda attığı bazı adımları yorumlayacak ve dış ticarette başarılı olmak için milli bir sanayi politikasının ne kadar elzem olduğundan bahsedeceğim.
Krugman, ülkeler arasındaki teknolojik farklara dayalı dış ticaret modelini kurarken bazı kavramlar icat etmiş, kendisinden önce önerilen bazı kavramları da geliştirmiştir. Krugman’a göre ülkelerin gelişmişlik düzeyi yeni gelişen icatları ekonomiye ne kadar hızlı aktarabileceklerine bağlıdır. Bunun için Posner tarafından önerilen İnovasyon Gecikmesi kavramını kullanır. İnovasyon bilimsel gelişmeler sonucunda elde edilen yeni bilgi ve icatların bir üretim sürecinde (teknolojisinde), bir ürünün niteliğinde veya bir şirketin yönetim ve çalışma tarzında değişimlere yol açmasını sağlamak için yapılan yatırım harcamasıdır. İnovasyon gecikmesi ise, icat veya bilimsel yeniliklerin ne kadar süre sonra ekonomik hayata geçirildiğini gösteren bir kavramdır. Inovasyon gecikmesi ülkeden ülkeye ve sektörden sektöre değişir. Inovasyon gecikmesi kısaldıkça ülkelerin gelişmişlik düzeyi artar. Örneğin, Türkiye’nin milli araba projesini ele alalım. 2023 yılına kadar milli elektrikli arabanın satışa sunulması beklenmektedir. Bu da yaklaşık 6 senelik bir gecikmeyi gösterir. Öte yandan, Japonya’da yeni bir elektrikli araba modelinin tasarımından piyasaya sunum aşamasına kadar geçecek olan süre taş çatlasa 2 sene olacaktır. Krugman modeline göre, otomobil üretiminde Japonya Türkiye’den daha gelişmiştir, çünkü inovasyon gecikmesi daha kısadır, başka bir deyişle, bilimsel yenilikleri ekonomik hayata Japonya Türkiye’den daha hızlı geçirmektedir.
Krugman, mal ve/veya sektörleri de emeğin ortalama üretkenliğine bağlı olan bir teknoloji yoğunluğu düzeyiyle sınıflandırmaktadır. Ona göre, bir malın üretiminde kullanılan ortalama bir birim işgücünün üretebildiği mal miktarı, yani işgücünün verimliliği arttıkça o mal daha çok teknoloji yoğun, düştükçe o mal daha az teknoloji yoğundur. Bir örnekle açıklamak gerekirse, İtalya’da giyim sektöründe bir işçinin bir saatte ürettiği ürün miktarı mesela 5 birimken Türkiye’deki bir işçinin bir saatte ürettiği ürün miktarı 2 birimdir. (İstatistikler de 5’e 2’lik bu oranı teyit etmektedir.) Bunun sebebi olarak, modelden yola çıkarak, İtalyan giyim sanayiinin Türk giyim sanayiine göre daha teknoloji yoğun olduğu söylenebilir.
Dinamik Teknolojik Açık modeli, ülkeleri gelişmişlik düzeylerine göre bir sıralamaya tabi tutar. Krugman bunu “ülkeler merdiveni” adını verdiği bir şablonla gösterir. Merdivenin üst basamaklarında gelişmiş ülkeler varken, alta inildikçe ülkelerin gelişmişlik düzeyi düşer, (dolayısıyla inovasyon gecikmesi uzar). Öte yandan malları/sektörleri de teknoloji yoğunluğuna göre sıralayan bir şablon da önerir: “mallar ölçeği”. Buna göre de, ölçeğin en üst sırasında en teknoloji yoğun mal varken, ölçekte alt sıralara inildikçe o maldaki teknoloji yoğunluğu da düşer, (yani o malın üretimindeki emeğin ortalama verimliliği düşer).
Ülkeler niye dış ticaret yapar? Her gelişmişlik düzeyi için belli bir teknoloji yoğunluğuna sahip malların diğer mallara göre daha ucuza ve daha yüksek verimlilikle üretileceği modelin varsayımlarının sonucudur. Buna bağlı olarak her ülke kendi gelişmişlik düzeyiyle en uyumlu mal grubunda iç talepten daha fazla üretim yapar ve net ihracatçı olurken, diğer mallarda iç talepten daha az üretim yapar ve net ithalatçı olur. Krugman’ın bu modeli şu anlama gelmektedir: Eğer devlet hiç müdahale etmezse, hiçbir sanayi politikası belirlemez ve ekonomiyi serbest ticarete açarsa, yüksek gelişmişlikteki ülkeler (örneğin ABD, Almanya veya Japonya) daha ileri teknoloji yoğunluğuna sahip malları (elektronik ve dijital cihazlar, kozmetik ürünleri, bilişim hizmetleri, ilaç sanayi, elektrikli ve akıllı araba üretimi ve benzeri) üretip ihraç ederken, orta gelişmişlikteki ülkeler (Türkiye, Meksika veya Malezya ) orta teknoloji yoğunluğundaki mallarda uzmanlaşırlar, (beyaz eşya, ana metal sanayi, işlenmiş gıda, fosil yakıtlı araba imalatı ve benzeri ). Belli bir gelişmişlik düzeyindeki ülkenin piyasa şartlarında daha yüksek bir gelişmişlik düzeyine çıkması pek mümkün değildir, çünkü piyasa mekanizması onu daha teknoloji yoğun sektörlerde değil, mevcut durumuna uygun teknoloji düzeyindeki sektörlere yöneltir. Herkesi anlayacağı dille ifade edersek, Türkiye’nin ülkeler merdiveninde yukarıya çıkması bizzat piyasa güçleri tarafından engellenir. Bu durumda devletin müdahale ederek küresel piyasanın dayattığı bu rolü değiştirmesi gerekir. Bu da milli bir sanayi politikası ile olur.
Geçen haftalarda memleketimizde önemli bir gelişme oldu: Yerli araba projesi açıklandı. Krugman’ın modeliyle bakacak olursak, Türkiye’de iş adamlarının “elektrikli ve akıllı araba” üretmesi hayal bile edilemez. Çünkü ne AR-GE yapacak finansal kaynakları vardır, ne de bu ürünleri çok daha ucuza üretecek gelişmiş ülke firmalarına karşı mücadele cesaretleri vardır. Düşünsenize beş benzemez olan bizim “babayiğitlerin” ortak bir projeye girişecekleri hiç aklınıza gelir miydi? Hayır, tabiî ki gelmezdi. Eğer Sayın Cumhurbaşkanı’nın takipçiliği ve örgütlemesi devletin de desteği olmasa, “babayiğitlerin aklına yerli otomobilin jantı” bile gelmezdi. Başka bir örnek silah sanayiidir. Eğer devletin planlaması olmasa, hedefler siyasi lider tarafından belirlenip takip edilmese, ne Kirpi’ler olurdu, ne Fırtına’lar, ne ATAK helikopterleri, ne de SİHA’lar. Örneğin, bir siyasi lider olarak Sayın Cumhurbaşkanı ve kurumsal varlık olarak da Türkiye Cumhuriyeti arkasında olmasa nükleer santral ancak bir hayal olabilirdi.
SONSÖZ: Gelişmekte olan ülkeler kalkınmalarını emperyalist pazarlarından gelecek ianeye/sadakaya bağlarlarsa daha çok avuçlarını yalarlar. Her ülkenin kendi ipini kendi eliyle kesmesi gerekir. Bu da ancak milli bir sanayi politikası ve merkezi planlama ile olur.